Hakkında Söylenebilecek Her Şeyin Söylendiği Şehir: Roma

Sanki İtalyan yönetmen De Sica’nın “Bisiklet Hırsızı” adlı filminin geçtiği sokaklarda yürüyoruz sürekli... “Hakkında söylenebilecek her şeyin zaten söylenmiş olduğuna” inanılan Roma; sanatın, tarihin ve dinin iç içe geçtiği üç bin yıllık bir kent. Tiber Nehri’nin iki yakasına kurulmuş Roma, dünya tarihindeki belirleyici rolünü asırlar boyu sürdürdüğünden olsa gerek “dünyanın başkenti” unvanına lâyık görülmüş.

Efsaneye bakılırsa, kentin tarihi M.Ö. 753’lere dek uzanıyor. Dişi bir kurtun emzirdiği Romulus ile Remus adlı ikizlerden Romulus kenti kurar ve surların temellerini, beyaz bir inek ile beyaz bir öküzün çektiği sabanın bıraktığı izle belirler. İkiz kardeşini alaya alan Remus ise bir sıçrayışta sınırı aşar, Romulus da onu öldürür. Böylece, kuruluşuna bile kardeş kanı karışır Roma’nın...

Düğüne çağrılan eşek

Romulus Roma’yı kurmuştur kurmasına ancak, minik bir sorun vardır! Roma’da kadın nüfus yok denecek kadar az olduğundan, kentin zürriyetsizlik nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalması kaçınılmazdır! Romulus düşünür taşınır, çareyi komşu Sabinleri şölene çağırmakta bulur. Düğüne çağrılan eşeğin, “ya su lâzımdır, ya odun!” diye düşünmesi gerektiğinden habersiz olan Sabinler güle oynaya davete katılırlar. Şölen sırasında Romalı erkekler yapacaklarını yapar, Sabin kadınlarını kaçırıverirler! Küplere binen Sabin erkekleri Roma’ya savaş açarlar…

İçgüveyisi yerine içkayınbabası

Ancak atı alan Üsküdarı da geçmiştir, Roma'yı da! Çünkü Sabin kadınları Romalı eşlerine ısınmaya, hâtta sevmeye başlamıştır ve sonunda, Sabinli kadınlar savaşa müdahale ederek birbirlerini öldürmek üzere olan Sabinli babaları ile Romalı kocalarını barıştırırlar. Ve öyle bir barışma olur ki bu, Sabinler Roma’ya taşınır ve iki halk kayınpeder-damat mutluluğu içerisinde bir arada yaşamaya başlarlar! “İçgüveyisi” sistemini tersine çeviren Romalılar “içkayınbabası” yöntemini başarıyla yürürlüğe koyuverirler...

Dağ devletçiği San MarinoOtelimizin konuşkan resepsiyonisti ile sohbet ediyoruz. İtalya’nın sınırları içerisinde olmalarına karşın San Morino ve Vatikan’ın iki ayrı devlet statüsünde olduğunu anlatıyor bize. San Marino altı kilometrekarelik yüzölçümüyle Avrupa’nın en küçüğü olmasına karşın dünyanın en eski cumhuriyetlerinden biri. 20 küsur bin nüfusu ve minicik ordusuna karşın, bin yıldır bağımsızlığını korumuş olan bu “dağ devletçiği”ni, inanması zor ama her yıl üç milyon turist ziyaret ediyormuş! Efsaneye göre, kentin temelleri Hristiyanların Roma İmparatorluğu tarafından ağır baskılara uğratıldığı IV. yüzyılda, Aziz Marino’nun dağlara yerleşerek çevresine kendisine inananları toplamasıyla atılmış.

Gelen, gören, yenen Sezar ve sezaryen
Hemen önümüzde Sezar’ın bir heykeliyle burun buruna geliveriyoruz. “Geldim, gördüm, yendim!” sözünün yaratıcısı pek ufak tefek biri gibi görünüyor gözümüze. Sadece Galya seferinde ordusunun bir küsur milyon insan öldürdüğü rivayet olunan, dünyayı titreten Roma diktatörü demek bu boyutlardaymış, diyoruz kendi kendimize. Sezar’la ilgili tarihsel bir yanılgıya da değinmekte yarar var. Öldürülürken Sezar “Sen de mi Brutus?” değil, “Ve sen Brutus, oğlum!” demiş. Bir diğer tarihsel yanılgı ise sezaryen ameliyatının adını Sezar’dan almış olduğu inanışı. Sezaryen sözcüğü Sezar’dan değil “kesmek” fiilinin Latincesinden geliyor.
 
Yarım kilometrekarelik Vatikan
Vatikan, Neron’un yüzlerce Hıristiyanı katlettiği Vatikan Tepesi’ne kurulmuş. Neron’un, annesini ve ilk karısını öldürdüğü doğru imiş, ancak Roma’yı yaktığı inancı hayli tartışmalı. Çünkü Neron, yangın sırasında Roma’dan 50 mil uzaklardaymış. İnsanların kendisini suçlamalarına son vermek için de yangını Hıristiyanların çıkardığını söylemiş.

64 yılında Neron döneminde öldürülen havarilerin lideri Aziz Pietro’nun gömüldüğü yerde, günümüzde San Pietro Kilisesi yükseliyor! İlginçtir, bir zamanlar Aziz Pietro’nun sırf Hıristiyan olduğu için yakıldığı kent şimdi Katolik Kilisesi’nin merkezi!

VATİKAN ORDUSU - İSVİÇRELİ MUHAFIZLAR

Hepi topu beş yüz kadar vatandaşı olmasına karşın, Vatikan’ın sahip olduğu mülkler arasında tren istasyonu, helikopter alanı, postane, pek çok dilde yayın yapan radyo istasyonu, 1.400 odalı Vatikan Müzesi ile yarım milyon el yazması kitabı barındıran dev bir kütüphane de bulunuyor.

Kilisenin çevresinde, “Vatikan ordusu”nu oluşturan İsviçreli muhafızlarla karşılaşıyoruz. Boyları en az 1.75 olmalıymış muhafızların. İnanılmaz hoşluktaki rengârenk üniformalarının Rönesans sanatçısı Michelangelo tarafından çizildiği rivayet olunuyor. Yine rivayete bakılırsa, Vatikan muhafızlığı babadan oğula geçen ve maaşı hayli dolgun mesleklerdenmiş.

Papa Michelangelo’ya vuruyor
60 bin kişilik kapasitesi ile Hristiyanlığın en büyük kilisesi olan San Pietro Kilisesi 324 yılına tarihleniyor. Hristiyan dünyasının en eski, en büyük ve en kutsal kilisesi 12 asır ayakta kalmayı başarmış, ancak Rönesans ile birlikte kilise yerle bir edilip yerine yenisi inşa edilmiş.

Rönesans nedeniyle Roma’nın eski heykellerinin başına gelenler daha da dehşet verici! Eski çağlarda yapılmış binlerce heykel Rönesans döneminde kireç yapılmak için yakılmış. Michelangelo ve diğer sanatçılar bu uygulamalardan şikâyetçi olmuşlarsa da kendilerine pek kulak asan olmamış! Eski Roma heykellerinin yakılması Rönesans'tan çok sonraları da devam etmiş maalesef.

San Pietro Kilisesi’nin dev kubbesinin tasarımı Michelangelo’ya ait. Sanatçı, Sistina Şapel’in tavan freskleriyle uğraşmaktayken, Papa sabırsızlıkla eserin ne zaman bitirileceğini sorunca, Michelangelo kabaca “benim için mümkün olan en kısa zamanda!” deyivermiş. Bunu duyan Papa küplere binmiş, iskele üzerine fırlayıp asasıyla Michelangelo’ya vurmaya başlamış. Bunun üzerine işi bırakan Michelangelo’nun geri gelmesi için Papa 500 düka altını ödemek zorunda kalmış.

Roma sokaklarında rastladığımız kadar rahibeyi hayatımız boyunca başka bir yerde görmedik sanıyorum. Rahibelerin hemen yanıbaşındaki vitrinde ise Madonna’nın yarı çıplak afişleri, çılgın bir rock müzik eşliğinde arz-ı endam ediyor. Sokaklarda “Cocco Fresco” tabelâsıyla üzerinden sular akan dilimlenmiş hindistan cevizleriyle karşılaşıyoruz sıkça.

TREVİ ÇEŞMESİ’nde aşk
Aşk Çeşmesi’nin bulunduğu Piazza di Trevi, çağıl çağıl suların aktığı, gece gündüz tıklım tıklım bir meydan. 1950’lerde ünlü yönetmen Fellini’nin La Dolce Vita adlı filminde Anita Ekberg ve Marcello Mastroanni’nin bir gece yarısı yıkandığı ünlü çeşmenin önündeyiz.

Trevi Çeşmesi’ne para atıp Roma’ya geri dönme dileğinde bulunanların ardı arkası kesilmiyor. Çeşmeye arkalarını dönüp parayı başlarının üzerinden havuza fırlatıveriyor insanlar. Aşıklar el ele, diz dize oturup birbirlerinin gözlerinin içine derin derin bakmakta iken yankesicilerin icra-i sanat eylemek için fırsat kolladıkları da bir gerçek! Çeşmenin çevresi şarkı söyleyenler, gitar çalanlarla dolu. Turist kızlara ilân-ı aşk etmek için çeşme başında gezinen İtalyan delikanlıların sayısı da az değil doğrusu! Trevi Çeşmesi’nin canlandırılıp süslenmesini buyuran Papalar bu çeşme başı faaliyetlerini tahmin edebilse çeşmeyi bu hale getirirler miydi bilemiyorum.
 
COLOSSEUM

İki bin yıllık COLOSSEUM Roma’nın sembolü
Roma’nın sembolü ve en büyük anıtı olan Colosseum’un tarihi iki bin yıl gerilere uzanıyor. Roma’nın kuruluşunun bininci yıldönümü nedeniyle 249 yılında düzenlenen şenliklerde, 50 bin seyircilik bu amfitiyatroda yüzlerce hayvan dövüştürülmek suretiyle öldürülmüş. Filden aslana, kaplandan su aygırına, zebradan zürafaya kadar yüzlerce hayvan Roma’nın bininci yılı şerefine alkışlar arasında parça parça edilmiş.

Bininci yıl kutlamalarında öldürülenler sadece aslan kaplanla da sınırlı kalmamış. Gladyatör dövüşlerinde de iki bin gladyatör çığlıklar arasında ölüme yollanmış! Roma kenti bin yıl ayakta kalmayı başardı diye, sen gel iki bin çaresiz insanı birbirine kırdır! Roma ahalisi, Colosseum’daki bu kan deryasını izledikten sonra “E, bugün bir eğlendik, bir kutladık ki, demeyin gitsin! Ne hayvan kaldı, ne insan!” mı diyorlardı acaba, diye merak etmemek elde değil doğrusu...

Romalı askerler turistlere kılıç saplıyor

Colosseum çıkışında, üzerinde rengârenk “Roma” yazılı dizi dizi şapkanın bulunduğu tezgâhın hemen yanında bir de ne görelim! İki Romalı asker turistlere kılıç çekmesin mi? “Bre aman!” demeye kalmadı, kılıçlı kalkanlı Romalı askerler turistlerin elinden küçük çocuklarını kapıverdiler! Ancak, turistler hiç istiflerini bozmadan ağlanacak hallerine gülüyor, üstüne üstlük bir de fotoğraf çekiyorlar! Biraz yaklaşınca, bunların “turizm amaçlı Romalı asker!” olduklarını anlıyoruz. Kıyafetten başka sermaye istemeyen, eli kılıç tutan her vatandaşın rahatlıkla gerçekleştirebileceği bir turizm faaliyeti ile karşı karşıyayız.

NAVONA MEYDANI’nda karikatür
Hem Roma sakinlerinin, hem de turistlerin en sık uğradıkları yerlerden biri olan Navona Meydanı, gündüz ve gece o derece farklı ki inanılası değil. “Gündüz meydan, gece sirk” gibi bir mekandayız! Hava bir kararmaya görsün, beş dakikada karikatür ve portre çizenler sandalyelerine kurulup müşteri beklemeye başlıyor meydanda. Boş duranına da pek rastlamadık doğrusu! Ressam ve karikatüristlerin karşısındaki sandalyelere müşterilerin biri kalkıp biri oturuyor. Çevrede de hemen bir izleyici kalabalığı oluşuveriyor. Her halde içlerinden de yoğun biçimde “benzedi mi, benzemedi mi?” analizleri yapıyorlardır! Clark Gable’dan Sophia Loren’e dek kimler yok ki karikatürcülerin müşteri portföyünde! Hele hele Pavarotti’yi öyle bir çizmişler ki, teşbihte hata olmaz, ünlü tenor kocaman ağzını açıp üstümüze doğru geliveren bir balinayı andırıyordu!

Fala inanma ama, faldan da geri durma
Satıcılar bağıra, çağıra Roma tişörtleri satarken pandomimciler de binbir çeşit icra-i sanat eyliyor Navona Meydanı’nda. Bir tanesi, bembeyaz pudralı yüzü ve kravatıyla robot taklidi yaparken, bir diğeri “Fingers Dance” yazılı bir levhanın başında, iki elinin parmaklarına kıyafetler giydirip bir dansçı çift yaratmış, masa üzerinde müzik eşliğinde “parmak çift”i dans ettiriyor…

Hani, “fala inanma ama, faldan da geri durma!” derler ya, bu sözün evrenselliğine Navona Meydanı’nda inanıyorum. Başta İtalyanca, İspanyolca, İngilizce olmak üzere pek çok dilde fal hizmeti veriliyor burada. Gitar çalıp şarkı söyleyenlerden robot taklidi yapıp pilli bebek gibi hareket eden mim sanatçılarına kadar bir cümbüştür gidiyor meydanda...

İSPANYOL MERDİVENLERİ’nde akordeonlu düğünGecenin ilerleyen saatlerinde, kentin en popüler noktalarından biri olan İspanyol Meydanı’na uğruyoruz ki bir de ne görelim! Bir gelinle güvey yanlarında davetliler de olmak üzere, hep birlikte İspanyol Merdivenleri’ne kurulmuşlar. “Nikâh salonu tutup masrafa gireceklerine, yeni evliler işin kolayını bulmuş anlaşılan!” diye düşünüp düğün alayına yaklaşıyoruz. Öğreniyoruz ki, bu seremoni için ta Polonyalardan gelmişler! Anlaşılan yakınları İtalya’da yaşıyormuş. Düğün alayı, hep birlikte merdivenlere oturup akordeon ve mızıka eşliğinde şarkılar söyleyip havuz başında dans ediyorlar. Bu “merdiven üstü düğün”ün izleyicileri, sadece bizlerle sınırlı değil. Bir seyyar kestaneci de köşeye tezgâhını kurmuş, davetlilere “düğün kestanesi” satabilme umuduyla ateşi körüklüyor...