Venedik’teki en önemli yapılardan biri Aziz Marcos Bazilikası (Bazilica di San Marco). Farklı boyutlardaki 5 kubbesi ve 500 sütunu olan zarif ve ihtişamlı bir yapı. 830 senesinde İskenderiye’den Venedik’e kaçırılan Aziz Marcos’un defni için önce bir şapel yapılmış. 976’da orijinali ahşap olan kilise yanmış. 1063-1094 yılları arasında bugünkü hacmine kavuşmuş. Bunu takip eden 300 yıl boyunca dış cephesi mermer kaplanmış ve çeşitli heykeller ve figürler ile süslenmiş.
Bazilika süslemelerinin çoğu doğudan savaş ganimeti olarak getirilmiş. Bunlardan biri de Bazilikanın ön yüzünde yukarıdan San Marco Meydanı'na bakan “Mahşerin 4 Atlısı heykeli". Ancak tabii ki buradaki bir replikası. Orjinali ise hava koşullarından etkilenmemesi için bazilika içindeki müzede sergileniyor. Kilisenin içinde de 13. yy.a ait Bizans ve Rönesans mozaikleri bulunuyor.
Bazilika’da Altar’ın arkasında Hıristiyan âleminin en değerli hazinelerinden biri olan Altın Pano (Pala d’Oro) bulunuyor. Bu pano 12. yy’da işlenmeye başlamış, 14. yy’da bugünkü halini almış. İncil’den pek çok sahnenin işlendiği bu pano 1.300 inci, 300 safir, 300 zümrüt, 400 lal taşı, 90 ametist, 75 kırmızı yakut, 15 yakut, 4 topaz kullanılarak yapılmış muhteşem bir pano. Panodan da öte gerçek bir hazine...
Bazilika’nın karşısında ise 20 bin kazık üzerine kurulduğu söylenen San Marco Meydanı yer alıyor. Napolyon buraya “Dünya’nın en güzel misafir salonu” demiş. Rönesans, Barok ve Neo-klasik stilinde inşa edilmiş kemerli hazine ofisleri U şeklinde sıralanmış. Günümüzde bu ofis binaları çok şık kuyumcular, hediyelik eşya dükkanları ve şık butiklere dönüştürülmüş. Yine burada çok hoş kafeler yer alıyor. Bu kafelerde oturup canlı müzik eşliğinde kahvelerimizi yudumlamak çok keyifli. Ne de olsa burası dünyanın en güzel misafir salonu.
Meşhur Kazanova da Venedik’i terk etmeden önce son kahvesini burada içmiş. Bu arada hatırlatmak da fayda var; İtalya’da özellikle de Venedik’de restoran ve kafelerde oturarak bir şeyler yiyip içmek, ayakta yemekten en az iki kat daha pahalı. Bu yüzden pek çok kişi yiyecek ve içeceklerini alıp ayakta yemeyi tercih ediyor.
Kahvelerimizi içip ara sokaklardan, şık dükkânlar arasından geçerek Rialto Köprüsü'ne doğru ilerliyoruz. Daracık sokakların köşelerinde gidilebilecek turistik yerlerin levhaları asılı.
Rialto, Venedik şehrinin ticaret merkezi, şehrin kalbi konumunda imiş. Bir başka deyişle Venedik’in mutfağı veya oturma odası olarak tanımlanıyor.
Rialto Köprüsü'nden manzara çok güzel. Binaların kanaldaki akisleri, gondollar, gondolcuların serenadı hafızalarda hoş bir görüntü bırakıyor.
Rialto Köprüsü büyük kanal üzerine çok şık zarif mermer eğimli bir köprü. Köprünün iki yanında küçük küçük şık dükkanlar bulunuyor. Bu köprü önceleri dubalar üzerinde bulunan açılıp kapanan ahşap bir köprü imiş. 1588-91 yılları arasında bugünkü halini almış.
İnanışa göre bir dilek tutup köprünün diğer ucuna kadar gidip geliyorsunuz, bu arada hiç konuşmazsanız dileğiniz gerçekleşiyor. Tabii biz de dileğimizi tutup köprünün diğer ucuna gidip geldik. Bizim için kolay oldu. Ama çok konuşan İtalyanlar için hayli zor olsa gerek.
Köprüden karşıya geçiyoruz. Burada bir pazar kurulmuş. Yolun iki yanındaki tezgahlarda çeşitli hediyelik eşyalar, deri ayakkabılar, çantalar, maskeler, cam objeler, ayrıca hamur işleri ve peynir çeşitleri bulunuyor. Venedik’in geleneksel şarap barları da bu bölgede bulunuyor. Biraz daha ilerleyince büyük kanal kenarında kurulmuş olan meyve-sebze ve balık pazarına geliyoruz. Şifalı otlar, kuşkonmazlar, minicik enginarlar ve İtalyan hindibağlar ağırlıkta. Balık pazarında ise ahtapot, mürekkep balığı, istiridye çeşitleri ağırlıklı olmak üzere çok çeşitli deniz canlılarını görüyoruz.
Ayrıca büyük kanalın girişinde tepesinde büyük bir dünya figürü bulunan devasa gümrük binasını (Dogana di Mare) görüyoruz. Büyük kanalın girişini gösteren bu bina, 17. yy.dan kalma gemi kontrol noktasıymış.
Yine büyük kanalın girişinde Santa Maria della Salute kilisesi bulunuyor. Bu kilise de Aziz Marcos Bazilikası ve Dükler Sarayı kadar gözde bir yapı. “Salute” esenlik ve kurtuluş anlamına geliyor, bu nedenle bu kilise Esenlik ve Kurtuluş Kilisesi olarak anılıyor.
1630’da yaşanan veba salgınında halkın 1/3’ü hayatını kaybetmiş. Salgın sona erdiğinde Bakire Meryem’e şükran için yapılmış sekizgen bir kilise. Bataklık zemine bu büyük yapıyı yapabilmek için 1 milyondan fazla meşe kazık çakmışlar.
Venedik denilince akla ilk gelen şey “gondollar” oluyor tabii ki. Günümüzde gondollar taşıma aracından çok turistik bir cazibe haline gelmiş. 11. yy.dan beri kullanılıyor. 1.40 metre eninde olan gondolların her biri el yapımı ve her biri 280 parçadan oluşuyor.
Gondollar önceleri rengarenkmiş ama 1562’den itibaren diğer renkler yasaklanmış. Şimdi hepsi siyah ve iç koltukları kırmızı. Her yıl yalnızca 12 adet gondol yapılıyormuş.
Gondollara binmenizi mutlaka öneririm, Venedik’in olmazsa olmazı. Biraz pahalı ama kesinlikle değer. Dar kanallardan geçerken gondolcuların birbirine çarpmadan geçmeleri, birbirleri ile konuşmalarını gözlemlemek bile çok hoş. Hatta bir de serenad dinlemek isterseniz onun ücretini ayrıca ödüyorsunuz. Kanallar boyu bir sürü köprü altından geçiyoruz. Küçücük balkonlardan sarkan çamaşırlar, renkli çiçekler Venedik’in siluetini süslüyor.
Biz gezerken bir evde tadilat vardı. Kanaldaki bir sandalda harç karıştırılıp yukarıya çıkartılıyordu. Bize ilginç geldi. Gondolcuların kıyafetleri de ilginçti. Hepsi siyah-beyaz çizgili tişört, siyah kurdeleli beyaz şapka, siyah pantolon ve ayakkabı.
Venedik karnavalından söz etmeden olmaz. 18. yy.dan beri Aralık’tan Haziran ayına kadar 6 ay boyunca karnavallar yaşanırmış bu şehirde. Herkes siyah uzun pelerinler giyer, üç boynuzlu şapkalar ve beyaz maskeler takarak eğlenirlermiş. Bu kıyafetlerle asla tanınmadıkları için aristokrat sınıfı ile halk birbirine karışıyor ve kaynaşıyormuş. Ancak tabii bu dönemde de her türlü kaçamak ve suç işleniyormuş. İşler iyice çığırından çıkınca karnaval yasaklanmış.
Ancak 1979’dan beri yalnız Şubat-Mart aylarında ve kontrollü olarak yapılıyor. Karnaval zamanı sokak partileri, maskeli balolar ve çeşitli gösteriler turistleri buraya çekiyor.
Venedikliler Akdeniz ile evli olduklarını düşündüklerinden her yıl Mayıs ayında nikâh tazelemek için denize yüzük atma törenleri düzenliyorlar.
Bu rüya şehirde konaklamaya gelecek olursak, lüks ve kaliteli bir otelde konaklayacaksanız tercihleriniz arasında olması gereken otellerden biri Centurion Palace. Salute Bazilikası’nın yanında bulunuyor ve Büyük Kanal’ı gören bir manzaraya sahip. Bunun yanında ekonomik düşünenler için ise Campo Santo Stefano yakınında bulunan ve 16. yüzyıldan kalma bir binada bulunan Palazzetto Pisani düşünebilir. Otelden Büyük Kanal’a doğrudan ulaşım imkanı bulunuyor.
Hotel Danieli ise 14,19 ve 20. yüzyıldan kalma 3 binadan oluşan tarihi bir binada bulunuyor. Otel atmosferi ile Venedik’in tarihini yansıtıyor denebilir. Sırf bu nedenle bile tercih listenizde üst sıralarda bulunması gereken otellerden. Bunların önerilerin yanında daha fazla otel seçeneği için buradan booking.com’a girebilir ve Venedik otellerine göz atabilirsiniz.