Lviv Hakkında Her Şey!!!

Kasım ayının sonunda, oldukça soğuk olduğunu sandığımız bir İstanbul sabahında Ukraynanın küçük ve tatlış şehri Lviv için düştük yollara. 2 saat gibi kısa bir zamanda da kendimizi bu çok beğeneceğimiz şehirde buluverdik.

Lviv havalimanında pasaport kontrolü sırasında karşılaştıklarımıza değinmeden şehir turumuza başlamayalım dedik. Gitmeden önce farklı kaynaklardan okuduğumuz ‘Ukrayna polisi rüşvet almadan bırakmıyor! ‘ diyenlerin sonuna kadar haklı olduklarına yerinde şahit olduk. Biz sırada beklerken kadın-erkek, yalnız-grup, genç-yaşlı farketmeksizin en az 15-20 kişiyi polis kontrol noktasının yanında farklı bir odaya yönlendirdi. Hal böyle olunca bizde tüm şirinliğimizi takınıp uzattık pasaportlarımızı görevliye. Şansımız mı yaver gitti yoksa bize gerçekten acıdı mı bilmiyoruz, bizi uzun uzun süzüp bastı mührü passaportlarımıza sağolsun.

Lviv havalimanı çok büyük değil ama bu küçük şehir için oldukça yeterli ve merkeze de yakın sayılır. Kur farkının fazla olmadığını görüp paramızı burada Grivna'ya çevirdikten sonra ilk iş dışarı attık kendimizi. Havalimanına iner inmez çıkışta bir sürü taksi görüyor olacaksınız. Unutmayın burası bize göre oldukça ucuz bir şehir olduğu için hemen çok ucuz deyip kazıklanmayın. Pazarlık yaparak taksiyle 100-150 Grivna'ya gidebilirsiniz. Amma velakin şehir merkezine ulaşmanın çok çok daha ucuz ve zor olmayan bir alternatifi daha var. Bunu bir sır gibi yazmamızın nedeni çokça araştırma yapmamıza rağmen bu yolu bizimde bilmiyor olmamızdı. Şu an bu yazıyı okuduğuna göre sen bizden daha şanslısın  ve birazdan bu sırra sahip olacaksın. Neyse lafı gevelemeden söyleyelim kapının önünden 9 dakikada bir geçen 48 numaralı dolmuşlarla 35-40 dakikada Rynok Meydanı'na ulaşmak mümkün. Hem de kişi başı yalnızca 4 Grivna'ya.

Rynok Meydanı'nda rezervasyon yaptırmış olduğumuz apartın olduğu binayı kolayca bulduk, lakin dolan dur bir türlü görevli bir zat-ı muhtereme ulaşmak mümkün olamadı. Ne yapalım boynumuz bükük oradan ayrıldık ve yer ayırtıp yedekte beklettiğimiz Modern Art Hotele gittik. Yalnız belirtmeden geçmeyelim odaları, kahvaltısı, konumu bize diğerini iyi ki bulamadık dedirtti. 

Kısa bir dinlenme faslından sonra ilk işi aç karınlarımızı doyurmaya Kumpel adlı restauranta gittik. Reyhan gitmeden çokça araştırmış ve bu mekanda dahil olmak üzere gidilecek restaurant ve kafelerin listesini çoktan yapmıştı. Bu mekan biraları ve özellikle et yemekleriyle meşhur. Bizi de masaların çoğu önceden ayırtılmış olduğundan küçükçe bir masaya oturttular. Bizim tercihimiz meşhur sarımsak çorbaları, elmalı ördek ve biftek oldu. Yanında da kendi yaptıkları biraları denedik. Çıkışta da yaklaşık 600 Grivna ödedik. E biraz tuzlu oldu buralara göre ama genel olarak memnun kaldığımızı söyleyebiliriz. Yemeğin ardından şehrin sokaklarında biraz kaybolduk. Kaybolduk dediğimize bakmayın. Bu ufak şehirde kaybolmak imkansız.

Ertesi sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yapıp vakit kaybetmeden Lychakiv Mezarlığına gitmek için yola düştük. Gezilecek yer çok, vakit dar olduğundan bu şehirdeki tüm vaktimiz değerli tabi. Yarım saatlik yürüyüşün ardından ulaştığımız bu mezarlık Prag’da gezdiğimiz ve bizi etkileyen Vysehrad Mezarlığı'ndan çok daha büyük. 18. yüzyıldan beri kullanılan bu mezarlıkta ülkenin önde gelen sanatçıları, asilleri ve askerlerine ait mezarlar bulunmakta.

Mezar deyince aklınızda ülkemizdeki mezarlıklar canlanmasın. Buradaki mezar taşlarının neredeyse tamamı birer sanat eseri.  Hal böyle olunca insan adeta bir açık hava müzesinde olduğu hissine kapılıyor. Pek tabi girişte de müzeye girer gibi ücret ödüyorsunuz. Kişi başı 25 Grivna ödedik. 1 saat kadar soğukta burayı dolaştıktan sonra kahve molası verip tekrar ısınmak için merkeze döndük.

Bugün için ikinci hedefimiz High Castle denen tüm şehri kuşbakışı izleyebileceğiniz şehrin en yüksek tepesi. Buraya bu adın verilme nedeni burada eskiden bir kale bulunmasıymış fakat artık kaleden eser yok. Günümüzde burada bir gözlem terası ve Ukrayna bayrağının asılı olduğu uzunca bir direk bulunmakta. Tepeye çıktık çıkmasına ama 3-5 kişi dışında kimseyi görmediğimiz gibi çıkarken de adeta buz kestik. Kar, kış, kıyamet namına bildiğimiz bilmediğimiz tüm zorluklarla 20 dakikalık bu tırmanışta karşılaştık. Yukarıda da 3 dakika durduk durmadık, donacağımızı anlayınca tabana kuvvet aynı hızda döndük aşağıya.

Bu koşuşturmacadan sonra karınlar acıktı tabi. Yine daha önceden araştırıp pizzalarının namını duyduğumuz Pizza Celentano‘da aldık soluğu. Bu restoran Rynok Meydanı'nda hemen köşede bir yerde ve pizzaları da söylenildiği gibi gayet lezzetli. Bir restaurant zinciri olduklarından başka şubeleriyle Lviv’in farklı yerlerinde karşılaşmanız olası.

Restauranttan çıktığımızda hava artık kararmaya başlamıştı ve hedefimizde bugün için görmeyi planladığımız son yer olan Ivan Franko Parkı vardı. Yaklaşık 20 dakika mesafedeki bu parka giderken önce Lviv’in meşhur opera binasının önünde fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedik. Aslında burada bir opera izlemekte istemiştik ne yazık ki gittiğimiz tarihlerde olmadığından nasip olmadı izlemek. Belki sonraki sefere artık.

Burada da fotoğraf çekme görevimizi tamamladıktan sonra parka giderken yol üstünde karşılaştığımız ve ilgimizi çeken bir çok dükkana uğradık. Bu şehirde özellikle bin bir çeşit farklı çikolatayı ve şekerlemeyi bulabileceğiniz çokça dükkan bulunmakta. Bizde kiminden kendimiz, kiminden eşimiz dostumuz için alışverişler yaptık tabi. Malum yoldan gelenin eline bakılır denir. Eli boş dönmek olmazdı.

Sağa sola bakalım aman bir şey kaçırmayalım derken 20 dakikalık yolu 1.5 saatte tamamlayıp kendimizi Ivan Franko Parkı'nda buluverdik. Bu park şehrin batısında büyükçe bir park ve genç yaşlı herkesi soğuğa aldırmadan burada dolaşırken görmek mümkün. Gittiğimizde karlar altında olan parkı biz çok beğendik. Özellikle fazla aydınlık olmayan ışıklandırmalarıyla da karlar altındaki park bize çok romantik geldi. Önerimiz sizinde bu parkı özellikle akşam saatlerinde görmeniz.

Yarım saat kadar da parkı dolaşıp, bol bol da fotoğraf çekip meydana yakın konumlanmış Masoch Cafe'ye gittik. Lviv’de doğup büyüyen Alman kökenli mazoşist eğilimli yazar Leopold von Sacher-Masoc anısına açılan mekan “mazoşizm” teması üzerine kurulu. Bu kafeye gidenler yalnızca yemek değil, seksi kıyafetli garson kızlardan kırbaç ve tokat da yiyorlar. Hatta meraklıları kırbaç ve tokat yemek için garsonların önünde sıraya giriyor. Bizde tüm bunlara bizzat yerinde tanık olduk.

Saat 9 a gelirken mekandan ayrıldık ve hemen yanında bulunan Chocolate Factory’den de çikolatalar alıp otelimize doğru kesin dönüşe geçtik artık. Niyetimiz bir an önce kendimizi odalarımıza atıp uyumaktı. Lakin otele yaklaştığımızda karınlarımızın iyice acıkmış olduğunun farkına varıp otelimizin hemen karşısında bulunan Veronica Bakery adlı kafeye uğradık. Bu mekan hakkında da Reyhan Sultan gelmeden bilgi edinmiş ve bana da bahsetmişti. Giriş adında da anlaşılacağı üzere pastane olarak işletiliyor. Mekanın alt katı ise restoran olarak değerlendirilmiş. Mahzen şeklinde dekore edilmiş ortam gayet hoş ve romantik. Yalnız aynı şeyleri yemekleri için söyleyemiyoruz maalesef. Bunda bizim yemek tercihlerimizde etkili olmuş olabilir. Yemeklerimizi yiyip karınlarımızı da doyurduktan sonra uyumaya hazır vaziyette otelimize döndük.

Son günde yine karlı ve soğuk bir sabaha uyandık. Kahvaltımızı otelde yaptıktan sonra Coffee Manufacture’ye gittik. Bu kafenin alt katı bir maden şeklinde. İçerisi karanlık ve baretinizdeki ışıkla önünüzü görmeniz mümkün oluyor. Biz burada üzerindeki şekeri alevle yakıp karamelize ettikleri meşhur kahvelerini denedik.

Buradan çıktıktan sonra tabelasında vişne resimlerinin olduğu ve önünde insanların küçük bardaklardan vişne suyuna benzer bir şey içtikleri bir mekan gözümüze çarptı. Meraktan ve havalimanına dönmek için henüz vaktimiz olduğundan bizde girdik içeri. Burası vişne likörü yapıp satan bir işletmeymiş. İkimizde daha önce benzer bir içki tatmamıştık ve daha ilk yudumdan likörlerini çok lezzetli bulduk. Hatta hem kendimiz hem de arkadaşlarımız için hediyelik küçük boy şişelerden bolca aldık.

Artık dönme vakti gelmişti. Dönerken de geldiğimizde kullandığımız 48 numaralı dolmuşları kullandık. Son olarak havalimanındaki Duty free den bahsetmek istiyoruz. Avrupa ve Türkiye’deki muadillerinin yanında burası çok daha ucuz. Hatta Ukrayna yapımı olan Nemiroff marka votkaların 1 litre'lik şişelerini buradan yalnızca 3 Euro gibi komik bir rakama almanız mümkün. Vakit bulup uğrayamadıysanız şehirdeki meşhur kahve ve çikolatacıların ürünlerini de burada aynı fiyatlara bulabilirsiniz.

Daha fazla gezi fotoğrafı için bizi Instagram'da da takip edebilirsiniz ; two_doktors_one_world 

twodoctorsoneworld

Yazar Hakkında

twodoctorsoneworld

Bendeniz Murat ve sevgili yol arkadaşım Reyhan hatun fırsat buldukça farklı yerleri gezip görmeye çalışan iki zavallı genç doktoruz.