İlk defa oldukça kısa bir aradan sonra yeniden bir yazı ile karşınızdayım, son 1 ay içinde Ekin kuzusu ile beraber 2 kere şehir dışı seyahat yapınca insan heyecan yapabiliyor, lütfen mazur görün. Bu gezinin anlamı ayrı benim için, çünkü bu yıl “anne” unvanı ile kutladığım ilk anneler günüm.
Ekin kuzusu yanımızda, bundan daha güzel bir hediye olamaz zaten, orası kuşku götürmez, ama kutlama kapsamında ailecek yapabileceğimiz bir gezi için tren biletleri, gezmeyi çok seven bir anneye verilebilecek en güzel hediye bence. Bunun için de öncelikle sevgili kocama ve minik kuzumuza teşekkürlerimi sunmak istiyorum… Haydi bakalım bu kadar laklaktan sonra gelelim sadede, Eskişehir gezimize…
Nasıl gidilir?
Siz de bizim gibi günübirlik bir gezi planlıyorsanız en rahat ulaşımı Pendik’ten hareket eden hızlı tren ile gerçekleştirebilirsiniz. TCDD’nin internet sitesinden online olarak tren biletini alabiliyorsunuz, tek sorun sistemin en geç 15 gün sonrasına kadar sefer saatlerini gösteriyor olması, daha ileri tarihli plan yapmanıza izin vermiyor, program yaparken aklınızda bulunsun.
Trenin hareket etmesiyle başlayan yolculuğunuza eğer uyuyakalmazsanız görebileceğiniz gelincik tarlaları, ovalar, ağaçlar, dağlar, Sapanca Gölü, dereler eşlik edecek ve 2,5 saatlik seyahatin ardından Eskişehir’e ulaşacaksınız. Bebekli tatil denince hep zorluklar geliyor akla, ama aslında baktığın açıya bağlı keyfi, keyifsizliği… Ekin olmadan önce eski ben, muhtemelen trenin kalkış saati olan 06.35’de fosur fosur uyumaya başlamış olurdu ama yeni ben, kucağında kuzu uyurken düşmesin diye uyumayıp yolu izleyebildi ki bence bu muhteşem, kesinlikle Polyanna oyunu oynamıyorum, yanlış anlaşılma olmasın.
Bir günde neler yapabilirsiniz?
Sabah saat 09.00’da Eskişehir’e ayak bastığınızda güne yetecek kadar bol enerji toplamak için güzel bir kahvaltı ile başlamaya ne dersiniz? Bizim tercihimiz gardan ayrılınca yürüme mesafesinde, İsmet İnönü Caddesi üzerinde bulunan Acıktım’dan yana oldu. Hem gözünüze hem de midenize hitap eden serpme kahvaltısının ardından mide hazmetsin diye güzel bir fincan kahve için 78 Coffee’ ye gidebilirsiniz.
Son zamanlarda İstanbul’da olduğu gibi Eskişehir de nasibini almış 3. nesil kahve dükkânlarından. Bizim seçimimiz, 2015 yılında barista eğitimine beraber katıldığımız arkadaşımızın yerinden yana oldu. Kahve dükkânının isminin hikâyesi de oldukça manidar, dedesi 1978’de Eskişehir’de bir kahveci açmış işletmek üzere, dedesini yad etmek için de dükkânın adını 78 koymuş Serhat. Gittiğinizde olur da sahibi ile karşılaşırsanız hikâyesini kendisinden de dinleyebilirsiniz.
Kahvenizi de içtiniz, artık yürüyüşe başlamanın zamanı geldi… Bu noktada bir öneri ile başlayacağım, eskiden sebze ve meyve hali binası olan yapı restore edilerek yenilenmiş, yeni ismi ile Haller GençlikMerkezi olmuş, kahveciye çok yakın. İlk durağınızı orası olarak belirleyebilirsiniz, biz dönüşe bırakmıştık ve maalesef görmek için zamanımız kalmadı, günün planını belirlerken aklınızda bulunsun. Hediyelik eşya dükkânları ile kafelerin olduğu bu merkezde bulunan Mazlumlar Muhallebicisi de önerilen lezzetler arasındaydı, giderseniz deneyebilirsiniz bizim için de. A bu arada küçük bir not daha, her an tepenizden geçen jetlerin yüksek seslerini duyabilirsiniz, eğer yukarıya bakıp tepki verirseniz Eskişehirli olmadığınız anlaşılıyormuş, hani bizden söylemesi, ama o güçlü sese de tepkisiz kalmak bir o kadar da güç alışkın olmayanlar için… Tahmin edeceğiniz üzere bendeniz neler oluyor bakışı fırlatarak Berkay’a bakıyorum. Berkay’ın üniversite günleri burada geçtiğinden daha Eskişehirli olarak çok da şaşırmıyor tabii ve yolumuza devam ediyoruz.
İlk hedefimiz Devrim Arabası. Porsuk Çayı’nın kenarında rengârenk köprüleri geçerek, şehrin her bir yanında dizilmiş onlarca bankları görerek, 18 yıl önce hiçbir canlının olmadığı çayda şimdi balıkların yüzdüğüne şaşırarak, İskandinav ülkelerini andıran güzellikte köprü – çay -yansıma fotoğrafları çekerken keşke şu arka planda görünen çay boyunca dizili evler de pastel renklerde rengârenk olsaydı diye ahlayarak TÜLOMSAŞ’a varıyoruz.
12.00-13.00 saatleri arasında kapalı ve 16.00’ya kadar açık olan müzede Atatürk’ün yurt gezilerinde kullandığı Beyaz Tren’in vagon görseli ile Türkiye’de tasarlanan ve üretilen ilk otomobil olan meşhur Devrim Arabası’nı ziyaret ettikten sonra bir sonraki noktamıza doğru harekete geçiyoruz.
Bu arada Ekin ne mi yapıyor? Kanguruda mışıl mışıl uyuyor. Kuzu uyurken biz de gezimize bölünmeden devam edebiliyoruz Köprübaşı İskelesi’ne doğru. Adalar Bölgesi diye de adlandırılan bu noktadan Porsuk Çayı üzerinde gezebileceğiniz bot turlarına katılabilir ya da özel gondol turu yapabilirsiniz. 10-15 dakikalık süren bot gezisinin ardından küçük bir atıştırmalık olarak 1975’den bu yana hizmet veren Papağan’da “çibörek” molası verebilirsiniz. Porsiyonunda 5 adet olduğu için ve daha çok tatmamız gereken lezzetler olduğu için biz bir porsiyon sipariş edip paylaştık. O kadar yağda pişmesine ve pek de çibörek seven biri olmamama rağmen hiç rahatsız etmeyen bir tat olduğunu söyleyebilirim.
Lezzetli çibörek keyfinin ardından rotamızı Hamam Yolu Caddesi üzerinden Odunpazarı evlerine çeviriyoruz. Planımızda müze gezmek de vardı, özellikle Yılmaz Büyükerşen Balmumu HeykellerMüzesi ziyaret etmek istediğimiz yerlerden biriydi, ancak Türkiye’nin pek çok yerinde olduğu gibi pazartesi günleri müzeler kapalı olduğu için gezme şansımız olmadı, ama aklımız kesinlikle kaldı… Madem müzede aklımız kaldı, bari haşhaşlı çörekte aklımız kalmasın diye eve götürmelik Petek Fırın’dan alışveriş yaptık. Siz de isterseniz deneyebilirsiniz, evde yediğimizde lezzetinden çok memnun kaldık.
Küçük alışverişimizin ardından Odunpazarı evlerine adımımızı atıyoruz. Bu evler keşke Porsuk Çayı’nın kenarında olsaydı diyerek Abacı Konak Oteli’nin içindeki avluda bir fincan Türk kahvesi molası veriyoruz.
Ekin’in altını değiştir-emzir gibi ihtiyaçları da giderip Atlıhan El Sanatlar Çarşısı’nı, rengârenk evlerle dolu ara sokakları geze geze Hamamyolu Sanat Köprüsü’nün olduğu parka doğru yürüyoruz. Barcelona’daki La Rambla Caddesi’ni andıran bu caddedeki tek eksik sokak göstericileri. Pazartesi günü olmasına rağmen hareketli ve cıvıl cıvıl parkın içinden geçerek bir sonraki lezzet durağımız olan Abdusselam Balaban KebapRestoranı’na varıyoruz. Restoranın vitrini yok, kapıdan girip koridoru geçerek girebiliyorsunuz, bizim gibi önünden geçip kaçırmayın diye özellikle vurgulamak istedim. Şiş, köfte ve karışık opsiyonlarını sade, tereyağlı ya da tamekli versiyonlarında yiyebiliyorsunuz. Şişini daha çok beğendiğim restorandan çıkıp tatlı hakkımızı 1925’den beri hizmet veren Karakedi Bozacısı’ndan yana kullanıyoruz. Tadına aşina olduğumuz Vefa Bozacısı’nın bozasından daha yoğun kıvamlı ve daha az şekerli. Eskişehir’e gidip bu lezzeti denemeden olmazdı. Daha ne yiyeceksiniz, yeriniz kalmadı diyenleriniz olabilir, ama aklımızda olan met helvayı da daha sonra yemek üzere Tanınmış Helvacı’dan alıp, en son durağımız olan Varuna Gezgin’e yorgunluk birası içmeye gidiyoruz.
Bir güne neler sığmadı?
Yapay plajın olduğu Kent Park, bilim, sanat ve kültür merkezi olarak tasarlanan Sazova Parkı, Eskişehir’in en büyük şelalesinin bulunduğu Şelale Park ile Eskişehir’e 80 kilometre uzaklıkta olan Frig Vadisi’nde bulunan Yazılı Kaya Anıtı...
Yani anlayacağınız üzere bir gün yetmiyor Eskişehir’i doya doya gezmeye, olanağınız varsa 2 gün ayırmakta fayda var, hem gece ışıltısını ve hareketini de görürsünüz. Bizim gibi haftada tek gün tatili olanları ise yeniden bir günlük Eskişehir gezisi bekliyor sanırım hızlı tren ile, bakalım bu geziyi ne zaman yapabileceğiz. O zamana kadar keyifle okuduğunuz bir yazı olduğunu umarak hoşçakalın.