Luberon'un Köyleri

GordesFransa’nın Provence bölgesinde küçük bir köy. Bu zevkli tasarımlı köy, Luberon denilen dağlık kesmin verimli ovalarına doğru açılan ve müthiş pozlar veren Luberon vadisine kurulmuş.

Gordes’a vardığımızda gözümüze ilk çarpan şey tabi ki taşlardan mimarisi oluyor. Yeni birkaç ev dışında neredeyse evlerin tamamı aynı yöresel taşlardan yığma şeklinde, hatta duvarlarının çoğu derzsiz biraraya getirilmiş taşlardan son derece natüralist bir anlayışla yapılmış. Köy yönetimi taş duvarı bir zorunluluk haline getirip, başka malzemeden çit kullanımını da yasakladığı için tüm görünüm taş. Tepeden yamacın altlarına ya da tam tersi tepenin eteklerinden yukarı doğru baktığınızda adeta taş döşenmiş koca bir köy görüyorsunuz.

Kendinizi sanki dekorasyon malzemeleri satan bir şirketin post-modern reklam prodüksiyonunda gibi hissediyorsunuz.

Provence bölgesinde küçük, şirin hediyelik eşya dükkanları ve sokak arası kafeleri sanki olmazsa olmazlar. Gordes da aynı şehircilik anlayışından nasibini almış tabi ki.

Gordes’daki bu gördüğünüz taş yapılar ilginç şekilde köyün görece yeni yapıları. Aslında Gordes’un geçmişi Roma dönemine kadar dayanıyor. Daha sonra oldukça hareketli bir tarih geçirmiş olan küçük köy, Romalılar, Araplar (istila dönemi) ve İkinci Dünya Savaşı sırasında da bir direniş merkezi olarak Nazi Almanlarını görmüş. Köyün en beylik yapısı tabi ki 1525 yılında Rönesans döneminde yapılan kalesi.

 

Ziyaretimizi taş duvarlı evlerin arasında aşağı ve yukarı yaptığımız yürüyüşler, köyün küçük kilisesi ve kalenin dışarıdan bir ziyaretinin ardından küçük kafelerde verilen kısa bir molayla tamamlıyoruz. Tabi ki bu manzarayı görünce fotoğraf çektirmeden geçmek mümkün değil.

Her Luberon köyünde aynı şeyi hissediyoruz, çok daha fazla zamana ihtiyacımız vardı ama erken gitmek zorundayız. Sonraki durağımız Roussillon.

Roussillon, Gordes’dan biraz daha kuzeyde kalan, Luberon ile Vaucluse Platosu arasında kurulu şirin bir köy. Köyün ismi “roussoulus” kökeninden gelip kırmızı anlamını taşıyor. Neden olduğunu anlamak ise zor değil. Yörenin demir ağırlıklı farklı madenler içeren toprağı, köyün mimarisiyle birleştirilip, tüm bölgede olduğu gibi yine güzel bir peyzaj ortaya çıkarılmış. Tüm evler aynı estetik anlayışının ürünü, köy ise Luberon bölgesinin en güzel görünümlü noktalarından biri olarak biliniyor.

Kökleri 1. Yüzyıldaki Yunan medeniyetine kadar giden Roussillon, gerçekten küçük bir köy olmasına rağmen içerisinde girip de durmaya değecek çeşitli noktalar var.

Küçük ve sevimli restoranlar, eski kalenin artık yerine evler kurulmuş izleri ve köye karşıdan bakan tepedeki güneş saati enteresan durak yerlerinden.

Bizi en çok etkileyen ise, köyün çok az dışarısındaki mezarlığı oldu. Her bir mezar sanki heykel ve mimari kombinasyonuyla birer sanat eseri.

Buradan çektiğimiz fotoğraflara şehir birkaç parça yağmuru tepemize atıp bizi ıslatarak karşılık veriyor. Roussillon’un ıslak sahnesinden çekilip Sault’un yolunu tutuyoruz.

Siz siz olun, yabancı bir ülkeye giderken varsayımlarınızı gözden geçirin. Örneğin yıllardır Türkiye’de yaşayan bir insan olarak yollarda adım başı benzin istasyonu bulabileceğiniz varsayımı.

Roussillon’daki yağmurun yarattığı enfes görüntüleri yararak Luberon’un en kuzey köyü Sault’a giderken aklımızdaki gündüz gözüyle lavanta tarlalarının tadını çıkarıp, bölgede birkaç fotoğraf çekmek ve dönmekti. Yolumuz takriben 30 kilometre olmasına ve küçük arabamız ortalama 50-60 kilometre daha bizi idare edecek benzini olduğunu söylemesine rağmen, bir miktar navigasyon cihazının azizliği, bir miktar da yolların yokuş ve virajlı doğası nedeniyle çok benzin harcatmasının etkisi olsa gerek, Sault’a vardığımızda artık benzin almamız gerekiyordu.

Sault gerçekten de nefis görüntülü lavanta tarlalarının arasında bir tepede yer alıyor. Burada çevre köylerin güzel kafe ve restoranları ile lavanta tarlaları fotoğraflarını aceleye getiriyoruz. Benzin istasyonuna ulaşmazsak yoldaki yabandomuzlarıyla epey arkadaşlık etmek zorunda kalabiliriz.

Sault’a girer girmez benzinliği bulduk ve kredi kartımızı takıyoruz. I-ıh! Çalışmıyor. Olsun, diğer kartı deneyelim. Hayır, bu da olmadı. Hmm, diğerlerini deneyelim. Yaklaşık 10 değişik kredi kartı aynı sonucu verince, bize yol tarif etmiş otele yardım istemeye giderken artık yokuş aşağı kontak kapatacak kadar benzinsizlikten korkmaya başlıyoruz, zira 30 kilometre yarıçapı içindeki tek benzin istasyonu bu ve başında bizdeki gibi bir pompacı yok, kredi kartıyla almak zorundasınız.

İnsan Fransa gibi modern bir ülkenin bu kadar turistik bir beldesinde çok daha fazla pratiklik ve imkan bekliyor ancak Avrupa’nın bir diğer yüzü de bu işte. Herşeyi kendiniz yapmak zorundasınız, bir Osmanlı torunu olarak hizmete alışıksınız ama burada kazın ayağı öyle değil. Kredi kartınız çalışmıyorsa benzin alamıyorsunuz.

Allahtan oteldeki işletmeciler ve konuklar bize çok yardımcı oluyor. Sırasıyla gezgin bir İngiliz motosikletçinin ve bir Fransız çiftin kredi kartlarını da denedikten sonra topluca karar varıyoruz ki yağan yağmur nedeniyle kredi kartı cihazlarının hatları kopmuş. Ertesi sabah Marsilya’dan Türkiye’ye geri uçması ve o akşam epey güneyde konaklaması gereken insanlar olarak gün kararmak üzereyken benzinsiz ve uzaklardayız.

Epey bir uğraştan sonra bir araba tamircisini evden bir bidon benzin, bir kurt köpeği ve bir minibüsle getirtip, depoyu nakit ve biraz bahşişle (çok şaşırdı) dolduruyor, yarım dolu depomuza mutlulukla bakıyor ve kısa süreli dostlarımıza veda ederek Sault’u terkedip geceyi geçireceğimiz Lambesc’in yolunu tutuyoruz.

Bu kadar stres, restoranların kapanmasına kadar ortalıkta kalmamızdan kaynaklı açlık ve Lambesc’in lokasyonu ile navigasyon cihazımızın pek iyi anlaşamaması sonucu Lambesc’e ulaşmamız gerçekten de gece yarısını buluyor. Kaldığımız şato muhteşem bahçesine rağmen iç konforu açısından Avignon’daki konak yerimizle rekabet edebilecek gibi değil.

Ertesi sabah kahvaltımızı ve bahçedeki küçük gölün kenarındaki sabah kahvelerimizi takiben Marsilya havaalanının yolunu tutuyoruz.

Luberon’da bütçenize göre birçok otel seçeneği bulabiliyorsunuz. 4 yıldızlı otellerden Clos Savornin Villas Hôtelières oteli şehirde ki en iyi oteller arasında. Şehir merkezinde yer alan otel villalardan oluşuyor. Ev tadında kaliteli bir konaklama tercih edenler için şehirde ki en ideal tercih olabilir. Bu otele alternatif olarak da Gordes tarihi kentinin yakınında bulunan ve Vaucluse dağlarına bakan manzarasıyla Domaine Les Bastidons’u düşünebilirsiniz. Otelin yakınında bulunan Gordes Kalesi ve Senanque Manastırı’nı ziyare edebilir, kırsal da doğa yürüyüşü yapabilirsiniz. Bu otellerin yanında yeşillikler içinde ki tarihi evlerden oluşan La Bastide du Tinal Luberon’da ki en iyi otellerden biri. Her türlü doğa aktivitesi için çok uygun bir konumda olan bu otel, kesinlikle tercih listenizde bulunmalı. Bunun yanında Villa Hautvallon ve Domaine Faverot otellerinde de konaklamayı düşünebilirsiniz. Diğer Luberon otelleri için buradan booking.com’a girebilir ve bir seçim yapabilirsiniz.

Provencebölgesi ve Luberon içimizde bir aşk olarak kalıyor. Bu bölgenin yıllarca neden ünlülere ev sahipliği ettiğini, neden bu kadar çok sanatçıya yuva olduğunu ve bu uluslararası hayranlığın nedenini anlıyoruz. Bu sanat yuvası, zevk sahibi coğrafyaya geri dönmeye söz vererek uçağımız biniyoruz.

Hoşçakal Provence! Hoşçakal Luberon!