Fransa’nın Provence bölgesinin dağlık kesimi olan Luberon, nefis doğası, güzel düzenlenmiş köyleri, dünyaca meşhur şarapları ile Hollywood ünlülerini, sanatçıları ve 1960-1970 döneminin idealistlerini kendine çekmiş bir coğrafya. Her gezdiğiniz köy bir başka stil tabloyu andırıyor. Luberon’da nefes almak sanki devamlı tatilde ve huzur içinde yaşıyorsunuz izlenimi bırakıyor.
Yazıya konaklama ile başlayalım. Luberon’da bütçenize göre birçok otel seçeneği bulabiliyorsunuz. 4 yıldızlı otellerden Clos Savornin Villas Hôtelières oteli şehirde ki en iyi oteller arasında. Şehir merkezinde yer alan otel villalardan oluşuyor. Ev tadında kaliteli bir konaklama tercih edenler için şehirde ki en ideal tercih olabilir. Bu otele alternatif olarak da Gordes tarihi kentinin yakınında bulunan ve Vaucluse dağlarına bakan manzarasıyla Domaine Les Bastidons’u düşünebilirsiniz. Otelin yakınında bulunan Gordes Kalesi ve Senanque Manastırı’nı ziyare edebilir, kırsal da doğa yürüyüşü yapabilirsiniz.Bu otellerin yanında yeşillikler içinde ki tarihi evlerden oluşan La Bastide du TinalLuberon’da ki en iyi otellerden biri. Her türlü doğa aktivitesi için çok uygun bir konumda olan bu otel, kesinlikle tercih listenizde bulunmalı. Bunun yanında Villa Hautvallon ve Domaine Faverot otellerinde de konaklamayı düşünebilirsiniz. Diğer Luberon otelleri için buradan booking.com’a girebilir ve bir seçim yapabilirsiniz.
Aix-en-Provence’dan kiralık arabamız içinde Avignon yolunu tutarken bu enfes manzaralı köylerin ilkinde duraklıyoruz: Lourmarin. İlk işimiz köydeki tek şato olan Chateau de Lourmarin’de şarap tadımı yapmak ve stoğumuza biraz daha şarap çekmek oluyor.
Lourmarin adeta Ortaçağ’dan fırlama bir köy. İçinde gezen otomobiller ve insanların ellerindeki elektronik cihazlar olmasa kendinizi şövalyeler Fransası’nda sanabilirsiniz. Köyün içerisindeki kısa bir molanın ardından sonraki rotamıza yöneliyoruz. Bütün köyler birbirine çok yakın, yalnızca 10-15km’lik keyifli, ağaçlık yollarla birbirine bağlanmış enfes güzellikte yerleşkeler düşünün.
Luberon’un kartal yuvası yamaçlarından aşağıdaki ovalara bakan bir köy; Bonnieux sonraki durağımız oluyor. Bonnieux Büyük Luberon alt bölgesinin sınırında. Köy adeta ıssız, terkedilmiş bir havada. Sokaklarda tek tük insanlar, taştan evlerin içlerinde insan yaşadığına bile inanmak güç. Arnavut kaldırımı sokakların bir kısmına araba girmesi mümkün değil. Bu ıssızlığın ise bıraktığı tek his huzur.
Köyün sakinleri arabalarını ara sokaklara gelişigüzel bırakmış, Luberon’un temiz havasını içlerine çekerek manzaralı yamaç cafelerinde tembellik ediyorlar. Buradaki bakkal dükkanları bile adeta lüks bir Nişantaşı mağazası görselliğinde. Fazla vaktimiz olmadığı için bir gün mutlaka geri dönme inancıyla Bonnieux kalışımızı da kısa tutuyoruz.
Sorgue Güneydoğu Fransa’da Alp Dağları ile Ren Nehri arasında uzanan bir nehir. Fransa’nın en büyük pınarından doğup, üzerinde sıralanmış değişik köyleri ile Provence’a güzellik katıyor. Sorgue’yü ilk olarak L’Isle sur la Sorgue isimli köy ile görüyoruz. Bölgenin en renkli köyü olduğunu söylesek çok da yanılmış olmayız. Nehrin iyice zayıfladığı ve daraldığı bir noktada üzerinde su değirmenleri ve yerleşik hayatı ile bu köy tam bir tablo.
Nehir kenarına sıralanmış antika pazarında eski sokak lambalarından, 45lik plaklara, Çin işi vazolardan el işi dantellere kadar geniş bir yelpaze var. Bir o kadarını da cadde üzerindeki son derece orijinal parçalar barındıran dükkanlarda bulabiliyorsunuz.
Ara sokaklarda tarihi yapılar, saat kuleli kemerler ve Ortaçağ tarzının muhafaza edildiği küçük şapeller birer sürpriz gibi karşınıza çıkıyor. Tabi ki lavanta ve lavanta ürünlerinin her köşebaşında sizi beklediğini söylemeye gerek bile yok.
Provence’da sanat sizi her köşe başında bekliyor. Evlerinden boyanması ve dekorasyonundan tutun da, sokakta bir heykeltraşın alçıdan kadın ayakkabılarıyla yaptığı soyut sokak eserine kadar. Bu küçücük köyde bir konservatuar olması sanıyorum Fransa’nın ve özelinde de Provence’ın sanata bakışı konusunda bir fikir verir.
Ayaklarımızı Sorgue’nün buz gibi sularında ıslattıktan ve küçük pastanelerinde atıştırdıktan sonra yola devam ediyoruz. Sonraki durak Fontaine de Vaucluse.
Bu küçük köy de aynı L’Isle sur la Sorgue gibi nehir üzerinde yer alıyor. Burada Sorgue daha güçlü akıyor, hatta bir iki noktada küçük çağlayanlara dönüşüyor. Nehir kenarı cafeler serinleme molaları için ideal. Eski bir su değirmeninde hala kısmen faal olan kağıt ve baskı fabrikasını ziyaret edip hediyelik eşya dükkanlarının önünde zaman öldürüyoruz.
Bu köyün serinliği çok hoşumuza gidiyor. Yüksek ağaçların altında, nehrin melodisiyle Luberon şarapları yudumlamasak ayıp olurdu. Ancak yolumuzda başka görülecek yerler de var. Hızlanmamız lazım.