Bir süredir tek başıma yurt dışına çıkmak istiyordum. Böylece başladım araştırmaya ve araştırma sonucu İtalya’nın merkezinde yer alan, pek de bilinmeyen bir şehir olan Bologna’da karar kıldım ve devamında bir arkadaş buldum, oteli ayarladım, gidilecek yerleri araştırdım veee gezi planım hazırdı!
Biz bir Pazar günü gitmeye karar kıldık. Biletler o gün için hem ucuzdu hem de Pazar sabahı trafik olmayacağından rahatlıkla Sabiha Gökçen’e ulaşabilecektik.
Kızıl Şehir Bologna
Yazıya başlamadan biraz Bologna hakkında bilgi vermemde fayda var. Önce Bologna’yı seçmemdeki en önemli sebepleri açıklamam gerekirse; birçok turistik İtalyan şehirlerine göre ucuz, merkezi ve yemek anlamında çeşitliliğinin bol olması. Ayrıca tarihi anlamda da önemli birçok yapısı var.
Bologna, Emilia-Romogna bölgesinin başkentidir. Nüfusu 385 bin civarında olan şehir, Avrupa’nın en eski üniversitesi kabul edilen; Dante, Erasmus ve Kopernik gibi birçok ünlü ismin mezun olduğu Bologna Üniversitesine ev sahipliği yapıyor. Bu nedenle öğrenciler çok fazla. Yapılarda kullanılan kırmızı tuğlalardan dolayı ve solculuğuna gönderme yapmak için de aynı zamanda “Kızıl Şehir” de deniyor bu güzel kente.
Orta Çağ mimarisi gözümüze çarpıyor. Şehirde belki en çok dikkat çeken yapı ise tüm şehri altlarında dolaşarak gezebileceğiniz portico dedikleri revakların olması. Yer yer çok güzel süslemeler sahip olan bu revakların altında dolaşırken mutlaka kafanızı yukarı kaldırıp bir bakın. Yaşam kalitesi oldukça yüksek olan bu şehirde bir farklılık da futbol ülkesi olarak bilinen İtalya’da, basketbol ile öne çıkan bir şehir olması. Dünya mutfaklarına Bolonez sosun girdiği yer de yine burası
Yolculuk Başlasın!
17 Ocak 2016 Pazar Günü 25 dakikalık gecikmeli, yaklaşık 2 saat süren bir uçuşla indik Bologna Guglielmo Marconi Havalimanı’na. Havalimanında bedava wifi olması mükemmel bir durumdu. Çok büyük olmayan bir havalimanı burası ama kesinlikle düzenli. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra taksi ile Bologna Centrale dedikleri tren istasyonuna geçtik. Çünkü otelimiz oraya çok yakındı.
Via de’Carraci caddesinden yaklaşık 10 dakikalık bir yürüme mesafesi ile konaklama yapacağımız “We_Bologna” adlı otelimize geçtik. Arkadaşım hasta olduğu için o gün dinlendik ve sadece akşam yemeğimizi yemek ve şehri biraz keşfetmek için merkeze indik.
İlk Yemek Molamız
İlk durağımız Trattoria Oberdan adlı lokanta oldu. Burada Lazanya yedik (10€). Gerçekten güzeldi, yanında getirdikleri parmesan ile bir mükemmel oluyor. Arkadaşım yerel şaraplarından olan Spalletti Colonna di Paliano-Castelvecchio di Ribano adlı şaraptan içti. Tadına baktım, pek anlamam ama gayet güzeldi.
Yemek sonrası da “Mascarpone”, “Panna Cotta” ve “Tiramisu” şeklinde 3 tatlı yedik. Baturalp, en çok mascarponeyi beğendi, bense tiramisuyu. Sonrasında şehrin ana caddesi olan Via dell’Indepenza (Özgürlük Caddesi)’dan yürüyerek otelimize giden caddeye geçtik.
BİRİNCİ GÜN
Otelimizin belki de en kötü yanı kahvaltısıydı. Kahvaltıyı seven ve önem veren bir Türk olarak; reçel, tereyağı, ekmek ve mısır gevreği beni tatmin etmemişti. O yüzden kahvaltı için merkeze inip, her İtalyan’ın yaptığı gibi dilim pizza ile karın doyurmak daha cazip geldi.
Gitmeden önce araştırdığım “PizzAlerto” da dilim pizzalar oldukça lezzetli, uygun ve güzel. Olabildiğince çok çeşit dilim pizza denediğim için adlarını hatırlamıyorum, ama hepsi inanın lezzetli ve bir de genel olarak yemek anlamında şunu belirtmemde fayda var, etli olan her şeyde büyük ihtimal domuz eti kullanıyorlar. Yemeden önce içinde domuz eti olup olmadığını sormanızda fayda var. O yüzden hiç etli pizza yemedim.
PizzAlerto’nun, Via Ugo Bassi üzerindeki dükkanına çok yakın, Bologna’nın en eski pastanesi olan Gamberini’den de dilim pizzaların üzerine birer kruvasan yiyince o sizi bayağı bir süre tutuyor.
Yemek faslı bittikten sonra Via Ugo Bassi’den dümdüz yürüyerek şehrin en merkezi yeri olan Piazzo Maggiore (Maggiore Meydanı)’ye vardık (şehrin tek turizm ofisi de yine burada bulunuyor, bu önemli bir bilgi).
İtalyan tarihinde meydanların önemli olduğu bir gerçek çünkü öncelerde beri yönetim, ibadet büyük merkezlerde toplanırmış. Bu meydanda olan yapılarsa şöyle: dünyanın en büyük 5. Bazilikası/15.Kilisesi olan San Petronia Bazilikası, eskiden borsa binası olup günümüzde kütüphane olarak kullanılan Sala Borsa (burada bedava wifi var), eskiden önemli bir saray olan Re Enzo Sarayı, günümüzde hala kullanılan Belediye Binası olarak kullanılan Palazzo D’Acusio ve son olarak Neptün Çeşmesi.
İlk olarak San Petronia Bazilikası’na girdik. Giriş ücretsiz ancak içeride fotoğraf çekebilmek için 2€ para ödüyorsunuz. Bu bazilika, 5. yüzyılda şehrin koruyucu azizi anısına yapılmış olup, ilk temeli 1390’da atılmıştır. Dışı birçok insana göre basit olsa da (ki bana göre gayet hoş ve farklı) içi daha daha güzel.
1663’ten sonra 300 yıl boyunca içini süslemek için vitraylar, duvar resimleri yapılmış. Hatta bu duvar resimlerinden birinden dolayı 2002 ve 2006’da El-Kaide tarafından bazilika yıkılmak istenmiş. Buna neden olan duvar resminde Hz. Muhammed cehennemde iblisler tarafından yenirken tasvir ediliyor. İlginçtir ki kilisede o kısma girmek ücretli ve girseniz de fotoğraf çekmeniz yasak.
Barok müziğin gelişimi için önemli noktalardan olan bazilika, özgün bir arşive sahip. Bu bazilikaya dair son birkaç ilginç bilgi ise dünyanın en büyük güneş saatinin, Napolyon Bonapart’ın kız kardeşinin mezarının burada bulunuyor olması. Ayrıca içerisinde 12 tane şapel bulunuyor.
Buradan sonra meydanda fotoğraf çekindik ve Neptün Çeşmesi’nin yanına gittik. Neptün Çeşmesi'nin mimarı TommasoLauranti’dir. Maniyerizm akımına göre 1563’te tasarlanmış ve 1565’te yapımı tamamlanmıştır. Büyük bir bronz heykel ve 4 küçük bronz heykel içermektedir. Büyük olan denizler tanrısı Neptün’ü göstermektedir. Küçük olanlar ise o dönemin en önemli 4 nehri olan Ganj, Nil, Amazon ve Tuna’yı simgelemektedir.
Heykel bütünsel olarak Papa’nın gücünü simgelemekte olup, Neptün nasıl denizlere hakimse papa da Hristiyanlara hakimdir düşüncesini ifade ediyor. Heykelin ilk yapımında kilise Neptün'ün cinsel organını kızmıştır. Heykeltıraş da gelen bu uyarıya uyarak cinsel organını küçük yapmıştır. Ama gel gelelim ki heykelin sağ arkasından baktığımızda durum çok farklı bir hal alıyor :D Son olarak da ünlü araba markası Maserati’nin amblemi de bu heykelden esinlenilerek yapılmıştır.
Neptün Çeşmesi'nin hemen yanında Palazzo del Podesta ve Palazzo del ReEnzo arasında bulunan Voltane Del Podesta adlı yere geçiyoruz. Burada bulunan direklerin akustik özel bir yapısı var. Bir köşeden, çapraz diğer kısma fısıldarsanız diğer taraftaki kişi sizi duyabiliyor. Gayet ilginç ve güzel bir olay, giderseniz mutlaka deneyin. Burada da fotoğraf çekindikten sonra İkiz Kuleler’e yarın çıkmaya karar veriyoruz.
Bundan sonraki durağımız Maggiore Meydanından geçerek Via dell Archiginnasio caddesinden geçerek Galvani Meydanı'na (Piazzo Luigi Galvani) geliyoruz. Ünlü İtalyan fizikçi Galvani amcamızın heykeli ile fotoğraf çekindikten sonra Archiginnasio di Bologna adlı yere giriyoruz. Burada bir kütüphane bulunuyor ama bizim için önemli olan nokta bir Anatomi Tiyatrosu'nun bulunması.
Tıp Fakültesi öğrencisi olarak burası gerçekten ilgi çekici bir nokta oldu benim için. Antonio Levanti tarafından 1637’de yapılan bu yapı, zamanında bombalamalar nedeniyle büyük zarar almıştır. Orijinal resimlere göre restore edilmiştir. Duvarlarda önemli doktorların heykelleri vardır, bunlardan en önemli ikisi Hipokrat ve Galen’nin heykelleridir. Girişi 3€ olan bu yerde de anı olarak kareler aldıktan sonra San Domenico Bazilikasına gittik. (Aralarda farklı kiliselere de girdik bu arada ama onlar çok önemli değil.) Kapalı olduğu için içeriye giremedik.
Hemen karşısında San Domenico Emotional Cafe’de oturduk. Aperitivo zamanına denk gelmiştik. İtalyanların en sevmediğim yanı yemek özürlü olmaları kesinlikle. Şöyle ki adamlar çok rahatlar. Gündüzleri 9-13 arası ve akşamları 19-21 saatleri dışında açık restoran bulmanız çok zor. Bu zaman Siesta diyorlar. Açsınız ama yemek yiyecek restoran bulamıyorsunuz. Adamlar da bu zaman aralığında evlerine gidip yatıyor veya iş görüyorlarmış :D
Siesta zamanının içinde Aperitivo dedikleri, içkilerini yudumlayıp yanında aperatif şeylerin yenildiği bir zaman var. (İngilizlerin 5 Çayı gibi) Biz o zaman denk geldik yani. Baktık daha restoranların açılmasına 2 saat var, oturmaya karar verdik.
Ben İtalyan kahvesi Espresso aldım, arkadaşım Şampanya. Daha önce şampanya içmediğim için onun da tadına baktım. Ekspresso ise gayet güzeldi. (2.5€) Oturup orada muhabbet ettikten sonra, akşam yemeği için karnımızın zil çaldığını fark ettik. Hesabı ödeyip akşam yemeğimizi yiyeceğimiz “Trattoria del Rosso”ya geçtik.
Güney İtalya buğdaylarından Spagetti, Kuzey İtalya buğdaylarından da Tortellini veya Lazanya yapılırmış. Biz de kuzeyde olduğumuzdan bu ikisini yemeye daha fazla ağırlık vermiştik. Dün lazanya yedikten sonra bugün Tortellini’yi tatmanın zamanıydı.
Bologna’ya özel bir formu var bu makarnamsı veya mantımsı yemeğin, o da et suyunda servis edilebilir bir formunun olması. Et Suyunda Tortellini’yi en iyi yapan yer de burası olduğundan buraya oturup yemeğimizi yedik. Gerçekten enfesti. Üzerine de parmesan ekleyip yerseniz tadına doyum olmuyor… (10€)
Karnımız doyduktan sonra dinlenmek için otelimize geçtik.
İKİNCİ GÜN
Güne dünkü kahvaltı menümüzle başlayıp, Maggiore Meydanı'na geldik. Buradan Santa Maria Della Vita’ya girdik. Ücretsiz olan bu yerin içi gerçekten çok hoştu. İçerisinde 2 ya da 3€ verilerek girilen özel bir bölüm var ama ne olduğunu anlamadım ve girmedik.
Devamında Quadrilatero adı verilen, yöresel yiyeceklerin satıldığı bir bölge var. Meyve, sebze, et vs. birçok şey satılıyor. Orayı da görüp, ara sokaklardan yürüyerek San Stefona Kompleksine vardık.
Burasının özelliği zamanında 7 tane kiliseden oluşmasıymış. Ancak günümüzde sadece 4 tanesi ayaktaymış. Dışarıdan baktığınızda da az çok bunu görebiliyorsunuz zaten. Kilise görmekten sıkıldığım için buraya uğramadık ve meydana geri döndük.
Şehrin simgesi olan İkiz Kulelere yürümeye başladık, Via Rizolli’ye geçtik. Bu yolun sonunda da zaten Asinelli ve Garisenda Kuleleri bulunuyor.
Bu kulelere “Öpüşen Kuleler” de deniyormuş. İtalyanların mimari anlamda kule yapmada bir sıkıntısı olduğu kesin ki gerek Pisa’da gerek Venedik’te veya gerek de Bologna’da gördüğüm kuleler eğik özellikte. Kısa ve uzun olmak üzere iki kuleden oluşa bu yapıların tarihi 1100’lü yıllara dayanıyor.
Zamanın zenginlerinin başlattığı kule geleneği öyle bir hal almış ki o dönemlerde 200’den fazla kule yapılmış. Bazı tarihçiler bu yüzden Bologna’ya, Orta Çağ’ın NewYork’u diyor. Günümüze kadar depremlerden dolayı birçoğu yıkılan kulelerden, bugün 5-6 tane bulunmakta. Kalan kulelerin en önemlileri ise Asinelli ve Garisenda.
Uzun olanın adı Asinelli, 97.5 metre yükseklikte ve 1.5 m eğik durumda. İçinde merdivenler bulunuyor ve 498 basamak çıkarak Bologna’ya tepeden bakma fırsatını bulabiliyorsunuz. Kesinlikle vazgeçmeyin ve yukarı çıkın, mükemmel bir manzara sizi bekliyor. Halka göre bu kulelerin tepesine çıkan üniversiteli, üniversiteden mezun olamazmış. Hayırlısı dedim, 3€ verdim ve çıktım tabi ki :D
Asinelli tarihte 2 defa yangın geçirmiştir. Birisi kundaklama sonucu, diğeri ise düşen yıldırımdan dolayıdır. Bir dönem de dünya hareketlerini incelemek için kullanıldığı olmuştur. Kısa olanın adı ise Garisenda, önceden 60 m iken çeşitli nedenlerden dolayı kısaltılıyor ve 48 m yapılıyor, 3 m eğiktir. Zamanında 2. Dünya Savaşı’nda gözetleme kulesi olarak kullanılan bu kuleler, Dünya Ticaret Merkezi mimarı Minoru Yamasaki’ye de ilham olmuştur.
Kuleden inerek bizim için önemli olan bir başka yer olan Palazzo Poggi Müzesi’ne yürüdük. Önemli çünkü bu müze tıp fakültesi için zamanında kullanılan birçok modellemeye ev sahipliği yapıyor. Aslında doğa, zooloji, askeriye, tıp gibi birçok alanda eserlerin bulunduğu bu yerde en çok ilgimizi çeken yer elbette tıp bölümüydü. 3€ giriş parası verdik ve yaklaşık 1,5 saat burada vakit geçirdikten sonra dışarı çıktık.
Bu bölge üniversite bölgesi olduğu için (Palazzo Poggi Müzesi de zaten üniversitenin içerisinde) birçok öğrenciyle karşılaştık. Duvarlarda başarılı düzeyde birçok grafiti vardı. Havalar ısındığında birçok sokak sanatçısı oluyormuş burada ama biz kışın gittiğimiz için 2-3 gruptan başka bulamadık.
Üniversitenin hemen karşısında tiyatro-opera binasının bulunması ise beni çok mutlu etti. Bilmem neden ama sanat güzel şey. Karnımızın acıktığını hissedip, ortamında öğrenci mekanları ile dolu olduğunu görünce birer dilim pizza yedik. Ayrıca birçok güzel kafeler bulunuyor bu caddelerde haberiniz olsun. Biz daha vaktimizin olduğunu görüp, Venedik Penceresine gitmeye karar verdik.
Bologna’nın altı kanallarla çevriliymiş. Ama üzerleri binalarla kaplı olduğu için biz bunları göremiyoruz. Bu kanallardan en belirgin olanın karşısındaki yere bir küçük kare açmışlar. Buradan baktığınızda kendinizi Venedik’te hissediyorsunuz. Özelliği bu :D Öyle ahım şahım bir şeyi yok yani. Ama gittiğinizde bazen kanal kuru oluyormuş. Ben kuru olmaması için dua etmiştim, sanırım kabul oldu ve kanaldan sular akıyordu. (Adresi ise Via Piella, No 18)
Vaktimizin olduğunu görünce espresso içmeye karar verdik. Coffee2glo adlı bir cafeye gittik. Nutellalı Espresso içme keyfini yaşadım. Gerçekten farklı ve enfesti bu da. Burada yaklaşık 1,5 saat oturup, internette vakit geçirdik ve ödemeyi yapıp Bologna’nın en büyük ve en lezzetli pizzasını yapan yerine gitmek üzere kafeden çıktık.
Burası karşılaştığımız iki Türk arkadaşımızdan öğrendiğimiz bir yerdi. Adı Spacca Napoli Bologna, yer olarak da Via S.Vitale, No 45A’yer alıyor. Etli pizzalar domuzlu olduğundan ben vejataryen bir pizza olan Mediterranean yani Akdeniz usulü pizza yedim. Gelen pizza gerçekten çok büyüktü ve her yediğime çok lezzetli dediğim gibi buna de çok lezzetli demek istiyorum izninizle. Çünkü gerçekten çok lezzetliydi (7,5 €). Öncesinde yakın dönemde nutellalı ekspreso içtiğimden dolayı herhalde, 2 dilim fazla geldi ve yiyemedim, paket yaptırdım. Devamında Via dell’Indepenza’dan geçerek otelimize vardık.
Ertesi günler farklı yerlere gideceğimiz için Bologna gezimizi burada sonlandırdık. Devamında sırasıyla Padova, San Marino ve Venedik’e gittiğimiz gezimizde bir sonraki gezi yazım Padova olacak.
Fakat Bologna ile ilgili şöyle bir toparlama yapmak da fayda var.
Mutlaka Görün:
- Piazzo Maggiore,
- Neptün Çeşmesi,
- San Petronia Bazilikası,
- San Pietro Bazilikası(Bologna Bazilikası),
- Venedik Penceresi,
- İkiz Kuleler,
- San Stefeno Kompleksi,
- Santa Maria Della Vita,
- Quadrilatero,
- Palazzo Poggi Müzesi,
- Santorio Madonna di San Luka
Mutlaka Buralarda Bir Şeyler Yiyin:
- Spacca Napoli Bologna’da; Pizza,
- En eski Pastane olan Gamberini’de; Kruvasan ve Küçük Tatlılar,
- Coffee2glo’da; Nutellalı Ekspresso,
- Trattoria del Rosso’da; Et Suyunda Tortellini,
- Trattoria Oberdan’da; Lazanya,
- Kulelerin altında bulunan Gelateria Gianni’de; Ricotta Peynirli Dondurma,
- Bir başka dondurmacı Cremeria Santo Stefano’da; Dondurma,
- Tortellini’yi sade yemek isterseniz Tamburini’de; Tortellini,
- En iyi bolonez Sosu yapan ve Bologna’nın en iyi 5r estorantından olan All’O’sterio Bottega,
- Aperitivo zamanı için L’Altro Spazio ve Bar Senzo Nome. Bar Senzo Nome’de ise Spritz Aperol, Campori veya Prosecco.
Alternatif Yapılacaklar Listesi:
- Parco Montagnola’da yeşillikler arasında dinlenebilirsiniz.
- Tren İstasyonun tam karşısından “32” No'lu hatta binerek tüm şehri dışarıdan dolaşabilirsiniz.
- Asinelli Kulesi'nden kağıt uçak atabilirsiniz.
- San Luka’ya giderken dünyanın en uzun porticosu olan 666 revaklı 8 km’lik yerden yürüyebilirsiniz.
- Her ne kadar önermesem de “Bologna Welcome Card” alabilirsiniz.
- Graffitiler şehri Bologna’da fazla vaktiniz varsa birçok güzel grafiftiyi bulabilirsiniz.
- Via dell’Indepenza’daki caddelerde alışveriş yapabilirsiniz.
Okuduğunuz için teşekkürler, 2000 yılında Avrupa Kültür Başkenti olan Bologna’da iyi vakit geçirmeniz dileğiyle…