Daha geçen hafta İtalya'da Toscana ve Toscana'nın güzelliklerini anlatmıştım sizlere. İşte yine çok sevdiğim İtalya'dayım ve beni çok etkileyen ve çok sevdiğim, bir o kadar da bana hüzün veren, kanallar, gondollar ve camlarından sarkan güzel çiçeklerle daha da güzel ama biraz hüzünlü bakışlı evlerin şehri… Hayallerimin şehri Venedik'e kaç kez gittim hatırlamıyorum, hiç bıkmadan tekrar tekrar da gidebilirim, ama ilk kez gemiyle gidiyorum ve şehre bir kez de deniz yönünden girerek uzaktan izlemek benim için değişik bir izlenim olacak.
Sabah uyandığımda Venedik'in ana kanalına girmek üzere olduğumuzu fark edince fotoğraf makinemi kapıp 15. katta bir yere yerleşiyorum. Sabahın ilk ışıklarında, şehir yeni uyanmaya başlamış, sokaklar tenha ama şehre giden lagüne giriş ve manzaralar yeni doğan güneşin ışıkları altında müthiş ve bana güzel fotoğraflar veriyor. Büyük kanaldan ve adını aynı adadan alan Giudecca Kanalı’ndan geçerek Venedik limanına yanaşıyoruz.
Veneto bölgesinin başkenti olan bu güzel şehir; 150 kanal, daracık sokaklar ve 500’e yakın köprü ile hem ziyaretçilerine hem de ressamlara inanılmaz güzel görüntüler vermekte.
Biz şehre gidene kadar dünyanın en önemli meydanlarından biri olan ünlü San Marco Meydanı misafirlerini ağırlamaya, güvercinler hiç ürkmedikleri turistlerden yemlerini almaya başlamışlar. Yine bana her zaman çok ilginç gelen daracık sokaklarında yürüyor, maske satan dükkânları izleyerek şehrin diğer önemli sembolü olan Rialto Köprüsü’ne geliyor ve çok kez gördüğüm manzaraya yine dakikalarca bakıyorum ve tabii çok keyif aldığım gondola sefası yapmayı da ihmal etmiyorum. Ne yazık ki artık gondolcular şarkı söylemiyor, müzik istiyorsanız ekstra para ödeyerek müzisyenler alabilirsiniz gondol gezintinize. Evler sanki son gelişimden beri biraz daha yıpranmış, hatta bir köprüden gördüğüm bir kule epeyce eğilmiş. Üzücü ama her sene birkaç santim daha batan bu güzel ve ilginç şehri kurtarmak için İtalyan yetkililer ve UNESCO çaba gösteriyor, biliyorum, yoksa bu güzel, romantik ve otantik şehre yazık olacak. İtalya'ya tekrar gelmişken, öğlen elbette kendimize “pasta” ve “tiramisu” ziyafeti çekmeden gemiye dönmüyoruz.
Gemi turu yapar ve Venedik'e gelirseniz bence kara turu almanıza hiç gerek yok, sizi tekne ile San Marco Meydanı yakınına götürüyorlar, kendiniz de kaybolmadan rahatça gezebilirsiniz, sokak köşelerinde “San Marco” ve “Rialto” tabelalarını takip etmeniz yeterli, gondolcular zaten müşteri sıkıntısı çektikleri için bir gondol gezisi için pazarlık bile yapabilirsiniz.
Bu kez vaktimiz kısıtlı olduğu için gidemedim ama siz günün birinde ister gemi turu ile ister Venedik'e gezi yapar giderseniz mutlaka eşsiz güzellikteki Burano ve Murano adalarına gidin, mutlaka zaman ayırın. Duraklardan “Venetto” dedikleri bizim boğaz vapurları benzeri vapurlarla bu gezileri kendiniz de tur almadan yapabilirsiniz.
Venedik’in 11 km kuzeyindeki Burano Adası, Venedik Lagünü içinde yer alan küçücük bir ada. Adanın en büyük gelir kaynağı turizm. Trafik olmadığı için sessiz ve sakin, huzur duyacağınız ada rengârenk evleri ve danteli ile ünlü. Dantel 16. yüzyıla dayanmakta ve komik, enteresan da bir hikâyesi var. Adanın erkekleri akşam eve sarhoş döndükleri için yanlış kapıyı çalmasınlar diye evler kadınlar tarafından farklı renklere boyanmış. Hatta bu renkleri unutmamaları için tekneleri bile evleriyle aynı renge boyanmış. Bu arada evlerin renklerini değiştirmek de izne bağlıymış. Öyle kafanıza göre evinizi boyayamıyorsunuz yani. Burano Danteli’nin özelliğini ise balık ağlarını onarırken geliştirmişler. Özel bir dokuma yöntemiyle işlenen bu dantelleri her aileden mutlaka bir kişi yapıyormuş. Adayı gezerken kanal boyunca rengârenk evler fotoğraflamaya doyamayacaksınız, adeta çocuklarımıza ve torunlarımıza okuduğumuz masal kitaplarındaki hayali kasabalar ve pencerelerinden çiçekler sarkan renkli evleri, dantel dükkânları, güler yüzlü insanları ile şipşirin. Gökkuşağının her bir rengine bürünmüş bir renk cümbüşü ve bu renklerin sudaki yansıması, adeta baharın gelişini müjdeleyen tabiatın bin bir renkleri gibi… Merkezdeki meydanda bir zamanlar deniz feneri olan San Martino Kilisesi’nin kulesi size Pisa Kulesi’ni anımsatacaktır.
Murano Adası ise cam işçiliği ile ünlü, ustasının elinden çıkan ürünler müthiş, fiyatlar biraz pahalı gelse de mutlaka almak isteyeceksiniz, bu kez de hangisini alayım sorunu başlayacak... Bu cam atölyeleri halen yaşamakta ve umarım da hep yaşar. Venedik’teki cam atölyelerinin tamamı duman ve yangın tehlikesi nedeniyle bu adaya taşınmış ve atölyeler, ustalar çoğalıp muhteşem ürünler ortaya çıkınca da ada cam ürünleriyle ünlenmiş. Adaya gidemeseniz de üzülmeyin Venedik’te Murano ürünleri satan epeyce dükkân var, fiyatları biraz daha yüksek olabilir elbette. Fiyat demişken Venedik’e giderseniz cam ürünler, magnet, maske vs. gibi ufak tefek hediyelik eşyalarınızı San Marco Meydanı’ndan uzaklaştığınızda alın, zira uzaklaştıkça fiyatların düştüğünü göreceksiniz. Her sene Şubat ayında yapılan Maske Festivali’ne hiç katılmadım ama dükkânlarda gördüğüm maskelerin çeşit ve güzelliğinden bu festivale de gelinmeli diye düşünüyorum. Ancak yağmur yağarsa ve San Marco Meydanı’ndan elinizde valiziniz otele gitmek bir hayli güç olabilir, tabii oteliniz bir kanal kenarında ise şanslısınız, bu otellerin gondollardan müşterilerini alan kapıları var.
Akşamüzeri Venedik'e veda ederek Giudecca, San Marco kanalını takip ederek San Marco Meydanı ve Giorgio Maggiore Kilisesi’ni geçiyoruz ve Adriyatik Denizi’nde bir sonraki durağımız İtalya çizmesinin tam topuk noktasında bulunan Bari'ye doğru yol alıyoruz.