İtalya’nın Napoli Şehrine yolunuz düşerse mutlaka Capri Adası’na en azından bir gününüzü ayırmanızı tavsiye ederim. Adaya, Napoli’den aynı bizde olduğu gibi iki tür deniz taşıtı gidiyor; biri bizim araba vapurlarımız gibi olanlar ki, yaklaşık 1.5 saat sürüyor, ama adaya yaklaşırken çektiğiniz fotoğrafların güzelliği o 1.5 saate değiyor.
Uzaktan da olsa denizdeyken Vezüv dağını geçerken insanın bütün tüyleri diken diken oluyor. Diğer ulaşım aracı ise, bizdeki deniz otobüsleri gibi, hızlı olan ferry’ler, yaklaşık 45 dakikada adaya varıyorsunuz. Bu arada Sorento’dan da adaya gemilerle geçiş var.
Tabii bunlar, her ne kadar aracınızı taşıyan gemiler olsalar da, eğer adada yaşamıyorsanız aracınızı adaya götürmeniz yasak, Napoli’de limandaki otoparka park etmeniz gerekiyor.
Motorsiklet ile gittiğimiz için inanılmaz bir hayal kırıklığıydı bizim için, ama adaya gidip te araba ve minibüs bozması araçların birbirini sıyırırcasına geçtiğini gördükten sonra neredeyse motoru almadığımıza sevindik bile diyebilirim. Buradaki minibüs şoförleri sanırım hiç sorun çekmeden İstanbul trafiğine de büyük uyum sağlayabilirler, öyleki virajları sıfır hata ile tereddütsüz dönüyor olmaları bende hayranlık uyandırdı.
Capri Adası; Anacapri ve Capri bölgesi olmak üzere iki bölgeden oluşuyor. Anacapri, adanın daha yüksek olan kısmında yer alıyor ve Capri’ye yaklaşık araba ile 10 dakika süren inanılmaz güzellikteki bir yolla ulaşılıyor. Anacapri’de alışveriş yapabileceğiniz ve adanın ünlü likörü Limoncello tadabileceğiniz bir sürü dükkan var.
The Phonenician Steps, yani 800 tarihi basamağın denize kadar indiği basamaklar da Anacapri’de. Capri şehri ise; adanın esas yerleşim alanı, Marina Picola ile Marina Grande adında iki bitişik limanı var. La Piazzetta, Capri’nin merkezinin adı. Santo Stefano Katedrali ve küçük bir alan ile birçok cafe burada bulunuyor.
Bu arada Capri kelimesinin ilk anlamı Yunanlılara kadar gidiyor ve Latince’de ‘Capreae’ yani keçi ya da ‘Kapros’ yani vahşi domuz’dan türemiş olacağı varsayılıyor, ama bana nedense adanın yollarını gördükten sonra keçiden türemiş olması daha mantıklı geldi.Ada aslında çok küçük ama yine de görülecek belli başlı yerler var; Marina Piccola (küçük liman), denizden yükselen kireçtaşı kayalıklar (Faraglioni), Anacapri, villaların sıralandığı panaromik gezinti yolu Tragara Belvedere, Roma İmparatorluk villalarının kalıntıları ve Mavi Grotto (Grotto Azzurra).
Taksi ile otele ilerlerken taksi şoförünün ısrarla teleferiğe mutlaka binin demesiyle aklıma Rio’daki gibi bir teleferik geliyor, amaCapri’deki feniküler sistem bizim Karaköy-Beyoğlu hattı gibi en fazla 3 dakika sürüyor.
Ama çıktığımız noktadan çektiğimiz fotoğraflar hakikaten çok güzel, ayrıca kalabalıktan ve meydandan biraz uzaklaşıp harika terası olan bir restaurant buluyoruz Capri’s Restaurant. Adaya gitmeden önce tripadvisor’dan mutlaka restaurantlara bakıp beğendiklerinizi işaretleyin. İnanılmaz güzellikte manzarası olan restaurantlar var.
Capri Adası’nın neredeyse simgesi haline gelmiş Faraglioni’yi yakından görmeniz için mutlaka adanın etrafına bir tekne turuna katılmanız gerekiyor.
Dilerseniz daha az bir ücret ödeyerek birçok kişiyle beraber büyük bir tekneye binebiliyor ya da oldukça yüklü bir ücret ki, bu biz oradayken 150-200 euro arasındaydı, kendinize özel bir tekne kiralayabiliyorsunuz.
Kendinize ait bir tekne olduğu zaman hem Grotto Azzura’yı, yani mavi mağarayı, dilediğiniz kadar vakit geçirerek görebiliyorsunuz ya da istediğiniz yerde denize girebiliyorsunuz.
Tekneler adanın etrafındaki hemen hemen her mağaraya birkaç dakikalığına girip çıkıyorlar.
Bir yandan merakla incelerken bir yandan da içim acıyor, biz neden ülkemizin kayalıklarını İtalyan’lar kadar pazarlayamıyoruz ki??
Tekneler Faraglioni’nin içinden geçerken İtalyanlara özgü romantiklik devreye giriyor ve kayalıkların altından geçerken öpüşmenin iyi şans getireceğini söylüyor teknenin rehberi. Faraglioni’yi tekneden değilde kıyıdan görmek isterseniz sanırım Marina Piccola’da Ciro’ Restaurant’ın (http://www.capri.net/en/c/terrazza-ciro-a-mare) terasını tercih edebilirsiniz.
Teknedeyken adanın ünlü villalarını da uzaktan görebiliyoruz ki, bunlardan biri Svarowski ailesinin, diğeri Berlusconi’nin. Mariah Carey’in de adada bir villası varmış.
Biz çokta farkında olmadan en iyi zamanında adayı ziyaret etmişiz, adayı görmenin en ideal zamanları ilkbahar ve sonbahar deniyor, çünkü yazın günde 10.000 ziyaretçi gelebiliyormuş. 10.000 kişinin limanda tekne sırasına girdiğini düşünmek bile korkunç.
Vaktiniz kalırsa Mount Tibero’nun üzerinde Romalılar döneminden kalma 12 adet villa’da görülmeye değer. Bir diğer ünlü villa ise, Anacapri’de 19.yy. sonlarında yapılmış Villa San Michele. Müthiş bir liman ve deniz manzarasına sahip.
Bazı yerleri gördükten sonra filmlerde gördüğünüz sahneler gözünüzde canlanır ya, bana da işte öyle oldu. Sophia Loren ve Clark Gable’in 1960’lı yıllarda başrollerini paylaştıkları, It Started in Naples filminin çoğunluğu, işte bu adada çekilmiş.
Bu küçücük ama muhteşem sevimli adanın Capri tarafında, Mayıs’ta San Costanzo festivali ve yelken yarışması ile Temmuz’da yüzme yarışmaları yapılıyor. Anacapri bölümü ise,Ağustos’ta Klasik Müzik konserlerine ve Uluslararsı Folklor festivaline ev sahipliği yapıyor. Capri Film Festivali ise Aralık ayında..
Biz Booking.com’dan otel rezervasyonumuzu yapıp, Hotel Weber Ambassador’da kaldık (www.hotelweber.com). Eğer yaz aylarında Capri’ye gidecekseniz güzel bir seçenek çünkü hemen aşağısında çok güzel bir plajı var. Adadan ayrılmadan hemen önce sokakların arasında gezerken bir evin önünde yatmış kedileri görünce ‘Ben de mi Capri kedisi olsam diye içimden geçiriyorum’…
Yazı ve fotoğraflar: Banu Demir