Son dakikada alınan bir karar sonucu 23 Nisan tatilini de değerlendirmek üzere Foça’ya gitmeye karar verdik. İstanbul’un sıkıcı trafiğine takılmamak için Cuma günü saat 16:00 sularında yola çıktık. Ani alınmış bir karar olduğu için doğal olarak hızlı feribot bileti falan yok. Eski usül, Eskihisar-Topçular seçeneğini kullanarak yola devam ettik. Acelemiz yok, dura dura gidiyoruz… Susurluk’ta ayran içip, Nizam’da yemeğimizi yedikten sonra İzmir’e bir hayli yaklaşırken uyku bastırdı haliyle. Risk almaya gerek yok. Bir gece İzmir’de konaklayıp, ertesi gün Foça’ya geçmeye karar veriyoruz. Tabii her şey son dakika, dolayısı ile ne otel rezervasyonumuz var ne bir şey…
İzmir’e yaklaşırken cep telefonundan “Last Oda” diye arattırıyorum. Ne de olsa bir gece kalacağız, durup dururken çok yüksek maliyet ödememekte kararlıyız. LastOda diye bir mobil aplikasyon bulup indirdim telefona. Hemen İzmir’deki otellere bakıp, fiyatı düşmüş çok uygun bir otel buldum ve cep telefonundan hemen rezervasyonu yapıp direkt otele gittik. Oldukça başarılı ve fiyat avantajı sunan bir sistem.
Otelimiz Basmane Garının hemen karşısında bir butik otel.
Otele yerleştik ama uyku açıldı. Ver elini İzmir geceleri… Gece yarısı saat bir civarı. Alsancak barları zımbazık dolu. İlk gittiğimiz barın adı Mavi. Burada çalan grubun adı “No Name”. Yıllarca aynı grup sadece bu bölgede çalıyormuş. Müzik güzel, ortam güzel, zaten İzmir’in havasına diyecek bir şey yok, muhteşem…
İlk akşam o bar senin, bu bar benim diye dolaştıktan sonra sabaha karşı alıyoruz soluğu otelde. Gecenin bir köründe yatınca ertesi gün programın sarkması da kaçınılmaz.
Ertesi sabah, aslında öğle saatlerinde İzmir’de İnciraltı’nda Ege’nin maviliklerine bakarak gerçek tadı olan” bir kahvaltı yapıyoruz. Eritilmiş İzmir tulumu, gevrek, boyoz, kumru, kızartılmış Hellim peyniri, zeytin…
Güneşli bir hava, hafiften esen bir rüzgar, ve arka fonda Ege’nin sesi… Bir de yanınızda değer verdiğiniz eşiniz, arkadaşınız ya da sevgiliniz varsa, insan daha ne ister ki…
Kahvaltı sonrası hiç vakit kaybetmeden arabalı vapur ile Karşıyaka tarafına geçiyor ve oradan doğruca Foça’ya devam ediyoruz.
Foça’ya yaklaştığımızda güneş batmak üzereydi. Güneşi Foça’da batırmak üzere arabayı bir tepenin üzerinde durdurup, ünlü tarihçi Homeros’un çok etkilendiği Siren Kayalıkları üzerinden güneşin batışını izledik, İzmirli usülü. Nasıl mı? Birer bira ve midye dolma eşliğinde. Güneşin battığı saatler belki de günün en güzel zamanları. Gökyüzünde oluşan renkleri izlemekse ayrıca keyifli.
Homeros’a göre, Siren Kayalıkları çıkarttığı ıslığa benzer seslerden dolayı çok etkileyiciymiş. Rivayete göre gemiciler bu sesin davetkarlığından etkilenip duraklamamak için bu bölgeden geçerken kulaklarına mum peteği tıkarlarmış.
Günümüzde ise Siren Kayalıkları, nesilleri tükenmek üzere olan Akdeniz Foklarının (Monachus Monachus) yaşam alanı. Bu nedenle de koruma bölgesi ilan edilmiş. Akdeniz Foku dünyanın nadir bulunan oniki memelisinden biriymiş. Dünyada 400, Türkiye'de ise yaklaşık 100 fok yaşamaktaymış. Akdeniz foku bir günde 60 km. yüzebiliyor. Ancak sakinliği ve sessizliği sevdiklerinde çevredeki sanayileşme ve yerleşim arttıkça bu da foklar için tehdit oluşturuyor.
Türkiye’de Foça’nın yanı sıra 12 yöre, özel çevre koruma bölgesi. Bunlar Foça, Gökova, Datça - Bozburun, Köyceğiz - Dalyan, Fethiye - Göcek, Patara, Kekova, Belek, Göksu Deltası, Pamukkale, Gölbaşı ve Ihlara'dır.
Akdeniz foku günümüzde Foça’nın simgesi ama Phokaialılar döneminde buranın simgesi horozmuş. Hatta Foça’da bir yerlerde altın bir horozun gömülü olduğu düşünüldüğünden ara ara yerel halk kazılar yaparak bu horozu arıyorlarmış.
Foça, tüm Ege sahilinde eski dokusunu koruyabilmiş nadir yerlerden. Ama bahsettiğim Foça Eski Foça. Yeni Foça yeni yapılaşmanın zulmüne uğramış ve betonarme binalara teslim olmuş bir bölge.
Eski Foça, ilk görüşte insanı kendine aşık eden bir yer. Özellikle de küçük liman bölgesi.
Limanda dizilmiş sayısız balıkçı teknesi, tertemiz bir sahil yolu ve yol boyunca sıralanmış 2-3 katlı eski Rum evleri. Bu evlerin bir kısmı günümüzde butik otellere çevrilmiş.
Her birinin önü çiçeklerle bezenmiş taş evlerin süslediği daracık ara sokakları gezerken, insan anlam veremediği bir huzur ve dinginlik hissediyor. Aynı hissi Portekiz Obidos’ta da yaşamıştım. Mimari farklı da olsa her iki yerin hissettirdikleri aynı.
Liman boyunca sevimli salaş balıkçılar, canlı müzik yapan barlar sıralanmış. Gece gündüz fark etmiyor. Her daim dolu buralar. İnsanları güler yüzlü daha da önemlisi samimi…
Geçip oturuyoruz bir balıkçıya. İçerideki balık tezgahına belli ki daha yeni gelmiş balıklar, taptaze… Mezelere zaten söz yok. Konu Ege olunca, meze çeşitliliği insanın aklını alıyor. O mu bu mu derken bir bakmışsınız, masayı donatmışlar.
İnsanı güzel Ege’nin, içi dışı bir… Masadan masaya konuşmalar, kadeh tokuşturma sesleri, hır gür yok, nezih, modern, sakin, sessiz, samimi… Arkada Sezen Aksu nağmeleriyle destekliyor Ege’ye olan platonik aşkınızı… “Bir elimde defne, bir elimde sevda, kalbim Ege’de kaldı…”
Yan masa ile yapılan sohbetler, Foça’yı daha iyi anlamanızı sağlıyor. Ego yok, gösteriş yok, her şey olduğu gibi…
Leziz yemekler sonrası aramızda nereye gitsek diye konuşurken garsonluk yapan çocuk gelip hemen yardımcı oluyor. “Orası sizin yaşlara göre ağır kaçar, ben sizi götürürüm” diyor ve bir bara götürüyor bizi.
Saat gece yarısı bir. Her yer dolu, herkes keyifli. Son dönemde İstanbul’da hiç bu kadar üst üste kalbe dokunan şarkılar dinlememiştim. İşte Foça öyle bir yer ki, dokusunu korunmuş, popüler kültür yozlaşmasından kendini sakınmış, kendi tarzını yaratmış bir yer.
İzmir’in kuzeyinde yer alan Foça, Antik çağda bir İyon yerleşimi olarak ortaya çıkmış. Yaklaşık nüfusu 32.000 kişi. Yereller arasındaki adı Phokaia. Bu ismini de denizde yaşayan Akdeniz foklarından almış.
Phokaia yani Foça, ilk olarak MÖ 11. yüzyılda kurulmuş. İlk kurulduğu dönemde İyonya’nın en önemli yerleşim merkezlerinden biriymiş. Phokaia'da İyon yerleşimi ise MÖ 9. yüzyılda başlamış.
Zamanında Phokaialılar, deniz yolu ile Mısır ve İyonya kentleri arasında ticaret köprüsü kurmuşlar. Phokaialılar Akdeniz’de kurdukları kolonilerin yanı sıra günümüzdeki Lapseki (Çanakkale Boğazı'ndaki Lampsakos) ve Samsun’un (Amysos Antik kenti) da kurucuları. Akdeniz’de kurdukları koloniler arasında Güney İtalya’da Velia (Elea), Korsika’da Alalia, İspanya’da Ampuria, Mısır’da Naukratis, Midilli Adası'nda Methymna (Molyvoz) ve Fransa’da Marsilya (Massalia) yer alıyor.
En etkileyici şeylerden biri ise Marsilya’nın eski limanında yer alan yazı. Liman girişinde “Bu şehir MÖ 600 yılında Phokaia’dan gelen denizciler tarafından kurulmuştur” yazıyor. Tabii ki Phokaialılar gittikleri her yere kendi kültürlerini de taşımışlar. Fransa’yı alfabe ile tanıştırmışlar, bölgeye zeytinciliği öğretmişler. MÖ 6. yüzyılın ilk yarısında ise Pers orduları Phokaia’yı kuşatmışlar. O dönemde 18-20 metrelik surlarla çevrili imiş. Günümüzde bu surlara Heredot duvarı deniliyor.
Kenti istila eden Persliler’e dayanamayacaklarını anlayan Phokaialılar, savaş sırasında Pers komutanından 1 gece müsaade istemişler ve kentin altındaki tünellerden değerli eşyalarını gemilere yükleyip, Pers hükümdarlığı altına girmek yerine yurtsuz kalmayı seçip denize açılmışlar. Bu nedenle Phokaialılar, tarihte usta denizciler olarak biliniyorlar.
Büyük İskender, Pers hükümdarlığına son verip, Phokaia’ya özgürlüğünü vermiş olsa da eski ihtişamını yakalayamamış bir daha. Çok fazla el değiştirmiş, Seleukoslar, Bergama Krallığı, Cenevizliler, Bizans bölgeyi kontrolüne almış sonunda da Osmanlılar’ın eline geçmiş. Bu kadar farklı medeniyeti cezbetmesinin bir sebebi de İyonya bölgesinde, ilk defa altın-gümüş karışımı kullanarak "elektron" sikkeyi basmaları.
Çok fazla medeniyete ev sahipliği yaptığından Foça aynı zamanda önemli bir arkeolojik merkez. İlk kazılar 1953 yılında başlamış. Helenistik dönemden kalan tiyatro, Athena Tapınağı ve Kutsal Alanı, Liman Kutsal Alanı, Foça’ya yaklaşık 7 km mesafede yer alan ve “taş ev” olarak bilinen Pers Anıt Mezarı ortaya çıkartılmış.
Foça tabii ki sadece tarihi alanları ile değil doğası ve mimari yapısı ile de göz kamaştırıcı. Bizim gittiğimiz dönemde henüz deniz sezonu açılmadığı için Mavi turlar başlamamıştı. Bu turlar ile çevredeki koyları ve adaları dolaşmak mümkün.
Foça’ya yarım saat uzaklıktaki Orak Adası, Siren Kayalıkları, İncir Adası tekne turunda uğranabilecek yerlerden sadece bir kaçı. İngiliz Burnu’nun karşısındaki İncir adasında antik yerleşim alanlarına, Siren kayalıklarında ise foklara rastlamak mümkün.
Denizi çok berrak ve temiz. Aynı zamanda yaz ayları da olsa deniz çok sıcak olmuyor. Yılın büyük bölümünde Poyraz estiği için çok temiz ve bol oksijenli bir havası var. Kentin içinde halka açık plajlar yer alıyor. Yani sıcaktan bunaldığınız an istediğiniz noktadan denize girip serinleyebiliyorsunuz.
Eski Foça’a ile Yeni Foça arası yaklaşık 20 kilometre ve bu ara bölgede yer alan Mersinaki koyları bölgenin en güzel plajlarına sahip. Bu yol üzerinde çok sayıda camping alanları ve ufak işletmeler yer alıyor.
Biz de kıyıları balık ve yosun kokan Foça’ya veda etmeden önce son bir kez Foça eski çarşısını dolaşıyoruz.
Sabah çayı, boyoz eşliğinde karşıda kermes hazırlığında olan Foçalı kadınları izliyoruz.
Bir de yazın gelmek lazım buralara. Her mevsiminin ayrı güzel olacağına eminim, ya da ben fark etmeden meşhur Karataş’a bastım.
Karataş halk arasındaki bir efsane aslında. Efsaneye göre Foça’da nerede olduğu bilinmeyen bir taş varmış. Nerede olduğu bilinmiyor ama herkes bu efsaneyi biliyor. Buna göre eğer Foça’ya gelen biri KARATAŞ'a basarsa, basireti bağlanır ve Foça’ya yerleşme ve sürekli Foça’ya gelme isteği duyarmış. Bana sorarsanız, bunun için Karataş’a basmaya gerek yok. Foça’yı görmek bile bu isteği duymak için yeterli. Çünkü Foça’yı görüp de aşık olmamak ve tekrar gelmemek mümkün değil.