İsviçre’de Vaud kantonunda bulunan bir köy var ki eğer kayak tutkunuysanız adını mutlaka duymuşsunuzdur: Villars-sur-Ollon. Genellikle Villars olarak bilinen bu köye yakın zamanda biz de Murat ile kayak yapmaya gittik. İstanbul’dan Türk Hava Yolları’nın 3 saat süren Cenevre uçuşundan sonra tren ile 1 saat 45 dakikada Villars’a vardık.
Rhone Vadisi’ne 1.300 metre uzaklıkta olan Villars köyünden, Mont Blanc bölgesi güneşli günlerde görülebiliyormuş. Biz pek fazla güneşli bir güne denk gelmediğimiz için, bu bizim için geçerli olmadı tabii.
Hem yazın hem de kışın ziyaretçilerine güzel olanaklar sunan bu tatlı köy özellikle kayakseverler için vazgeçilmez bir destinasyon. 120 kilometreden uzun pistlere sahip olan Villars, komşu kasabası olan Gyron ile kesişen pistlere de sahip.
Köyde aynı zamanda 2 tane uluslararası özel kayak okulu da bulunuyor ve dünyadaki en pahalı 5 kayak okulu arasında gösteriliyorlar. Aynı zamanda 2 tane de 4 - 14 yaş aralığındaki çocuklara eğitim veren uluslararası ilkokul bulunuyor.
Kışın karla kaplı uzun pistler yazın karların erimesiyle yemyeşil oluyor. 300 kilometrelik yürüyüş yolları, bütün seviyelerden hiking yapanlar için uygun oluyor. Aynı zamanda muhteşem dağ manzarasının kenarında 130 kilometrelik bisiklet yolları, peynir yapım çiftlikleri, golf kulüpleri de yine Villars’a yazın gelenler için yapılabilecek aktiviteler arasında yer alıyor.
Biz de Cenevre’ye geldikten sonra tren ile 1 saat 45 dakikalık bir yolculuktan sonra Villars’a ulaştık. Otelimiz Hotel Eurotel (Buraya tıklayarak otelimizi görebilirsiniz) bölgenin en eski otellerinden. Otele yerleşir yerleşmez arkadaşlarımızla yemeğe çıkmamız gerekiyordu. Mamma Lotta’s isimli restoran Villars’a müthiş bir başlangıç oldu. Özellikle Murat sipariş ettiği biftek tartarından pek memnun görünüyordu.
Ben tabii ki bir fondüsever olarak fondüden vazgeçmedim.
İlk akşamı dinlenerek geçirdikten sonra ertesi sabah görevimiz kayak yapmaktı. Ne güzel, hep görevimiz İsviçre’de kayak yapmak olsa, değil mi?Öncelikle kayak ve snowboardumuzu kiraladık.
Kayaklarımızı kiraladıktan sonra yukarı çıkmak için yerel treni kullandık.
İşte bu treni kullanıp sonra da kayarak hem Gyron’a ulaşabiliyorsunuz, hem de bunun tersini yapabiliyorsunuz. Pistlerin bir ucunda Villars, diğer ucunda Gyron var yani.
Çıktığımız pist oldukça uzun bir pist ancak biz gittiğimizde sis vardı ve görüş mesafesi çok iyi değildi. Mevsimi olmamasına rağmen biraz yağmur da vardı. Küresel ısınmanın sonuçları her yerde. Çıkarken yollarda harika manzaralarla karşılaştık.
Karlarla kaplı yolların görüntüsü sisle de birleşince mistik bir havaya büründür ve yolculuğun sonunda soluğu pistlerde aldık.
Hotel de Bretaye’nin yani Bretaye Oteli’nin önünde hazırlıklarımızı yapmaya başladık. Bu nokta tüm kayakçıların başlangıç noktası sayılır. Kayakları ayağınıza taktığınız yer yani.
Dikkatimizi çeken bir şey de birçok çocuklu ailenin de burada kaymak için hazırlık yapıyor olmasıydı.
İsviçre’de aileler çocuklarını küçük yaşlardan itibaren spora yönlendiriyorlar. Bu sporların başında da İsviçre’nin coğrafyasının etkisiyle elbette kayak geliyor.
Ben yıllardır snowboard yapmama rağmen çok iyi kayamıyorum. O yüzden buradan bir hoca bulmak en iyi seçenek olacaktı. Bütün gün birlikte kaydığımız Gregory gerçekten çok iyi bir hocaydı.
Yıllardır yapamadığım pek çok hareketi bana gösterdi ve tek bir gün içinde bile gelişme gösterdim.
Murat zaten iyi kayak yapıyor. Zamanında okulunun kayak takımındaymış. Biz snowboard dersi yaparken Murat da güzel Villars’ın keyfini çıkarıyordu.
Etrafı harika çam ağaçlarıyla bezeli pistler, küçük kulübeler o kadar güzeldi ki kayarken bu güzelliklere bakmaktan dikkatimizi toplamakta zaman zaman zorlandık.
Öğlen yemeği için Gregory’nin bizi götürdüğü restoran ise tek kelimeyle harikaydı: Auberge Col de Saud.
Benim tercihim meşhur İsviçre yemeği olan röşti oldu.
Yemek sonrası Gregory ile biraz daha alıştırma yaptıktan sonra Murat ile birlikte çok daha rahat kaymaya başladım. Ancak otele dönüş yolunda pistler epey dar ve düzdü. O yüzden Murat sık sık beni çekmek zorunda kaldı.
Bir yandan da kar yağdığı için biraz zorlandığımızı söyleyebilirim. Villars’ın güzel dağlarında biraz daha kaydıktan sonra artık üşüdük ve odamıza bir uğrayıp yemek öncesi bir kahve keyfi yapmaya karar verdik. İlk gün aşağı yukarı böyle geçti.
Ertesi gün Gregory yanımızda değildi. Aynı yolu kendi başımıza yaptık. Ancak bu sefer hava muhalefeti biraz daha ağır bastı.
İkinci günde çok fazla kayak yapamadık maalesef. Tek bir sefer telesiyejle en tepeye çıktık ancak iniş yolumuz bir hayli zorluydu, tabii benim için. Murat vızır vızır kayıyordu.
Çok ciddi bir tipi vardı ve bu pistler acemilere göre az eğimli pistler olduğu için ben snowboard’la sürekli yolda kaldım. Yolda kaldıkça üzerimize tipi yedik. Ancak yine de çok eğlendim. Benim için muhteşem bir deneyim oldu.
Tüm profesyonel kayanlar bile yavaş yavaş pistlerden çekilmeye başlamıştı. Ama yılmadım, çünkü Gregory o kadar güzel eğitti ki, onun söylediklerini mutlaka denemeliydim.
Ancak aynı çölde günlerce gittikten sonra tam ortada bir vaha görür gibi, karşımızda muhteşem bir şale (chalet) belirdi.
Villars pistlerinin tam ortasında öyle otel ki bu, mutlaka bahsetmeliyim. Pistten girilip çıkılabilen, yani kapısına kadar kayakla gidilen bir chalet burası: Hotel du Lac.
Odalar çok şirin ve girdiğiniz anda içiniz ısınıyor.
Yumuşacık kalın battaniyeler, puf puf yastıklar baktığı anda insanın uykusunu getiriyor.
Aslında Hotel du Lac’ta kalmadık, yalnızca öğle yemeği için bir mola verdik ancak otelin işletmecisi James ne iş yaptığımızı öğrenince bize odaları da göstermek için ısrar etti. Otelde bazı ünlü isimler kalıyor, hatta Hollywood sanatçılarından uluslararası şirketlerin sahiplerine kadar epey üst kalibre bir müşteri portföyleri var. Bu nedenden dolayı otelin bazı kısımları restoran gibi halka açık alanlarından ayrılmış durumda. Ünlüler pek de tanınmak istemiyor yani. Biz de bu kısımlarda çekim yaparken dikkatli davranıyoruz kimseyi rahatsız etmemek için.
Gelelim öğle yemeğimize... Buralara kadar gelip de harika İsviçre fondüsünün iyice tadına varmadan gitmek olur mu? Elbette olmaz.
Hotel du Lac’ın restoranı mı çok güzel, kayak yaptığımızda çok mu acıktık yoksa kayak merkezinin tam tepesindeki chalet’de yediğimiz için midir bilmiyorum ama fondü gerçekten enfesti.
Dışarıda bembeyaz karların soğuğu ve içeride şöminenin sıcaklığı ile kendimizden geçtik. E tabii fondünün yanında ne iyi gider? Doğru bildiniz, beyaz şarap. Birer bardak beyaz şarabımızla raklet (raclette) peynirli fondünün tadının zevkine vararak kendimizi biraz şımarttık.
Yemek faslı bittikten sonra James ve ekibiyle vedalaştık. Dar pistlerden kayarak ve biraz da fotoğraf çekerek aşağı indik.
Aşağı indik derken gerçekten kayarak otelimizin resepsiyonuna kadar gittik.
Bugün kayak faslı erken bittiği için kendimize bir faaliyet ararken turizm ofisinden Dominique’in önerisi geldi aklımıza: Villars Spası.
Görkemli dağların çevrelediği Villars’ın sokakları o kadar tatlı ki çok soğuk olmasa saatlerce gezebilirim diye düşünüyor insan ancak spa’ya da gitmek için çok heyecanlı olduğumuzdan çok vakit kaybetmeden yolumuza devam ettik.
Spa dediğimiz, Les Bains de Villars adlı büyük bir merkez. Kasadan ücretlerini ödeyerek 2 tane bileklik alıyorsunuz. Bu bileklikler sayesinde spa’ya ve yüzme havuzuna girebiliyorsunuz. Biz de aynen öyle yaptık.
Girişteki kapalı havuz, sauna, buhar banyosu filan hepsi güzel. Ancak esas muhteşem deneyim sizi dışarıda bekliyor. Sauna alanının hemen yanında mavi LED ışıkla aydınlatılmış sığ bir havuz görüyorsunuz, daracık bir yer. İçine girip de biraz yürüyünce naylon bir perde açılıyor ve kendinizi chalet’ler, kayak pistleri ve görkemli dağ manzarası olan sıcacık bir açık hava jakuzisinde buluyorsunuz.
Akşam saatlerinde ışıklandırılan bu açık hava havuzunda dışarıda olmanıza rağmen hiç üşümüyorsunuz. Hatta masaj meraklısı olan Murat’ı, sıcacık jakuzinin jetlerinden ayırıp da otele geri döndürmekte epey zorlandığımı söyleyebilirim.
İsviçre Villars’daki son akşamımızda otelde yemeğimizi yedikten sonra lobi alanına geçtiğimizde bizi bir sürpriz bekliyordu. Villars’ın Kent Orkestrası aynı bir “big band” gibi dizilmiş ve muhteşem müzikler çalıyorlar.
Şaşırmamak mümkün değil çünkü bir gitar, bir piyano gibi değil. Bayağı bildiğiniz kocaman orkestrayı tıkıştırmışlar küçücük lobiye. Pirinç üflemeliler, kemanlar, viyolonseller, belki 20-30 müzisyen var aynı yerde. Arka tarafta müziğe tempo tutup, ufak ufak dans ediyoruz kendi kendimize. Villars’a veda etmek için klasik cazdan daha iyi ne olabilirdi ki?
Kısacası Villars hem kültür sanat aktivitelerini hem bol bol geniş ve upuzun pistleri hem de leziz tatları bulabileceğiniz seçkin bir nokta.