Cruise ile Karadeniz Turu

Aylar öncesinden Amerika’daki acentem vasıtası ile kişi başı 1000$ gibi makul bir fiyata dış kabin rezervasyonu yaptırdığımız, 13 günlük Karadeniz kruvaziyer maceramızı, her yıl olduğu gibi yine annemiz ve biz çocukları olarak hep birlikte gerçekleştirdik. Annemizle beraber geçireceğimiz bu 4. kruvaziyer gezimizde enteresan bir rotamız vardı. 86 yaşındaki annem uçak ile uzak şehirlere gitmek istemediğinden İstanbul’dan kalkan bu sefer, bizim için bulunmaz bir fırsat oldu. Hem şimdiye kadar görmediğimiz yeni şehirleri tanıyacak, hem de Celebrity Constellation gemisini tanıyacaktım.

Lükslüğü ile meşhur bu şirketin, kabin fiyatı da her zaman diğer cruise şirketlerine nazaran biraz daha pahalı olmuştur. Gezimiz İstanbul’dan başlıyor ve bu seferde gemimiz boğazı kuzeye doğru kat ediyordu.  Enteresan. İstanbul boğazını hiç bu kadar yüksekten, heybetli bir gemi ile geçmemiştim.

İlk durağımız Bulgaristan’ın en büyük limanı olan Burgas. Daha sonra Varna, Köstence ile yolumuza devam edeceğiz. Programda Yalta ve Odessa limanları vardı. Ancak Ukrayna’daki savaş nedeniyle rotamızı değiştirerek sürpriz bir şekilde Trabzon ve Sinop şehirlerini denizden görmek nasip oldu. Evet, çok farklı bir deneyimdi ve sizlere bunların hepsini aktaracağım. Daha sonra gemimiz tekrar İstanbul boğazından güneye inerek Yunanistan’ın Mikanos adasında mola verecek. Mikanos sonrası yönümüz yine kuzey batıya Atina’nın Pire limanına dönecek ve daha sonra Kuşadası’nda mola vereceğiz. Kuşadası’ndan sonra İstanbul’a dönecek ve bu eşsiz şehrin tadını daha çok çıkarmak için 1 gece daha gemide misafir olup 13. günde artık seyahatimize son vereceğiz. 

Bu yazı dizimde sizlere bu limanları siz cruise severlere denizden gelerek, günübirlik nasıl tanıyabileceğinizi ve nereleri görmeniz gerektiği konusunda bilgiler vereceğim.

Gemiye Biniş

Karaköy kruvaziyer terminaline saat 11.00 gibi giriş yapıyoruz. Amanın ne de uzun bir check-in kuyruğu var. Celebrity, İstanbul’u Home port (Tur başlangıç limanı) yaptığı için bu gemiye girişler buradan yapılacak. Tabii ki yabancılar çoğunlukta ve 2200 kişilik gemi yolcusunun bu seferinde sadece 40-50 kadar Türk var. Biz sıradayken, bizim Türk olduğumuzu gören gümrük polisi bizi hemen kuyruktan çıkarıp gümrük muayenemizi hızla, hiç bekletmeden yaptırdı. Canım Türkiye'm. Diğer limanlarda geçtiğim cruise terminalleri arasında bir kıyaslama yaparsam burası da fena değil ama şu anda inşaat devam ettiği için Galata Port projesi bittiğinde en güzellerinden biri olacağından da eminim.

Bavullarımızı teslim ettikten sonra gemimize biniyoruz ve öğlen olması dolayısıyla hemen kısa bir gemi turu ile 12. kattaki restorana çıkıyoruz. Havuz başından geçerken ailece bu geleneksel selfie pozumuzu çekmeyi de ihmal etmiyoruz. Çok şükür hep beraber yine gemilerdeyiz. Yemekten sonra üst ön salonu keşfediyoruz ve panoramik bu salonun geniş camından geminin kalkış ve İstanbul’un bu sefer kuzeye doğru boğaz manzaralarını keyifle izleyerek maceramıza başlıyoruz. İşte size oturduğumuz yerden birkaç Boğaz manzarası sunuyorum.

Tabii ki Boğaz Köprüsü’nün altından geçerken bu artistik pozu da vermeyi ihmal etmiyorum. Bir de yeni 3. köprünün ayaklarının bugünkü seviyesini sizlere gösterdikten sonra bugün neşeli olmama rağmen biraz keyifsizdim. Türkiye’nin ilk cruise anı yazarının, yani bendenizin nesi vardı acaba? Havanın serin ve rüzgârlı olması bu tatsızlığın nedeni olabilir mi? Yoksa başka nedenler mi var işin içerisinde? Kalbinde bir sızı mı hissediyorsun geride bıraktıkların için? Kimi geride bırakacaksın ki bütün ailen yanında değil mi?

İşte bu sorular aklımı meşgul ederken birden nişanlı olduğumu ve insanın sevdiğini özlemesinin nasıl bir duygu olduğunu epeydir unuttuğumu hatırladım. Birden duygularım depreşti demek ki… Niye o da benimle burada değil ki dedim. Ama bu bir anne ve çocukları gezisi; damatlar ve gelinler yok. E bir de üstüne üstlük hava da böyle rüzgârlı, deniz de dalgalı olunca, bakalım Burgaz’da yarın neler yaşayacağız.

Burgaz

Güzel bir kahvaltının ardından kız kardeşim Billur ile birlikte gemimizin yanaştığı limandan dışarıya çıkmaya ve gelmişken etrafı dolaşmaya karar verdik. Zaten gemimin yanaştığı liman, şehrin ana çarşısına 15 dakikalık yürüyüş mesafesinde olunca, istediğin zaman yuvana gir, çık, tekrar şehre in, geri gel yemek ye, git, gel, ohh be diyorum. Rahatlığa bak. Burada küçük bir terminal binası var. Çıkınca yine her zamanki gibi tur otobüsleri yolcuları karşılıyor.

Bu arada geminin turlarına da tur listesinden bir göz atıyorum. 1. sırada Bulgaristan’ın tatil şehri ve Dünya Miras Listesi’nde bulunan Nessebar gezisi var. Burası Burgaz’a 35 km uzaklıkta ve Avrupa’nın en eski yerleşim yerlerinden biri olduğu söyleniyor. Bir yarımada üzerinde kurulu ve Bizanslılar zamanından kalma 5. ve 15.yüzyıllara ait kiliseleri ve Osmanlı zamanından kalma taş ve ahşap evleri ile meşhur olan bu antik Nessebar kenti aynı zamanda içinde 250 den fazla orijinal yağlıboya duvar resimlerini barındıran 11 ve 13. yüzyıllardan kalma St. Stefan Kilisesi ile de meşhurmuş. Tur fiyatı 40$.

2. sırada Sozopol şehri gezisi bulunuyor. Burası da arkeoloji müzesi ile meşhur romantik bir sahil şehri imiş. Tur ücreti 36$. 3.sırada size gemide bulunan Türk tur rehberimiz Hakan Avcıların yaptığı Neşebar ve Erkech Bulgar köyü turundan bahsedebilirim. Bu otantik köyde folklor gösterisi eşliğinde doğal bir öğle yemeği dahil tur fiyatı 70 €.Bu turda antik şehir turu öğle yemeği ve Neştinarların ateş dansı gösterisi de dahilmiş. Haydi, bakalım kolay gelsin. Biz iki kardeş şehre iniyoruz ve karşımıza ilk olarak eski tarihi binası ile tren istasyonu çıkıyor.

Daha sonra Alaxsandrovska Caddesi boyunca yukarı doğru ilerliyoruz. Bu cadde araç trafiğine kapalı ve tertemiz, cafe ve dükkanları ile Burgaz’ın gezilebilecek tek ilgi çekici yerlerinden birisi. Çok uzun ve geniş olan bu cadde üzerinde, sağlı sollu sokaklara da girerek, terminalden edindiğimiz haritaya sadık kalarak, bir çok tarihi bina ve parkları ziyaret ediyoruz. İşte bunlardan birkaçı; St. Nikolas Takı, arkeoloji müzesi, tarihi saat, drama tiyatrosu, Doğu Katolik Kilisesi, Kilometre Taşı, Ermeni Apostol Kilisesi, Burgaz Belediye Binası, St. Mary Virgin Ortodoks Kilisesi, Lermontos’un Evi, Ulusal Kukla Müzesi, Opera Binası, Adliye Binası, pusula taşı ve daha niceleri…

E bu kadar dolaştıktan sonra bir kahve molasını hak ediyoruz değil mi? Wi-fi olan hoş bir kafede mola veriyoruz. Sonrasında biraz da parkları dolaşıyoruz ve alışveriş yapacak bir niyet  de olmadığına göre saat 15.00 gibi öğle yemeği için gemimize dönüyoruz. O güzelim yemekleri atlamayalım lütfen. Gemimiz gece 23.30’a kadar burada. Dışarıya istediğiniz zaman girip çıkabilirsiniz. Yeter ki yanınızda gemi kartınız olsun. E hava da zaten limoni, gezilecek yerleri de gezdiğimize göre biraz istirahat ve gemideki aktivitelerden faydalanmayı yeğliyoruz.

Nessebar’a bu arada gidemedim. Sizin için 4 kişilik taksi tur fiyatını söyliyeyim, kış mevsimi olduğu için 50$ yetermiş sevgili dostlarım. Biz daha iyi bir havada ve mevsimde buranın tadını daha iyi çıkarırız ümidiyle Burgaz anılarımı burada noktalıyorum. Bir sonraki durağımız Varna’da görüşmek üzere, sevgi ile kalın.

Varna

Kruvaziyergemimizde sabah saat 8.00 sularında uyandığımızda Varna’ya adım atmak ve tanımak için heyecanlı bir beklenti içerisindeydim. Ancak gemimizin önceden belirlenmiş programına göre açıkta demirlemiş olması ve filikalar ile yolcuları limana götüreceğinden, havanın müsait olması lazımdı. Karadeniz dalgalarının hırçın bir şekilde gemiyi değil ama filikaları sallaması Varna’yı görme planlarımızı altüst etti. Bu durumda karaya çıkamayacaktık. Gemi limana niye yanaşamadı hala anlamış değilim ama duyumlarıma göre Karadeniz’in en büyük limanında bizim 2000 turist taşıyan gemimizi yanaştıracak yer bulamamış olmalarıymış. 

İşte Bulgarların organizasyon bozukluğu burada kendini gösterdi. Halbuki bu yolcuların en azından 1500 tanesi karaya çıkacak, servis otobüsleri ile şehir merkezine gidecek ve birer kahvelerini bir yerlerde içeceklerdi. Eminim ki limanda kendini bir şey sanan işbilmez biri var ve onun yöreye ve bize açtığı yaraya bakar mısınız? Kaptan tabii ki bu hava şartlarında yolcularını filikalara bindirip risk almak istemez. Daha ileri bölümlerimizde de sizlerle paylaşacağım Mikanos adası anılarımda sabahın 6.00’sında o karanlık ve fırtınalı havada (ki o hava bugünkü havanın 3 misli kuvvetli idi) limana bir yanaşması vardı ki ben özellikle güvertede zor ayakta duruyordum, Yunan kaptan yanaşmayı başardı. E tabii ki liman görevlilerinin de yardımıyla… İşte biz de oraya biraz döviz bıraktık. Bu işler böyle biraz ihtimam ve tecrübe istiyor.

Şimdi sizlere biraz gemiden iniş işlemlerini bir gece evvelinden odalarımıza dağıtılan günlük bültenden satırlar okumak istiyorum. Sabah saat 7.00’ de gemimiz, Varna açıklarında demirleyecek ve filikalar vasıtasiyla limana çıkacaktık. Filika bileti 5$. Daha sonra limandan şehir merkezine de servis araçları ile 10$ vererek gidebilecekmişiz. Bu durumda zaten geminin yarısı dışarıya çıkamazdı. Çıksaydık hangi turlar vardı ve biz ne yapabilirdik?

Türk rehberimizin programında Varna şehir turu ve Taş Orman turuvardı. Varna’nın esrarengiz noktalarından olan Taş Orman’da tam olarak nasıl oluştuğu bilinmeyen, boyları 7 metreyi bulan ve geçmişte kutsal güçleri olduğuna inanılan taş kütükleri ziyaret edilecek ve ardından mozaik müzesi ve Bakire Meryem Katedrali gezilecekmiş. Bu turun fiyatı 40€.

Geminin turlarında ise yine aynı yerleri gezilmesine ilaveten; kaya üzerine kazınmış 710 yılına ait Madara Atlısı rölyefi ile Avrupa’da kendi alanında ikinci büyüklükte kaktüs çeşidi bulunan Balchik Botanik Bahçesi, İsviçreli floristler ve İtalyan sanatçılar tarafından düzenlenen Kraliçe Mary’nin sarayı ve bahçeleri ve her sene rekor sayıda ziyaretçi alan Kaliakra burnu ve harabeleri turu vardı. Bu turlarda bunların sadece 2-3 görülecek yer için 70$ ve 60$ fiyat vardı. Tabii ki bu turlar İngilizce ve katılan çoğunluğa bağlı olarak diğer dillerde.

Evet artık gitmiş kadar olduk ve en azından bir dahaki sefere Varna’yı ziyaret ettiğimizde nereleri göreceğimiz hakkında bir bilgimiz oldu.
 
Akşam saat 17.00’de hareket edecek olan gemimiz burada boşuna beklemektense öğle olunca yavaş yavaş Köstence’nin yolunu tutmaya başladı bile. Artık kaptan bakalım bu 90 millik Köstence yolunu sabaha kadar 18 saatte alan tek araç olarak tarihe geçecek mi?

Köstence

Romanya’nın birinci, Avrupa’nın dördüncü büyük limanı Köstence’ye gemimiz sabahın 6.00’sında yanaştığı zaman, hava ancak ağarmak üzereydi. Dün, Varna Limanı’ndan ayrılalı neredeyse 18 saat geçmişti ki ancak Varna-Köstence arasındaki 90 millik mesafeyi kat edebilmiştik!! Sallana sallana tabii ki… Limana gemimiz yanaştıktan sonra adet üzerine şehir bandosu bizi karşıladı.

Bu adet bana, sanki biraz turizm yönünden geri kalmış yerlere mi özgün, yoksa bir misafirperverlik örneği olarak yapılan, hoş geldiniz seremonisi mi karar veremiyorum. Bu tip karşılamaları Uzakdoğu ülkelerinde de gördüm. Bir de bizim Türkiye’mizde böyle karşılama geleneklerimiz var. Gemiden nasıl göründüğü ve neler hissedildiği konusuna gelirsek, biraz komik ve basitlik gibi geliyor. Sabahın şu anda saat 7'si ve bu insanlar acaba bu gösteri için gecenin kaçında yataklarından kalktılar. Uzakdoğu’da da öğrencileri sabahın bu saatinde gösteriye getirmiş ve geleneksel danslarını yaptırtmışlardı. Tabii ki üşüyorlardı ve üzerlerine mont ve palto da giyemiyorlardı. Neysee… 

Limana adım attığımızda bizi Köstence Feneri ve yanına yanaşmış bir nehir gemisi karşıladı. Bu lüks nehir gemisi ile bir gezi de pek keyifli olurdu hani. Ne olurdu buradan bu nehir gemisine binseydik, Dünya Miras Listesi’nde bulunan Köstence’deki Tuna Nehri deltasından başlayıp Belgrad, Budapeşte üzerinden Viyana’ya kadar uzansak orada bir vals yapıp Lins üzerinden Prag’a ulaşsak ve sonra amannnn ne oluyor yahu, şimdi biz Köstence’deyiz. Buradan sonra daha durun bakalım Trabzon, Sinop, İstanbul, Mikanos, Atina, Kuşadası yapacağız. Hem de bu nefis gemi ile Türk limanlarını gezeceğiz, şımarıklığında lüzumu yok canım. Ne yapayım işte bu nehir gemisini görünce biraz hayal kurdum, hayal de mi kurmayayım yani!
 
Şimdi limandan bizi şehir meydanına götürecek geminin temin ettiği ücretsiz servis otobüslerine binip merkeze ulaşacağız. Şehir sabahın 8.00’i olduğundan sakin ve hala uykuda gözüküyor. Biz de boş sokaklarda yıkık dökük, onarılmayı bekleyen eski şehrin ana caddesinde ilerliyoruz. Karşımıza arkeoloji müzesi olarak kullanılan Venedik mimarisi örneği güzel bir bina ve Müslümanların da burada yaşadığının kanıtı meşhur Hodja Camii geliyor.

Daha sonra sahile iniyoruz. Uzaktan limanda demirli olan gemimizin bir fotoğrafını çekiyorum ve güzel Petru SiPavel Ortodoks Kilisesi önümüzü kesiyor. Sahile çıkmadan hemen sokak başında görkemli bir şekilde duran bu kilisede ayin var ve fakirliğin gözü kör olsun! İşte her fakir ülkede görmeye alıştığımız para toplayıcılar. Dilenci demeye dilim varmıyor çünkü kadıncağız çok mütevazı ve utangaç duruyor.

Artık sahile iniyoruz, meşhur Köstence Gazinosu’nu gezmek üzere oraya doğru yöneliyoruz. Ama bir de ne görelim! Bu görkemli müthiş bina eskimiş, yıpranmış, kapanmış ve onarılmayı bekliyor. Adeta gelen misafirlere yalvarıyor. Eski şaşalı günlerine dönmek istiyor. Ama önünde poz vermekten başka yapacak bir şey yok.

Sahilden yürümeye devam ediyoruz. Yaz olsaydı bu plajlarda ne güzel yüzerdik. Meşhur Mamia plajlarının başlangıç yeri burası. Her yıl yüzbinlerce turist bu plajlara Karadeniz’in rivierasına akın akın tatile geliyor. Buradan yürüyüşümüze devam ediyor ve gemimizin servis otobüslerinin bizi bıraktığı Belediye meydanına ulaşıyoruz.

Şimdi biraz kahve molası ve dinlendikten sonra, bu sefer şehrin kuzey yönüne, yani nispeten yeni olan bölgeye doğru yürümeye başlıyoruz. 1 saatlik bir yürüyüş ile havanın da sıcak olması sebebiyle parklarda, kiliselerde dura dura ve etraftaki dükkanları inceleye inceleye Köstence’nin en büyük AVM’si olan City Park’a geliyoruz.

İşte burada bir kahve ve internet molası daha. Buradaki süpermarkete giriyorum. İnceliyorum. Donmuş balıklar, et ürünleri ve şarapların çokluğu dikkatimi çeken şeyler. Tabii ki alacak bir şeyimiz yok ve biraz da klasik hızlı AVM turu ve hafif bir atıştırma sonrası artık bir taxi ile yeniden Belediye meydanına ve oradan da servis ile gemimize dönüyoruz. 
 
İşte sevgili okuyucularım. Bu günü de böylece tamamladık. Umarım, Köstence Limanı’ndaki 1 günlük kruvaziyer tatilimizde gezilecek ve görülecek yerler konusunda fikir sahibi olmuşsunuzdur.

Trabzon

Bugün lüks kruvaziyer seyahatimizin en enteresan ve en güzel günlerinden biri. Çünkü bu dev gemi ile bir Türk limanını ziyaret ediyoruz. Hem de Trabzon’u… Sabah saat 7.00’de Trabzon limanına yanaşırken denizden Trabzon’u seyretmenin keyfine varmak için erkenden güverteye çıktım. Ohh vatanım! Bakalım bugün nereleri gezeceğiz ve ne güzellikler bizi bekliyor.

Gemimiz limana yanaşınca hiç zorluk çekmeden gemi kartlarımız ile gümrükten geçerek bizi beklediğini zannettiğimiz taksi ve dolmuşları ve tur araçlarını aradı gözlerimiz. Heyhatt etrafta kimseler yok. Sanki bugün bu 2500 kişinin geleceğinden bi haberler. Ne olacak şimdi, kim bu kadar kişinin parasını yiyecek. Hâlbuki Avrupa’da olsak, kapı önü mahşeri kalabalık olurdu. Taksiciler müşteri kapmak için yarışırlardı.

Neyse, 5 dakikalık yürüyüşten sonra balıkçılar ve köy dolmuşlarının kalktığı aşağı Çömlekçi Caddesi’ne geliyoruz. Amacımız öncelikle Sümela Manastırı’nı ziyaret etmek. Ama kimsenin umurunda değil. Dolmuşçulara soruyoruz, yarım saat sonra minibüs dolarsa gideceklerini söylüyorlar. Haydi Maçka’ya gidelim diyoruz, onu da başaramıyoruz. Ama bir tüyo alıyorum, yukarıdaki Atatürk meydanında bulunan turizm şirketleri Sümela Manastırı’na tur düzenliyorlarmış. Çarşıyı ve sokağı dolaşarak yolumuza devam ediyoruz.

Bu balıkçılar çarşısından ayrılmakta zor geliyor insana, hele şu palamutlara bakın, neden bir tanesini pişirtip yemiyoruz kii! Haydiii gemimiz 1 günlüğüne burada, daha çok görecek yerlerimiz var, yola koyulmamız lazım. İş başına. Şimdi balıkçıların karşısındaki bayır sokak yokuşundan yukarıya meydanına doğru yürüyoruz. Güzel ve temiz bir park ve Atatürk Meydanı bizi karşılıyor. Burada kısa bir araştırma neticesinde Metro Turizm’in Sümela’ya gittiğini öğreniyorum. Hemen yazıhanesini bulup 15 dakika sonra kalacak olan araçtan yerimizi ayırtıyorum.

Aracımız geldiğinde bir kez daha şaşırıyorum. Güzel bir Mercedes minibüs, efendi ve güzel giyimli şoförü bizi güleryüzü ile araca davet ediyor. Şaşırdığım nokta şu. Araçta kardeşimle benden başka Türk yolcu yok ve gerisi yabancı, üstelik de bizim geminin yolcuları. Nereden öğrenmişler, nereden gelmişler taa buraya ve Sümela’yı gezmeye. kendi başlarına ne cesaret! bravo doğrusu. Bunlardan korkulur vallahi. Tabii şoförün lisanı olmadığından tercümanlık yine bana kaldı. Neyse şamata gır gır, Trabzon’u anlata anlata, yolda bir de çağlayanlı bir dağ kahvesinde mola vererek 1 saatte manastıra geldik.

Yoldaki tabelalar burasını Meryem Ana diye adlandırıyorlar. Şoförümüz Ahmet Bey dönüşümüz için bizi 2 saat sonra girişte bekleyeceğini söyleyerek, müze ören yeri girişimizi yapıyoruz. Giriş 18 TL. Ben ise Maximum kartımı kullanarak içeriye ücretsiz girdim. Tabii burasının engelliler için uygun bir yer olmadığını söylemem lazım. Yokuş ve merdivenli olan bu dağın başına, bu manastırın, bu duvar resimlerinin, ikonların nasıl yapıldığına akıl sır erdiremiyorum. Tabii ki ilahi bir el verilmiş burayı yapan 2 aziz rahiplere. Zaten size burası hakkında detaylı bilgi vermek amacım değil. Google araştırmanızda her şeyi şıp diye öğreniyorsunuz. Burada amacım size çektiğim resimleri ve anılarımı paylaşmaktır. Gemi seyahatimin bir günlük bu molasında sizleri keyif ile Trabzon’da daha çok yeri dolaştırmaktır.

Sümela Manastırı defalarca yağmalanmasına, define bulmak için kazılıp talan edilmesine rağmen son zamanlarda ve hala devam eden restorasyon çalışmaları ile turistlerin, bilhassa Hristiyanların kutsal kabul ettikleri ve sık ziyaret ettikleri bir yer olmuş.

Araçlarımızı bıraktığımız yerdeki dar bir patikadan 15 dakika kadar yürüdükten sonra manastır ve müştemilatına geliyoruz. İçeride kalabalık bir turist gurubu var. 1 saatlik turun sonunda hala restorasyonu süren ana binaya giremiyoruz. Onun yerine yorulunca nefis manzaralı kafeteryasında bir kahve molası veriyor ve manzaranın keyfine varıyoruz. Hafif sis bulutları zaman zaman görüşü engellese de, bu olağanüstü renklerin armonisi ve tabiatın kokusu bizi mest ediyor. Tabii ki her Türk vatandaşının buraları gezmesi, görmesi ve bu tip yerlerin kıymetini anlaması lazım. Ancak yine de etraftaki çöp yığınlarının ve buraya gelen araçlarının park problemi çözülmüş değil. Yazık. 

İki saatimiz doldu ve bizim grup tam saatinde girişte toplanıp aracımıza biniyoruz. Hemen Trabzon’a dönüş yolunu tutuyoruz. Daha gezecek çok yerimiz var. 35 dakikalık bir yolculu sonunda gelinen yer, Atatürk Meydanı. Borcumuz ise 25 TL. Evet, yanlış duymadınız. 10$ yani. İşte memleketimiz bunun için bile gezmeye ve sevmeye değer.

Meydanda inince gemide bıraktığımız iki yolcumuzun (annem ile kardeşim) da bize katılmasıyla bu sefer bir taksi tutup Atatürk Köşkü’ne çıkıyoruz. 20 dakikalık bir yoldan sonra işte o meşhur köşkteyiz. 1890 yılında yapılmış olan bu köşk 1924 ve 1937 yıllarında Atatürk’ün kaldığı evdir.  Daha sonra 1943 yılında Trabzon Belediyesi’nce satın alınarak müze olarak tanzim edilmiştir. Çok bakımlı ve düzenli olan bu müzeye giriş ücreti olarak 3 TL ödedik.

Atatürk’ün kullandığı eşyalar, yatak ve koltuklar çok güzel restore edilmiş ve görülmeye değerdi. Dönüş yolunda eski kale ve kısa bir çarşı-pazar turundan sonra artık gemimize dönüyoruz. Daha çok görülecek yer var ama fazla uzaklaşmayalım ve gemimizin kalkış saatini bekleyelim diyorum. Eh ne de olsa sabahın taaa erken vaktinden beri ayaktayız ve yorulduk, artık akşama suşi yiyelim diyorum. Masadaki arkadaşlarımız da bu akşamın sürprizi olarak bize baklava ikram ettiler.

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden
 
Yahya Kemal Beyatlı’nın bu şiirini mırıldanıyorum ve yavaş yavaş gemimiz limanı terk ederken, akşamın sakinliği ve maviliği, doyumsuz bir seyir haline geliyor. Güverteden Trabzon’a ellerimizi sallıyor ve gelecek seferlerde yaylalara ve bilhassa Uzungöl’e gitmek ümidiyle hepinize iyi akşamlar ve bol eğlenceler diliyorum, sevgili cruise dostlarım. Sağlık ve afiyette kalın.
 
H. Oğuz Esen

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
H. OĞUZ ESEN

Yazar Hakkında

H. OĞUZ ESEN

İş güç ve çoluk çocuk işlerini bitirdikten sonra emeklik günlerimi tadında geçirmek için, sıhhat ve akıl fikir yerinde iken gezmeyi seçenlerdenim.