Fransa’daki keyifli yollar daha sonradan bol bol gezeceğimiz Luberon bölgesinin enfes köylerinin arasından bizi Provence bölgesinin en önemli kentlerinden birine ulaştırıyor: Avignon.
Avignon bir kültür, sanat ve tarih kenti. Surlarla çevrili eski kent merkezinin içi adeta bir açıkhava kültür sarayı. İlk akşamı ev sahibimiz Pierre’in zemin kat dairesinde geçiriyor, akşam yemeğimizi ise yine Pierre’in zevkli tavsiyesi üzerine kentin surlarının içinde mütevazı ancak keyifli bir restoranda yiyoruz.
Akşam saatleri geceyarısına kadar dahi sokaklar müzisyen ve diğer sanatçılarla dolu, duvarlar ise o sıralar yapılmakta olan tiyatro festivalinin çeşitli ilanlarından geçilmiyor. Tüm kent sanki arkadaş, herkes hep birlikte bir tiyatro oyununa gitmiş ve çıkışında sokaklarda perdeyi indirmemeye kararlı. Sanki Shakespeare’in dediği gibi: “Tüm dünya bir sahne, tüm insanlar birer oyuncu”.
Sabah kahvaltımızı eski kentin ana caddesinde, hükümet konağının karşısındaki cafelerde yiyoruz. Tabi ki kahve ve kruvasan menünün vazgeçilmezleri. Sokaktan geçen tiyatro kumpanyası çalışanları oyunlarından küçük parçalarla bizi akşamki gösterilerine seyirci olmaya davet ediyor. Ah keşke çok iyi Fransızca’mız olsaydı da bu sanat gösterilerinden mahrum kalmasaydık. İşin görselliğinden aldığımız keyifle idare ediyor ve şehrin sanat havasını soluyor, tüm günü Avignon’un sanat dokusunda geçiriyoruz. Ertesi gün bizi tarih ve kültür turu bekliyor.
Avignon’da ikinci gece konaklamak için seçtiğimiz, aynı zamanda tüm seyahatimizin de en lüks konaklama durağı olan Chateau de Varenne şehrin 20km kadar dışında, Ren Nehri kıyısı boyunca kıvrılarak uzanan muhteşem yollarla ulaştığımız Sauveterre isimli köyde yer alıyor. Şato 1610’da yapılmış ve 19. yüzyılda Napolyon’un “mükemmel vali” dediği Avignon valisi Guillaume Puy tarafından satın alınmış. 1. Dünya Savaşı yıllarında otele çevrilen şato, Provence’ın lüks oteller listesinde önemli bir yer tutuyor.
Avignon’da ki otel seçenekleri oldukça geniş. Avignon’un merkezinde 16. Yüzyıldan kalma bir binada yer alan Hotel d'Europe şehirde ki güzel otellerden biri. Avignon köprüsüne 5 dakikalık bir mesafede bulunan otel, tarihi mimarisiyle de oldukça iyi bir tercih olabilir. Şehrin güzel bir sokağında yer alan ve Palais des Papes Sarayı’na 15 dakikalık bir yürüme mesafesinde ki Bristol otelde, fiyat ve kalite açısından çok uygun. Konumu dolayısıyla hem iş hem de tatil için ideal bir seçim olabilir. Bu otele ek olarak aynı bölgede bulunan Novotel Avignon Centre’yi de düşünebilirsiniz. Bu otellerin yanında Avignon’da bulunan diğer otel alternatiflerine de göz atmak isterseniz, buradan booking.com’a girebilir ve isterseniz rezervasyon da yapabilirsiniz.
Şato girişinde sizi avlu demenin epey zor olacağı geniş bir düzlük, minik bir koruluk, üzerinde yüzlerce yıl yaşında ağaçlar ve alt tarafında içerisinde bir açık hava havuzunun olduğu geniş bir bahçe karşılıyor. Şatonun dekorasyonu 17. yüzyıl stilinden fazla bir şey kaybetmemesine rağmen, son derece bakımlı, zevkli ve gerekli modern donanıma sahip. İşletmecisi Slyvie’nin canayakın konuşmaları ve sevimli, aksanlı İngilizcesi’yle aldığımız tarif bizi civar köylerden birinde enfes bir restoranda akşam yemeğine götürüyor. Fransız tartarı, Luberon bölgesinden seçilmiş bir gövdeli şarap, İngilizcesinin “French fries” (Fransız kızartması) olmasına şaşmamak gereken nefis patates kızartmaları ile muhteşem bir akşam yemeği yiyoruz.
Ertesi gün şatoya ve Slyvie’ye veda ederken, anı defterine “Tekrar geleceğiz” yazıyor ve Avignon’a geri dönüyoruz. Bu kez rotamız Chateau du Papes, yani Papalar Sarayı.
Avignon’un ikinci adını sorsanız, Fransızlar “Papalar Kenti” der. Sebebi ise 1309 ve 1423 yılları arasında Katolikliğin merkezindeki en önemli kentin Avignon olması. 14. yüzyılda Roma ve Avignon katolik hristiyanlığın iki önemli güç odağı olarak devamlı bir rekabet içindedir ve birçok kardinalin kendilerini Papa ilan etmesi sonucu katolik dünyası 40 sene süren bir krize girer. Sonunda 1377 yılında Constance Konseyi tarafından sonuca bağlanan bu süreçte Papalığın dünyadaki merkezi Roma değil, Avignon’daki Papalar Sarayı olur. Bu büyük tarihi mirası ile Avignon UNESCO’nun Dünya Kültür Mirasları listesindedir.
Papalar Sarayı, Ren Nehri üzerindeki Avignon Köprüsü ve çevredeki birçok tarihi bina, Avignon’a gidince mutlaka görülmesi gerekenler. Şansınız varsa şehrin damarlarından taşan sanat kanı sizi tarihi binaların girişlerinde bir çingene sokak orkestrası ya da sarayın içerisinde modern sanat sergisi şeklinde karşılayacak.
Avignon’dan ayrılırken kendimizi sıcağa rağmen iyi hissediyoruz. Gezmek görmek olgunlaşmanın bir parçasıdır ya? İşte Avignon bize tarihle ilgili öğrettikleri ve sanatın hayatı ne kadar güzelleştirdiğiyle ilgili verdiği dersle daha olgun insanlar yapıyor. Artık Luberon’un doğasına karışma vakti.