Küçük Gezgin ile Lübeck

Aslında hiç seyahat listemizde olmayan, sonradan sürpriz bir şekilde karar verip şehrin kapısına dayandığımız bir yer oldu Lübeck.  Mısır patlatırmışcasına verdiğimiz bu ani kararla gittiğimiz şehir bizi oldukça şaşırttı. “Keşke” dedik. “Keşke buraya en az 1-2 gün ayırsaydık. Gündüzlü geceli şehri gezseydik”. İşte burada “bir gezgin keşke diyorsa yolu tekrar o şehre düşecektir” sözünü hatırlatmak isterim. Böyle bir söz var mı? Şu an uydurmuş da olabilirim. Ama bu gerçeği değiştirmiyor. Evet, Lübeck’e tekrar yolumuz elbet bir gün düşecek!

Hamburg’a 70 km uzaklıktaki Lübeck, bizim Hamburg’dan Kopenhag’a giderken uğradığımız bir şehir oldu. Hamburg’a gidenlerin en azından  bir veya iki günü burada geçirmelerini öneririm.

Peki, Lübeck’i nedir bu kadar cazip kılan derseniz; tarih derim tarih! Badem ezmesi diyecek değilim ya:) Tamam şehir badem ezmesiyle ünlü ama benim önceliğim o değil:). Ben duvarlarında yosun gördüğüm şehirlere dokunmayı seviyorum. Kafamı çevirdiğim her yerde paslı, yaşanmışlığı olan yapıları görmeyi seviyorum. Sevgilim daha çok şehirdeki kokuların derdindedir mesela:) bir gurme edasında her kokuyu takip eder! Herkesin ilgi alanı farklı:).

Lübeck’in tarihi yapıları Unesco Dünya Mirası olarak koruma altına alınmış. Town Hall/Rathaus- Şehir Binası, Castle Monastery- Kale Manastırı, St. Jacob’s Kilisesi, St. Peter’s Kilisesi, Holsten Kapısı gibi pek çok yapı koruma altına alınanlardan.Almanya’nın Baltık Denizi'ndeki en büyük limanı olma özelliğini yüzyıllardır taşıyan şehrin aslında tarihi çok uzun yıllar öncesine dayanıyor. 1157 yılında çıkan büyük yangında tamamen yok olan şehir, aynı şekilde tekrar kurulmuş. Lübeck, Holstentor/Holsten Kapısı ile bizi karşıladı. 1477’den beri ayakta olan kapı, kuleleri ve Ortaçağ'dan fırlamışçasına yapısıyla insanı kendine çekiyor. “Ortası çöküyor mu acaba” diye kendimize çok sorduğumuz bu kapı, masallardan fırlamış gibi geldi bize. Gerçekten çok beğendik! Şehrin bir diğer kapısı ise, 1444’den beri her türlü koşula direnen Burgtor.

Holstentor

Şehir 3 köprüyle birbirine bağlanmış. Bu köprülerden birisinin kenarında kurulan Christmas panayır alanı, ışıl ışıl görüntüsüyle, şehri daha da güzelleştirmiş. Evet, her zaman söylediğim gibi bir şehre kışın gideceksen ya Christmas zamanı ya da her hangi bir festival varsa o zaman gideceksin! Yoksa saat 5’te kapanan dükkânlara baka baka bomboş sokaklarda gezersin!

Alışveriş caddesi Breite Strasse, eski şehre giderken istemeseniz de uğrayacağınız bir cadde. Ben gittiğim her şehrin alışveriş caddesine mutlaka uğruyorum. Maksat çantaları doldurmak değil elbet. Buna ne vaktim var ne bütçem. Ama insanların en yoğun gezdiği bu caddeler, o şehrin kültürü ve yeme alışkanlıkları hakkında da pek çok detay veriyor. Tamam canım itiraf ediyorum, ucuz bulduğum şeyi de kaçırmam:) Gerçi Euro karşısında Türk Lirası yerlerde sürünürken artık bir şeyi ucuz bulmak neredeyse imkansız ama…

RathausŞehir Binası; gördüğümüz en güzel şehir binalarından biri. 1230’dan beri eklenen bölümleriyle şehrin merkezinde tüm gösterişiyle yer alıyor. Gece gece gösterişi bizi büyüledi büyülemesine ama bizi buraya en çok bağlayan şey tam önünde kurulan Christmas panayırı oldu. Mis gibi şekerleme kokuları Küçük Gezgin’in pek bir hoşuna gitti tabii. Her ne kadar bünyesi o sırada 39 derece ateşle mücadele etse de 6 yaşındaki bir çocuk şekerleme kokusu duyunca yerinde duramaz! O da duramadı. Anında vücudu harekete geçti. Bir mutluluk, bir neşe ki sormayın! Almanya’daki son durağımız olan Lübeck’de son Christmas panayırının da tadını bir güzel çıkardık:) Gerçi meydanı dolduran insanlar bizden daha güzel tadını çıkarıyordu. Buz gibi havaya inat binlerce kişi ellerinde sıcak şaraplar meydanı doldurmuşlar, müzik eşliğinde yavaş yavaş dans ediyorlar. Ohhh hava buz, keyifler çıtır! Daha ne olsun!

Marienkirche/St.Mary Kilisesi, St.Jacob’s ve St.Peter’s kiliseleri şehrin en önemli yapıları. St. Mary Kilisesi,Almanya’nın en büyük üçüncü kilisesi. Bu gösterişli kiliseye dair bir de efsaneler var. Eee… Tarih olur da efsaneler olmaz mı? Oluyor tabii. Yeni kurulduğu yıllarda kilisenin hemen yanında yetişen gülün özgürlüklerini temsil ettiğine inanan halk bir sabah gülün kuruduğunu görünce şok olur. Bir farenin buna sebep olduğuna inanan halk, hemen arkasından şehrin Danimarka tarafından ele geçirilmesiyle neye uğradığını şaşırır. Bir süre sonra tekrar özgürlüğüne kavuşunca da şeytanın her an iş üzerinde olduğunu hatırlamak için fareciğin heykelini konduruverirler oracığa. Bir diğer efsane de şeytanı meyhane yaptıklarına inandırarak kilise yapımına yardımcı olmasını sağlamaları olmuş. Tabii şeytan da bir yere kadar saf saf olaya iştirak etmiş. Durumu anlayınca kükremiş ama halk ondan daha akıllı çıkmış ve kilisenin hemen yanına elbirliğiyle bir meyhane inşa edip şeytanın gönlünü almışlar. Son efsanemiz ise ölmek istemeyerek Azrail’i sürekli başından savan adamın, tüm sevdikleri ölüp de tek başına kaldığında Azrail’in kapısında yatması olmuş. Ama bu sefer de ölüm adama yanaşmamış. Adam da bir gün St. Mary Kilisesi’nde tahta merdivenlere tırmanarak çoook uzun bir süre ölümü beklemiş. O kadar uzun süre beklemiş ki en sonunda taşa dönüşmüş! Yüzyıllardır insanlığın pek çok aşamasına şahtilik etmiş kiliseye dair inanışlar bunlar. İnanıp inanmamak size kalmış:)

St Jacob’s Kilisesi ise, Baltık Denizi'nin en önemli limanlarından biri olan Lübeck’de 1300’lü yıllardan beri gemicilerin kullandığı bir kilise olarak hizmet vermiş.

St.Peter’s Kilisesi ise 800 yılı aşkın bir zaman tarihe tanıklık etmiş. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bakımdan geçmiş görüntüsüyle artık kilise olarak hizmet vermiyor. Kilise, şehrin en ünlü sergi mekânlarından biri olarak yerini almış. 50 metre yüksekliğindeki kulesinden şehrin tüm güzelliklerini görmek de mümkün!

Lübeck, Orta Çağ'ın esintilerini üzerinde taşıyan, taşıdığı için de güzelliğine güzellik katan bir şehir. Evlerinin yapısıyla, içinden geçen nehriyle, şehir binası ve kiliseleriyle ama en çok kapılarıyla bize kendini çok sevdirdi.

Biz Küçük Gezgin ile Lübeck’de geçirdiğimiz zamandan çok keyif aldık. Lübeck yolları bize tekrar gözükecek bundan eminiz. Yeşilliklerin kendini gösterdiği, masmavi bir gökyüzünün altında şehrin kapısını tekrar çalacağız!

Küçük Gezgin ve biz, Hamburg’a yolu düşen herkese bu şehre gitmelerini tavsiye ederiz.

Sema Çelepci

Yazar Hakkında

Sema Çelepci

İçindeki gezme dürtüsünün hiç rahat bırakmadığı, göreceği yeni yerlerin hayaliyle uyanan; İKİ GEZGİN RUHUN KÜÇÜK GEZGİNLE MACERALARI fikrinden yola çıkarak Küçük Gezgin ile her yere gitmekten büyük