Geyiği Havada Gördüm: Rodos

Bizim köyün alt tarafında çay kenarında kara kuru bir ağaç durur zamana meydan okurcasına. Yıllarca ev sahipliği yapar kutsal mekânlardan geldiği söylenen konuğuna. O da sanki kendisininmiş gibi gelir konar mekânına. Nasıl bulur o ağacı, aynısı mıdır yoksa başkası mı bilmiyorum ama siyah beyaz tüyleri, kırmızımsı ayakları ve gagaları ile ağacın konuğu leyleğin köyümüze gelişi baharın müjdecisi olarak bilinir.

Leyleğin gelişi içimde bir kıpırtı oluşturur hep. Çiçeklerin açması, kuşların cıvıltısı, papatya ile çiğdem çiçekleri hep O geldikten sonra başlarlar arzı endam eylemeye. Gidişi de bir o kadar hüzün kokar. Çünkü hazan mevsiminin gelişinin emaresidir. Çocukluğumda gittiği uzak diyarlara beni de alıp götürmesini isterdim içten içe. Gıpta ile bakardım, gidişine. Ne zaman havada görsem gözlerim buğulanır hala. Ne zaman seyahate çıksam leyleği hatırlar, hatırlamaktan öte bana eşlik eder, durur.

Bu yıl Leh diyarından sonra leylek aldı beni bir başka diyara Rodos’a götürdü. Uzun güçlü bacakları, sevimli, küçük yapılı, kıvrak ve atak hareketleri ile adanın simgesi olan geyikler karşıladı beni. Mükemmel yüzücü oldukları söylense de esaret hayatına dayanamadıklarından olsa gerek havadaydılar. Anayurdu Türkiye olan geyikler, 15. yüzyılda Rodos Şövalyeleri tarafından adaya götürüldüklerinden sıcaklık ve yakınlık da hissettim doğrusu. Asırlar önce depremde yıkılan Dünyanın 7 harikasından biri olan Rodos Heykeli’ni simgeleyen “Elefos” ile “Elafina” isimlerinde iki geyik heykeli bulunuyor limanda. Adanın simgesi olan bu geyikler, heykeli temsilen dikildiklerinden duruşlarında heykelin heybeti gizli idi, sanki. Ben onları havada görmeyi hayal ettim doğrusu. Yanlarına geçtim, umut ve gelecek dolu Xazalımla objektife poz verdim, ölümsüzleşen anlarımız için.

Fotoğraf: rhodessafari.com

Geyiklerle olan “muhabbet” dışı ciddi muhabbetimin ardından, etrafıma dolan onlarca siyah beyaz, beyaz, gri renkli barış timsali güvercinlerle karşılaştım. Vücutları beyaz, gözleri siyah olan güvercinlerin bazıları ise vücutları siyah, gözleri açık renkli ve gagaları beyazdı. Tedirginlikleri de yoktu desem yeridir. Barış simgesi ak güvercin her devrin postacısı edası ile aldı beni ortaçağda yaşayan şövalyeler ile tanıştırdı. Şövalyelerin en iyi eğitilmiş askerler olarak neredeyse intihar boyutlarında cesaret örnekleri sergileyerek üne kavuşmuş olduklarını söylese de savaştan, kandan nefretimi belirttim. Onların tarih sayfalarında yer aldığını, timsali ile resim çekildiğini belirtsem de ders alınmadığından tarihin tekerrür ettiğini beyan eyledi sitem dolu gözleriyle.

Gözleri siyah ama vücudu bembeyaz olan güvercin elçiye zeval olmaz misali tarihteki postacı rolü ile adayı gezdirdi bana. Epeyce savaşa sahne olan ve birçok medeniyeti barındıran Rodos, UNESCO tarafından kültürel miras olarak koruma altına alınmış. Rodos Kalesi'nin içinde yer alan eski şehre girdiğimde bir Ortaçağ kentinin dar ve taş döşemeli sokaklarında yürüdüğümü hissettim. Yüzyıllar önce yaşanmış olayları hayal etmek, atlı şövalyelerin turladığı dar sokakları gezmek, kalenin mistik havasını solumak çok hoştu.

Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi İran, Arap ve batı dünyasından getirttirilmiş astronomi, tıp, matematik ve hukuk kitaplarını, yüzlerce Kur’an-ı Kerim tefsirlerini ve çok özel el yazması kitapları barındırıyor. Socrates Caddesi, Osmanlı çarşısı, Hora bölgesindeki eskiden bu yana, Yunan, Musevi ve Türk topluluklarının birlikte yaşadığı bir yer olması farklılıkların yan yana yaşaması açısından ilginç bir noktaydı. Şövalyeler sokağında yürürken uluslararası bir sokakta olduğumu hissettim adeta. Yan yana bitişik nizam olsa da aslında her biri ayrı milletlere ait 14. yüzyılda yapılan hanlardan oluşuyor bu sokak. Kabartma armalardan hangi millete ait olduğu belli olan hanlar sıralanmış boncuk gibi. Bu sokakta uzun yıllar yaşayan Cem Sultan‘ın da evini aradım ama herhangi bir yazı olmadığı için bulamadım. Osmanlı kahvehanesinde kahve içerek yorgunluğumu attım. Kahvehane, Mevlana tabloları ve eski Osmanlı yazıları ile süslü olması bir dönemi tüm özellikleri ile temsil ediyordu. Kale surlarının arasında Hipokrat çeşmesinin yanında bir duman tüttürdüm tarihe selam çakarak.

Kum Burnu’ndan devam edip yazar Lawrance Durrell’in meşhur Elli Plajı solumda, karşımda Mandraki Limanı ve limanın mendireği üzerindeki üç rüzgar değirmenini izleyerek gecenin karanlığını aydınlatan ışıkların gölgesinde karpuz suyu eşliğinde denizin enginliğini izledim. Su, kristal berraklığındaydı. Bir yanda ışıl ışıl görüntüsüyle insanların neşeli kalabalığı, bir yanda da uzanan yüksek surların mistik havası. Zamanın akışına karşı ben de varım demek adına dondurmanın/karpuzun tadı damağımdayken Fıratımla selam durdum patlayan flaşlara.

Methini duyduğumdan adanın ikinci uğrak yeri olan Lindos’u görmek için yola çıktım sabahın seher vaktinde. Kahverengi kapı ve pencereler, sardunyalarla renklenmiş beyaz badanalı tek katlı evler, bir ressamın elinden çıkmış tablo görünümündeydi. Yılankavi yollardan kaleye çıkmaya karar verdim ve tabana kuvvet 900'den fazla basamağı tırmanıp tepeye ulaştım. Yoruldum ama ayaklarımın altında serili olan manzarayla uçup gidecek gibi hissettim kendimi. Üstelik Athena tapınağının kalıntıları arasında gezmek de ayrı bir keyifti. 900 basamağı çok görenler veya değişiklik olsun diyenler eşek sırtında çıkıyorlardı tepeye. Bolca fotoğraflarını çektim bir hayli endişeli olanlara, köylü işi diyerek küçümseyenlere ve her daim modernizm deyip ülke gerçeklerinden bihaber olanlara göstermek için. Ardından sahile indim kalenin sağlam surlarına yaslandım, yüzümü engin denize çevirdim ve Muradımla geleceğe gülümsemek adına poz verdim.

Öteki bir diyarda ötekiydim yine. Anamın diliyle konuşamadım her zaman olduğu gibi. Sözcükler ağzımda şişti, durdu. Başkalarının diliyle meramımı anlatsam da anamın diliyle düşündüm, düşüncelerim başka sözcüklerle dile geldi. Kekemeliğimi soranlara cevabım bu olsa gerek.

Geyiklerin ve medeniyetlerin buluştuğu tarihi mekâna veda ederken güvercin postacı ruhuyla barış ve güzellik dolu günler diledi. Dönüş yolunda yaşadığım yerlere özlem doluyken ve de kardeşçe türkülerle keyiflenirken yakın coğrafyalarda savaş hazırlıklarının olduğunu belirtiyordu haber ajansları. Keyfim kaçtı. Kahırla düşündüm, hayat bizim yaşamak istediklerimiz miydi yoksa bize dayatılan mıydı? Karar veremedim.