Yıllardır gelmeyi arzu ettiğim Petra ile nihayet kavuşacağız :-) Aslında Ürdün’e gelmekteki tek amacım bu gizemli yeri görmekti ve eğer Petra’yı görmeyi bu denli istemezsem bu geziye niyetlenmezdim. Yaşadığım sorunlu dalışlardan sonra tekrar dalış gezisine gideceğim hiç aklıma gelmezken, bir taşla iki kuş vuruyorum ve bir tüplü dalış gezisine katılıp hem iki senedir ara verdiğim dalışa devam ediyorum, hem de hayalim olan Petra’ya geliyorum…
Ürdün uçağımız Akabe’ye sabaha karşı varıyor. Uçakta dağıttıkları Arapça formla önce şaka yaptıklarını düşünsem de Ürdün hükümeti oldukça ciddi olsa gerek. Ülkeye girmek için üç saatlik uçuşta Arapça’yı sökmemizi bekliyorlar :-) Neyse ki yanıma oturan Arap delikanlılarına biraz samimi davrandım da formu doldurmama yardım ettiler. Derhal yüz bulup soruyu yöneltiyorlar: “Yalnız mısın?”.
Birkaç saat dinlendikten sonra İsrail’in Eliat şehrindeki çorak dağlara bakarak dalış merkezine yönleniyoruz. Bugünkü uykusuz yapılacak dalışlardan pek hayır beklemesem de daha ilk dalışta büyüleniyorum. Sualtı çok zengin, hele “Japon Bahçesi” denen dalış bölgesinde gerçek bir mercan bahçesinin içine düşüyoruz. Keyifli iki dalış yapıp pahalı öğlen yemeğimizi yiyoruz. Bu kurak ve su üstünde pek de bir güzelliği olmayan şehir oldukça pahalı anladığım kadarıyla.
Kızıldeniz sahilindeki Akabe, Ürdün’ün tek liman şehri. Zengin sualtı ile benim gibi dalgıçların gözde mekanı olmuş. Dediğim gibi, başka da bir özelliği yok bana göre...
Kaldığımız Golden Tulip Otel'i, Türkiye’deki dört yıldızlı otellerin yanına bile yanaşamaz. Yine de dalışların güzelliği uğruna kimsenin hayıflandığı yok. Ürdün’ün standartları bu kadar işte!
Geldiğim Mart ayında Akabe oldukça ölü. Sokaklarda ise neredeyse hiç kadın yok. “Nerde bu kadınlar” diye ortalıkta dolanırken Akabe’yi şehir olarak yıllar önce gelip çok da beğenmediğim Hurghada’dan bile daha az beğendiğimi düşünüyorum. Yine de hiç pişman değilim; dalışlar, Ali Baba Restoran'da jumbo karides yemek ve Petra için değer Akabe’ye gelmeye :-)