Küçük Gezgin ile Prag

Prag... Prag... Prag... Şu satırları yazmak için bilgisayar başına oturduğum andan beri için için bir şarkı mırıldanıyorum. Bu şehri hatırlamak, anıları tazelemek, şehrin ışığını tekrar hissetmek insana şarkı mırıldatıyormuş onu söyleyeyim. Yarım saattir mırıl mırıl mırıl... Kafamı toparlayamadım bir türlü : ) Aslında gitmeden önce Prag hakkında tabii ki pek çok güzel şey duymuştum ama her söylenenin bu kadar doğru çıkacağını hatta üstüne benim de bir şeyler ekleyeceğimi tahmin etmemiştim. 

Ben Paris'i çok severim. İnsanın içine işleyen bir romantizmi vardır gerçekten sokakların. Özellikle de geceleri... O demir yığını Eiffel bile ışıklandırılınca enfes görünür. Prag bana biraz Paris'i anımsattı. Paris'in küçük kardeşi diyelim ve bu geyiği yapmadan gözümüz açık gitmemiş olalım : ) Şehrin romantizmi yetmiyormuş gibi insanları da pek bir romantik. Her yeşillikte çimlere serilmiş romantizm yaşıyorlar : ) Ehh bizim gibi İç Anadolu'nun bağrından kopmuş pek de romantik olmayan insanlar için böyle yerlere gitmek iyi geliyor; en azından mangal olmadan da piknik yapılabileceğini, yanında da bir zahmet iki kadeh ile bir şişe şarap götürünce ortamın daha bir güzel olabileceğini görmüş oluyorsun. Haaa... Mangalsız bir hayat hayat değil o ayrı, ammma kırk yılda bir de et kokusu olmadan romantik bir pikniğin kimseye zararı olmuyormuş öğrendik mesela : ) 

Şehri bu kadar özel yapan, güzel yapan tarihine en az zarar gelmiş şehirlerden biri olması aslında. Onca şehir İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra küllerinden doğmak zorunda kalırken, Çeklerin pek öyle bir derdi olmamış anladığım kadarıyla... Ne de olsa şehri savaş sırasında Hitler'e direkt teslim etmişler. İşte bu yüzden tarihin kokusunu içinize doya doya çekebileceğiniz bir şehir burası.

Biz Küçük Gezginimiz ile bu şehirde harika vakit geçirdik. Çünkü baktığınız her yerde tarih görürken aynı zamanda her yerden de sanatın fışkırdığı bir şehir burası. Sanat ise Küçük Gezginimizin seyahatlerde en çok ilgisini çeken şey. Eh böyle olunca Prag tatili de bizim için "yeme de yanında yat" bir hal aldı. 

 

"Charles Köprüsü - Karluv Most" Prag'da geçirdiğimiz her gün en az 10 kez ziyaret ettiğimiz; yaşam dolu, tarih dolu, insan dolu, sanat dolu harika bir köprü. Biz güneşin doğmasını izleyemedik malum nedenden dolayı (gerçi gezginimizi battaniyeye sarıp sabah izlemek vardı güneşin doğuşunu ama biz uyanamadık ve suçu onun üstüne atıverdik. Oooohhh ne de rahatmış suçu hemen öylece üstünden atıvermek. Çocuğun olmasının en güzel yanlarından biri de onu bahane edebilmektir : ) Ama güneşin batışı bu köprüde muhteşem oluyor; o kadarını da yapmasak Prag’da olmanın ne demek olduğunu anlayamazdık; inanın bana!!! Siz de Prag’a gittiğinizde fark edeceksiniz ki yaşam bu köprü de akıyor; ayaklarınız başka yerlere gitse de aklınız hep burada kalıyor. Sonra bir bakmışsınız yine köprüdesiniz. Bu çekime karşı koymak neredeyse imkansız : )

Charles Köprüsü'nde bir anda 6 kişilik bir orkestranın jazz söylediğine tanık olurken, öbür taraftan gelen klasik müziği içine hapsetmiş keman ve viyola sesiyle mest oluyorsun. Bir nevi sanat sokağı gibi olmuş köprü. Ressamların yaptığı yüzlerce resimden bahsetmiyorum bile. Eh köprüdeki heykellerin güzelliği, şehrin iki tarafının da büyüsünün bu köprüde buluşması köprüyü çok farklı kılıyor tabii. 3. gün köprüden geçerken bizim gibi pek çok turistin de köprüden vazgeçemediğini gördük. Selamlaşmaya başlamıştık artık tanıdık simalarla. Özellikle Küçük Gezginimize doyamayan ve benimle onu Brezilyalı sanan Hollandalı çiftle neredeyse akraba olacaktık. Birinci gün selamlaşma, ikinci gün sohbet, üçüncü gün Türk olduğumuzu öğrenince yaşadıkları şaşkınlık bizi çok eğlendirdi.

Charles Köprüsü'nde sanata doyduktan sonra Prag Castle - Prag Kalesi’ne gitmek için karşı kıyıya adım atar atmaz sağ tarafta harika bir çocuk parkı var. Ne de olsa bir mola verip Küçük Gezginimizi de mutlu etmek lazımdı. Harika vakit geçirdiği bu park, çocuğu olanlara tavsiye edilir. Şehrin tüm güzel yapılarını o, parkta oynarken oturup izleyebiliyorsun. Bu lüksü her zaman yakalamak mümkün değil ne de olsa. Apartmanlar arası kırık dökük parklarda büyümüş biri olarak biz de en az onun kadar parkın ve manzaranın tadını çıkardık : )

Kaleye giderkenki dar sokakların, yolların, evlerin pek çok insana göre iç karartıcı bana göre ise çok cazip ve müthiş bir tarafı var. O trafiğe kapalı, küçücük camlardan çiçeklerin sarktığı eski mahallelerde güvercin kovalayan Küçük Gezgin için de öyle olsa gerek. Aslında asıl hareketlilik karşıyakada ama bu sokakların insanı büyüleyen bir yapısı var; insanın uzun uzun nefes alası geliyor onu söyleyeyim.

Kale yollarının sokaklarını arşınlarken karşınıza çıkan Strahov Monestry, Loreta, Golden Lane, St. Vitus Katedrali, St. Nicholas Church şehrin bu tarafını bu kadar özel kılan en güzel yapılardan birkaçı... Strahov Manastırı; dünyada onca yangın, savaş ve değişen rejimlere karşı işlerliğini hiç kaybetmeden bugünlere kadar gelmiş en önemli ve eski manastırlardan. O yüzden görmeye oldukça değer olduğunu düşünüyorum. St. Nikholas Kilisesi ise içindeki pek çok harika eserin yanında Mozart’ın çaldığı piyanoyu da barındırması açısından önemli bir kilise. Gidilen her şehrin kalesini ziyaret etmek adettendir; ne de olsa en güzel manzara her zaman oradadır. Prag’a gitmişken de tabii ki kaleye çıkmadan olmaz. Biz de es geçmedik; kaleye çıktık tabii : )

Prag’ın en bilinen meydanı ise Astronomik Saat - Astronomical Clock'un ve Church of Our Lady Before Tyn - Tyn Kilisesi, Old Town Hall - Eski Belediye Binası’nın bulunduğu Old Town Square diye geçen"Eski Şehir Meydanı". Zamanında idamlar da dahil olmak üzere ne çok anıya şahit olmuş bu meydan meğer… Astronomik Saat gerçekten çok güzel görünen, pek çok özelliği olan bir saat ama hikayesi de bizi görünüşü kadar etkiledi desem yalan olmaz. Saati yapan kişinin bu saatin bir eşinden daha yapmaması için gözüne mil çekilmesi ve bu yüzden onun da saati bozması insanın tüylerini diken diken yapan bir hikaye. Küçük Gezgin bu meydanda yapılan ateş gösterileri ve sokak sanatçılarının şovlarıyla gece-gündüz mest oldu : ) Özellikle denk geldiğimiz "Bohemia Dans Festivali" eğlenceli dans şovları ve yemek stantlarıyla Küçük Gezgin'i meydanın orta yerinde dans ettirerek saatlerce eğlendirdi. Güzel müzikler eşliğinde ortalarda dans eden çocuğunuz varsa, şehirden aldığınız keyif daha da bir artıyor. Bir şişe buz gibi bira da bu keyfin yanında mis gibi gidiyor doğrusu : )

Yeni şehir olarak adlandırılan Wenceslas Meydanı aslında kocaman bir bulvar ve bulvarın sonunda National Museum - Ulusal Müze Binası’nı görüyorsunuz. Meydan restoran ve dükkanlarla çevrili. Bu geniş meydanı çevreleyen sokaklarda adım başı bir heykele de denk gelmiyor değil insan. Bu meydanda şöyle bir tur atmak yetiyor insana… Ne de olsa asıl Prag, Eski Şehir Meydanı ve köprünün öbür tarafında : )

Prag'a kadar gitmişken John Lennon Duvarı'nı görmeden dönmeyin. Bir açık hava müzesi adeta. Boydan boya graffiti kaplı olan duvar, çok renkli. Bir görün derim : ) John Lennon öldüğünde anısına üstüne resmi çizilen bu duvar daha sonra hayranlarının yaptığı graffitilerle dolmuş. Her gelen üstüne bir not yazmadan da dönemiyor. Barış mesajları dolu bu rengarenk duvar mutlaka görülmeye değer. Duvarın hemen arkasında gizli kalmış restoranların bahçelerinde soğuk bir şeyler içmeyi de atlamayın : )

Prag’da görülmeye değer diğer yapılar ise Eski ve Yeni Sinagoglar (Staronova Synagoga) ve Ulusal Tiyatro (National Theatre). Bizim gezmeyi atladığımız yerler varsa ki olmaması mümkün değil; siz atlamayın ve gezin.

Nehir kenarındaki yemyeşil Letna Park’taki modern heykeller ise oldukça ilginç. Komik fotoğraflar çektirmenin pek bir revaçta olduğu bu sanat eserlerini görmeden etmeyin. Biz parka gidip çimlerin tadını yalınayak bir güzel çıkardık. Küçük Gezgin de bol bol köpeklerle oynayarak ufak bir piknik yapmanın keyfine vardı. Dinlenmek için parkta bir ağaç altı en uygun yer bence. Bu anlar Küçük Gezgin'in ipini koparmış atlar misali çimlerin üstünde bir oraya bir buraya koşması ve tüm enerjisini atmasıyla harika bir hal alıyor doğrusu : ) Tavsiye edilir : ) Ne de olsa böyle bir koşuşturmanın sonu uzun bir öğle uykusu : )

Prag; görülecek yerlerin derli toplu olduğu, 1 günde hızlı bir turla bitirebileceğiniz bir şehir. Ama bu şehre 1 gün yeter mi derseniz tabii ki hayır. Bence Prag şehrinin hakkı 3 gün. Bu şehri hem gece ışıl ışıl haliyle hem de gündüz güneşin eşliğinde doya doya, sindire sindire gezip yaşamak lazım gelir diye düşünüyorum.

Biz Küçük Gezgin ile Prag şehrinden çok keyif aldık. Hem köprüde hem de meydanlarda sanat etkinliklerinin olması gezginimizin şehirden inanılmaz keyif almasını sağladı. Şehir Temmuz ayında oldukça kalabalıktı. Ama biz kalabalığın enerjisini seven insanlar olduğumuz için bunalmadık. Aksine aldığımız keyif daha da katlandı. Bu şehir bir de Christmas zamanı görülmeye değer gibi geliyor bana. Aman gitmemezlik etmeyin... Mevsimi seçmek size kalmış ama bu şehir her mevsim güzel olur benden demesi, sizden gidip görmesi...

Sema Çelepci

Yazar Hakkında

Sema Çelepci

İçindeki gezme dürtüsünün hiç rahat bırakmadığı, göreceği yeni yerlerin hayaliyle uyanan; İKİ GEZGİN RUHUN KÜÇÜK GEZGİNLE MACERALARI fikrinden yola çıkarak Küçük Gezgin ile her yere gitmekten büyük