Yeni doğmakta olan güneşin şavkı denize vurmuşken, altın gibi parlıyor su ve bir anda Ruhi Su türküsü düşüyor aklıma…
Su başında durmuşuz çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize çınarla bana.
Söz: Nazım Hikmet Müzik: Ruhi Su
Yavaş yavaş yanaşıyoruz, kalelerle işlenmiş şövalye adasına... Kıraç Ege adalarının en büyüğüne, dalgaların feribotu sallayışı, hafif iç-dış karışma durumlarından bir anda kurtularak adaya yavaşça yaklaşıyoruz. Adım atar atmaz karşımızda Kale yükselerek uzaktan, ''Hoş geldiniz'' bakışı atıyor. Hemen çıkar çıkmaz gümrüğe takılıyor, uzunca bir sıranın sonlarında yerimizi de alıyoruz. Burası güne biraz karışık başlıyor... Acelecilik, ön plana çıkan uyanıklar, aradan sıyrılmaya çalışsa da ''yerine sahip çık, haksızlıklara yer verme!'' tavrıyla gümrük duvarını sabırla aşıyoruz.
Şöyle mis gibi ada havasını içimize çekip doğru kaleden içeriye giriyoruz. Sağda şirin mi şirin bir kafe karşılıyor. ''Bir ada kahvesine ne dersiniz?'' gibi bir fısıltı kulakta dalgalanırken içeriye dalıyoruz. Sadece kahve değil, çeşitli tatlılarda ''ye beni'' şirinliğinde!!! İncirli ve cevizli tatlının cazibesine kapılıp yanında günün kahvesiyle muhteşem ikiliyi lezzet durağımıza davet ediyoruz.
Dinlenme molasından sonra adanın bir üyesiymiş gibi başlıyoruz kalacağımız oteli bulmaya... Bulmaca gibi çözülmeyi bekleyen, bizimle saklambaç oynarcasına da o kadar saklı, hadi bul bulabilirsen. Kalenin içini soldan başlayarak, sonuna kadar dolaşıyoruz. En sonunda St. Nikolis'i buluyor ve yerleşiyoruz. Bina olarak 1800'lerden kalma, iç dekorasyonu da dönemini koruyan incelikte döşenerek oluşturulan otelin, sahibi de o kadar samimi ve sevecen. Evimize gelmiş hissiyle Rodos sokaklarını gezmeye başlıyoruz.
Otelden çıkınca biraz uzakta, Sokrates Sokağı’nın sonunda, gül pembesi duvarları ve dikkat çeken minaresiyle Kanuni Sultan Süleyman Camisi karşılıyor. Osmanlı hakimiyetini simgeleyen camii 1523’te yapılmış ve aynı zamanda Rodos’un en görkemli camisi. Rodos Müslüman Türk Vakfı’na ait olan caminin minaresi, tehlikeli olduğu gerekçesiyle 1987 senesinde yıkılmış. Günümüzde, günün belirli saatlerinde müze olarak ziyaretçilere açılıyormuş. Ancak o saatleri bir türlü yakalayamadığımızdan uzaktan bakmakla yetiniyoruz.
Hemen caminin karşısında bulunan Fethi Paşa Kütüphanesi de Osmanlı’dan kalan en değerli eserlerden biri. 1794 yılında kurulmuş olan Osmanlı kitaplığı 15. ve 16. yüzyıldan kalma nadir el yazması Kuran-ı Kerim, Arap ve Perslere ait yazmaları da bulunuyormuş. Kütüphanenin giriş bölümünde ise Kanuni Sultan Süleyman’ın, Atatürk ve kütüphaneyi yaptıran Osmanlı vezirlerinden Fethi Paşa’nın portreleri bulunuyor. Ayrıca bu kütüphanede ilk fizik, cebir ve astroloji kitapları yer almasına rağmen restorasyon çalışmalarından dolayı kapalıydı. Kapalı kapılar ardında, demir parmak aralıklarından ne görebilirsek ona tanıklık ederek uzaklaşıyoruz.
Bu kütüphanenin, bir diğer tarihi özelliği ise, Namık Kemal’in, 1884’te Rodos’a vali olarak atandığı zaman 3 yıl bu kütüphanede çalışmış olması. Ayrıca, Fatih döneminden kalan altın yazmalı dört değerli Kuran-ı Kerim de kütüphanenin en değerli eserleri arasında yer alıyormuş. Sultan Abdülmecid’in kız kardeşi Atiye Sultan’la evlenen Fethi Paşa, kütüphaneyle birlikte bir de saat kulesi yaptırmış. Üçü de yan yana dizili olan tarihi binaları uzaktan fotoğraflayarak adanın taşlı yollarında ilerliyoruz.
Aşağı doğru inerken, ada da bulunduğumuz sürece hep yolundan geçeceğimiz Şövalyeler Sokağı’na giriyoruz. Eski Rodos’un en ünlü ve en çok ziyaret edilen yeri burası. Sokakta sağlı sollu Hospitalier Tarikatı‘nın mensuplarına ait hanlar yer alıyor.
14. yüzyılda Gotik üslupta yapılan binalar, şövalyelerin bir araya geldikleri ve konaklama yaptıkları yerlermiş. Binaların üzerindeki armalardan ve bayraklardan hangi hanın, hangi ülkenin şövalyelerine ev sahipliği yaptığını anlayabiliyoruz. Günümüzde ise müze olarak hizmet veriyor. İçeriye giremedik, aşağı yukarı iniş çıkışlarla yetinip, kısa süreli de olsa ''şövalye'' ruhuyla dolaşıp, sokağın bolca havasını alıyoruz.
Kale, 5 kapıdan dış dünyaya açılıyor. Gate Ampuaz kapısından çıkarken o eski şövalye filmleri bir anda aklıma düşüyor. Askerler borazan çalarken, köprü yavaş yavaş aşağı iner ve atlı şövalyeler sırasıyla köprüden geçer. O eski asmalı köprünün yerinde yeller esse de, şimdi oraya taştan bir köprü kurulu ancak bizdeki duygu hortlaması nedense eskiye dayalı. Neyse şövalyeler filminden sıyrılıp kalenin dışındaki Rodos'u biraz keşfedelim...
Kaleden çıkıp Papagou'dan, limana doğru ilerlediğimizde marinada dizili bir çok yatın demirlendiğini görüyoruz. Karşımıza üç yel değirmeni çıkıyor. Yunan adalarının hangisine giderseniz gidin, ya yukarıdan ya da aşağıdan en güzel pozu yel değirmenleri veriyor. Tıpkı Rodos'un bu üç incisi gibi... Mandraki Limanı'nın ucuna doğru ilerlediğimizde karşılıklı bakışan iki geyik görüyoruz. Eski çağlarda adı geçen ünlü Rodos heykelini simgeleyen “Elefos” ile “Elafina” isimlerinde iki geyik heykeli bu ünlü limanda bulunuyor. Gün batımına en güzel şahitlikte burada yapılıyor. Rodos'ta bulunduğumuz zamanlarda sabah, akşam burası uğrak yerimiz oluyor. En güzel kareleri de burada çekiyoruz.
Tekrar kalenin içine girdiğimizde seyir terasından Eski Şehir (old town) ve liman bölgesi ayaklarımızın altında serili... İçeride ise gece ve gündüz hareketli bir yaşam bizi karşılıyor.
Rodos’un Eski Kenti’nde (Old Town), Kalenin içinde, alışveriş yapabileceğimiz yüzlerce turistik dükkan bulunuyor. Buradaki dükkanların neredeyse hepsi mimari bakımdan Rodos’un eski tarihi dokusunu yansıtıyor. Çoğu bilinen turistik ürünler satsa da aralarda özel tasarım ürünlerine de rastlıyoruz. Asıl bizi çeken de bu tür dükkanlar oluyor.
Rodos Şövalyeleri ve Osmanlı Dönemi’nden bu yana Rodos’un en işlek alışveriş merkezlerinden birisi de Sokrates Sokağı (Odos Sokratous). Bu sokakta her türlü hediyelik eşya satan dükkanlardan, birinci sınıf tasarımcıların eseri olan saatlerin ve değerli taşlarla bezenmiş mücevherlerin satıldığı kuyumculara kadar her zevke ve bütçeye uygun dükkanlar bulunuyor. Alışveriş yapmasak da saatlerce etrafı seyrederek kahve içeceğimiz alanlardan birisi. En popüler yerlerden birisi olması nedeniyle sürekli bizi içeriye çekmeye çalışan, bizdeki bilinen avcılar maalesef burada da mevcut!!! Köşede en güzel kafeye yerleşerek geleni geçeni seyre dalarken, biraz da serinlemek bağlamında soğuk içeceklerimizi de yudumluyoruz. Zamanın en çok bizden aktığı yer burası... Şehrinde en kalabalık yeri... En kalabalık ve işlek yemek mekanları da burada. Gündüz bilinen restoran, gece ise bir taverna kültürü ile zengin Ege mutfağı ve deniz ürünlerinden damaklara lezzetli dokunuşları sunuyor.
Kalabalıktan uzaklaşmak istediğimizde otelimiz bizi kucaklıyor. Otelimizin bulunduğu yer buradan tamamen farklı Ortaçağ havasında sessiz ve korunaklı, tarihin havuzunda dolaştıracak kadar da çekici... Ruhun, dingince salındığı yerlerden birisi. Kaldığımız yerle birlikte Eski Şehir'de (Old Town), dört günlük gezi programımızın üç gününü burada harcıyoruz. Geçmişe, tarihe kucak açılacak yerler burada... Geriye kalan diğer zamanda adayı keşfe harcıyoruz. Diğer maceralarımızı da arkası yarına saklıyoruz!