Napoli’ye gelmeden önce bölgedeki yoksulluk, işsizlik ve suç oranı ile ilgili bazı bilgilere sahiptim ancak karşılaştığım manzara gerçekten İtalya’da olup olmadığımızı sorgulattı. Şehrin inanılmaz karmaşık, gürültülü ve kirli oluşu hayal kırıklığı yaşamamıza sebep oldu. Biz nereye geldik böyle dedik.
Otele yerleştikten sonra kendimizi hemen Napoli’nin meşhur pizzasından yemek için yollara attık. Dar sokaklarında yürüdükçe buranın güzel olabileceğine dair hiç umudumuz kalmamıştı.
En çok sevdiğim filmlerden biri olan Eat Pray Love‘da Julia Roberts’ın pizza yediği yere gitmek için çok önceden plan yapmıştım. Tren istasyonuna çok yakın olması sebebi ile kolayca burayı bulabildik. Fakat buranın çok ünlü bir yer olması sebebi ile saatlerce sıra beklemeyi göze almanız gerekiyor. Öncelikle kapı girişinde duran garsondan bir numara fişi alıyorsunuz. Garson numaranızı İtalyanca söylüyor. Ya İtalyancasını bilmeniz ya da ön taraflarda bekleyerek numaranızı takip etmeniz gerekiyor. Yaklaşık olarak 1-2 saat sıra bekledikten sonra içeri alınıyorsunuz ve burada da biraz bekledikten sonra siparişinizi veriyorsunuz. Sadece iki çeşit pizza bulunuyor. Pizzalar geldiğinde odun ateşinde pişen kenarları yanık, incecik hamur üzerinde hafif sulu bir pizza ile karşılaşıyoruz. Ama pizzayı yediğimizde hayatımızda yediğimiz en iyi pizza olduğunu fark ediyoruz. Burası uzun süre sıra beklememize kesinlikle değdi ve Napoli imajını bir anda değiştirmemizi sağladı.
Uzun süren yemek faslını atlattıktan sonra gezimize Cappella Sansevero ile başlıyoruz. Burası 16. yüzyıl şapeli olan Sangro di Sansevero’nun mezarı. İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğundan, iç mekanda yer alan 18. yüzyıldan kalma heykelleri görüntüleyemiyoruz. 18. yüzyıl simyageri olan Prens Raimondo’nun insan bedenleri üzerinde yaptığı deneyleri de burada görebilirsiniz.
Buradan sonra gideceğimiz yerler şehrin biraz dışında kaldığı için metro kullanarak gitmeye karar verdik. Napoli’de metro kullanımı oldukça kolay ve ucuz. Tek yön gidiş bileti 1.20 Euro. Bazı ara yerlerde de Füniküler kullanıyorsunuz. Castel Sant'Elmo, şehir manzarasını görebileceğiniz askeri bir kale. Kaleye giriş ücreti 5 Euro. Kaleden aşağı doğru merkeze gidebileceğiniz uzun merdivenli bir yol bulunuyor. Bu yolu kullanarak daha kısa sürede Napoli’nin hareketli alışveriş caddelerine inebiliyorsunuz. Napoli’de el yapımı hediyelik eşyalar bulabilirsiniz. Pizzası ile ünlü olduğundan el yapımı fırınlar, alabileceğiniz farklı bir hediye olabilir.
Şehrin hareketli sokaklarını gezdikten sonra tarihi alışveriş merkezi Galleria Umberto’ya geliyoruz. Burası hem alışveriş merkezi hem de otel olarak Hotel Art Resort Galleria Umberto’yu bünyesinde barındırıyor. Bizde alışveriş merkezinde gezinerek yine Napoli’nin meşhur “Baba” tatlısını yiyoruz. İsmini duyunca şaşırsakda okunuşu bizim bildiğimiz şekilde olan, şerbetli lokmaya çok benziyor.
Buradan çıktığınızda sizi İtalya’nın ve dünyanın en tanınan opera binası olan San Carlo Tiyatrosu karşılıyor. San Carlo Tiyatrosu 4 Kasım 1737'de açılmış ve Avrupa'nın hala kullanılan en eski lirik opera binalarından biri. İçeriye girip görmek isterseniz 6 euro’luk bir giriş ücreti bulunuyor.
Şehrin biraz dışında kaldığı için son yer olarak Castel Dell’Ovo şatosunu bırakıyoruz. Burası Napoli Körfezi’nde bir yarımada üzerine kurulmuş. Yine buradan da sahil manzarasını izlemek hoşunuza gidecektir. Yapımına 1154 yılında başlanmış ve döneminde kraliyet sarayı olarak kullanılmış, bugün ise şato orduya aittir. Şatonun giriş kısmında deniz ürünleri bulabileceğiniz pek çok restaurant da bulunuyor. Yarımada ve deniz kenarında şehrin iyi anlamda atmosferi değişiyor. Sahil boyunca yer yer lüks otelleri görebilirsiniz. Burası bizde kalabalık ve gürültüden uzak daha nezih bir bölge hissi uyandırdı.
Napoli’den ayrılırken şehrin merkezinde bir geceden fazla kalmanın çok faydalı olmayacağını, pizzasını yedikten sonra güneyin güzelliklerine gitmek için geçiş yolu olarak kullanılabileceğini anlayarak Floransa’ya doğru yola çıkıyoruz.