Bir yaz günü Venedik’e trenle Floransa’dan ulaştım. Hızlı tren diğer trene göre biraz pahalı da olsa tercih etmeye değer. Hızlı tren saatte 230 km üstüne çıkarken normal tren maksimum 160 km civarı seyir etmektedir. Venedik benim hayallerimdeki şehirdi. Hatta uçak biletleri çok pahalı olduğu için buradan Bolonya’ya trenle geçmeyi ve uçakla İstanbul’a dönmeyi göze aldım.
İtalya tatilimde havanın sıcaklığıyla yorulmaya başlamıştım. Roma’dan Floransa’ya geçtiğimde heyecan doruklardaydı. Daha önce Venedik’e giden arkadaşlar buranın koktuğunu ve sıkıcı olduğunu iletmişlerdi. Ama ben ‘Turist’ filmini izlemiş biri olarak bu uyarıları önemsemedim. Önce şunu belirteyim yaz aylarında Venedik’te pis koku falan yok. Son olarak da dürüstçe şunu belirtirsem durum anlaşılır; hayatımda ilk defa sokakta kaybolmaktan keyif aldım! Bu iki cümleden sonra şehir hakkındaki görüşlerim anlaşıldı sanırım. Yine başa dönersem yorgun bir şekilde S. Lucia tren garına ulaştım. Elimde bavulum tren garından dışarı adımımı attım ki karşımda muhteşem Venedik…
Anlatılmaz yaşanır derler ya; önümde kana içerisinde gondollar ve motorlar, bir yandan fotoğraf çeken turistler bir yandan koşuşturan satıcılarla beraber inanılmaz bir hengame içine düştüm. Venedik çok nemli ama harika bir yer, ayrıca küçük de değil. Bir günde biter diyenler halt etmiş. En az üç gün ayırın. Çünkü şehre bağlı ayrı adalar da var. Tek ulaşım aracı feribot. Kanallar çok olduğu için feribot ile her yere ulaşabiliyorsunuz. Tabi gondol ve deniz taksi de var ama çok pahalı. 12 saatlik sınırsız feribot 18 euro. Şehri görmek için bire bir! İlk gün istasyondan S.Marco meydanına kadar yürüdüm. Sürekli küçük taş köprüler geçiyotim ve her dakika fotoğraf molası verdim. Hayran kalmamak elde değil. Gece de çok güvenli. Hostele giderken sokakta kayboldum. Ama önemli değil. Kaybolunca daha güzel yerler gördüm.
İlk gün, 2 numarali feribot hattı ile Lido adasına geçtim. Görülmesi gereken bir şey yok. Ama büyük kanaldan geçtiği için Venedik’ i iyice görmüş oldum. Yatay yönde uzayan sakin bir adaydı. Oradan Burano’ ya aktarma yapmak için Punta Sabbioni’ye uğradım. Asıl merak ettiğim tavsiye üzerinde gideceğim Burano ve Murano idi. Bu arada da Venedik‘i deniz yoluyla tamamen dolaşmış oldum. Burano’ ya vardığımda tekrardan büyülendim. Rengarenk evleriyle küçük ama mükemmel bir yer. 1 saat yeterli. Ama eminim çok keyif alacaksınız. Birbirine bitişik kırmızı, sarı ve yeşil evler, küçük kafeler, minik köprüler, taş bir meydan, kilise, sessizlik ve biraz huzur beni karşıladı. Oradan cam işçiliğiyle ünlü Murano’ ya geçtim. Burası daha büyük bir ada. El yapımı cam işleriyle çok popülerdir. Sergi tipinde çok sayıda dükkan var. Birden çok feribot durağı olduğu için indiğiniz yerden binmek zorunda değilsiniz. Bu arada iki ada arasında Cemitrio diye dışardan kale ada gibi gözüken bir durakta durduk. Burası kentin mezarlığıdır. Tabi mezarlığı da Venedik içinde beklemek garip olurdu. Zaten böyle bir yere de deniz üzerinde ada şeklinde bir mezarlık yakışırdı.
San Marco Meydanı: Kentin nabzının attığı meydandır. Deniz kenarına paraler yer alan geniş meydan fotoğraf tutkunlarının uğrak yeridir. Meydana yakın çok sayıda önemli yapı bulunur. Geniş alanda restaurantlar ve açık alanda müzik keyfiyle beraber mükemmel bir yerdir.San Marco Bazilikası: San Marco Meydanı’nda yer alan bazilika Bizans mimarisi örneklerindedir. Dük’ ün sarayına bitişik bir konumdadır.
Aziz Mark’ın Çan Kulesi: Şehirdeki en yüksek yapılardan biridir. Deniz tarafından gelirken veya San Marco meydanında yürürken görmemek mümkün değildir.
Palazzo Ducale: Venedik Gotik tarzında inşa edilmiş bir saraydır. Ahlar köprüsü ile kendisini Palazzo dele Prigioni’ye bağlamıştır.
Ahlar Köprüsü: Venedik’teki en ünlü iki köprüden biridir. Hatta o kadar ünlüdür ki köprünün kopyasını Cambridge bile görebilirsiniz. Palazzo dele Prigioni ve Palazzo Ducale’yi birbirine bağlayan köprü 1602 yılında inşa edilmiştir.
Rialto Köprüsü: Büyük Kanal’da yer almaktadır. Şehrin en ünlü köprüsü iki sıra geniş merdivenlerden oluşmaktadır. 1591 yılında yapılmıştır.
Santa Maria della Salute Bazilikası: Şehrin en ünlü kiliselerinden biridir.
Venedik Festivalleri:
Venedik Karnavalı: Maskeler ve kostümlerle meşhur festival her yıl şubat ayı sonunda yapılmaktadır. Kentin içinde çok sayıda maske satan dükkana rastlanır. Bunların arasında el yapımı üretim sağlayan çok ünlü mağazalar bulunur.
Venedik Film Festivali: Ağustos sonu – Eylül başı
San Marco Festivali: Festival San Marco Bazilikası’nda başlayan ve gondol yarışlarının yapıldığı festival. (25 Nisan)
Festa Medioevale del vino Soave Bianco Soave: Ortaçağ esintileri taşıyan festivalde gelenekselmüzik ve tiyatro gösterileri yapılır.
Vogalonga: 3000’in üzerinde kişinin katıldığı kürek yarışlarıdır. (Mayıs)
Serenissima: Offshore Grand Prix motorboat yarışı. (Haziran ayının ilk Cumartesi günü)
Redentore Festivali: Akşam saatlerinde ise havai fişek gösterilerinin yapıldığı dini ögeleri barındıran festivaldir. Temmuz’un 3. Haftası (Tatilimde kılpayı kaçırdığım festivaldir. Yerliler, akşam saatlerinde uzun bir havayi fişek gösterisi olacağını iletmişti).
Opera Festivali: Bu dönem süresince devam eden müzik, performans sanatları etkinlikleridir. (Eylül başı)
Venedik Maratonu: Ekim ayıFesta della Madonna della Salute: Gondollar ile Grand Canal’dan Santa Maria Bazilikası önünden geçiş yapılan tören. (21 Kasım)
Venedik’ten dönüşü yapacağım Bologna’ ya geçtim. Bolonya gittiğim şehirler içinde en ucuzuydu. Sıralama yaparsam Bolonya, Roma, Floransa ve Venedik diye devam ederim. Özellikle Venedik’te harcamalarım tavan yaptı. Ama her şehirde olduğu gibi ucuza hostel bulabildim. Festivali kılpayı kaçırdığım için çok üzgündüm. Venedik’ gitmekle hayatımın en iyi kararını vermişim. Normalde bu koca dünyada gördüğüm şehri ikinci kez görmeyi tercih etmem. Benim için Venedik istisna konumundadır. Özellikle sevgilimi alıp Angelina Jolie ve Johnny Depp’in oynadığı Turist filmindeki otellere benzer bir yerde kalacağım. Allah sonumu filmdeki hallere benzetmesin!