Malta ve Genel Özellikleri

Ufak bir ada ülkesi Malta’dayız. Güney Avrupa’da Akdeniz’in ortasında yer alan ada, Sicilya’nın 72 km güneyinde, Libya’nın ise 350 km kuzeyindedir. Akdeniz’de kilit bir noktada. Malta aslında tek bir adadan değil 5 adadan oluşan bir takımada. Bu 5 adayı şöyle sıralayabilirim;

1) Malta

2) Gozo

3) Comino

4) Cominotto

5) Filfala

Adaların toplam yüzölçümü 316 kilometrekare. En büyük adası Malta adası. Malta adasının yüzölçümü 256 kilometrekare. Adanın uzunluğu 18 mil, genişliği ise 9 mil.

Günümüzde Malta’nın nüfusu yaklaşık 450.000 kişi. Toplam nüfusun %85’i şehirlerde yaşıyor. Ada halkının ortalama yaşam süresi kadınlarda 78, erkeklerde ise 74’tür.   Adada deniz kıyıları hep kayalıktır ve kum plaj çok azdır. Buna rağmen sahip olduğu tarihinden ve mimari yapısından dolayı en önemli gelir kaynağı turizm, gemi yapımı, gemi tamiri, limancılık ve balıkçılık.   Özellikle son senelerde gelişen eğitim sektörü de gelir kaynaklarından biri olmaya başlamış. Adada çok sayıda yabancı dil eğitimi veren okul ve kurs bulunuyor. Ve Malta, bir çok Avrupa ülkesine göre daha uygun ekonomik koşullara sahip olduğundan dünyanın pek çok yerinden burada eğitim almaya gelen öğrenci var. Kendi vatandaşları için ise 6 ile 16 yaş arası eğitim zorunlu. Bu nedenle okuma yazma oranı da yüksek.   Adanın genelinde neredeyse hiç orman yok. Aslında Fenikeliler zamanında adada orman varmış, ama büyük ağaçlar gemi yapımı için, küçük ağaçları ise ısınmak için kesilmiş. Dolayısı ile günümüzde ormansız kalmış.

Malta’nın en büyük sorunu su olmaması. Adada senede ortalama 500 mm yağmur yağıyor. Bu nedenle halk suyu sarnıçlarda topluyor.   Adayı gezmek için en ideal ulaşım otobüsler ya da motorlu deniz araçları. Bu deniz motorlarının günlük ücreti yaklaşık 2,6 Euro. Adada tramvay, tren ve metro yok.   Malta’nın “En”lerinden bahsetmek gerekirse, şunları söyleyebilirim. Başkenti Valetta olan Malta’nın en güzel ve en büyük kenti de Valetta. En büyük limanı ise Valetta Limanı. En tarihi kenti Mdina (Okunuşu: Emdia). En büyük balıkçı şehri Marsaxlokk (Okunuşu: Marşaşlok). En güzel koyları St. Juliana, St. Paul ve Mellieha koyları. En büyük kilisesi Mosta Kilisesi.

Malta'nın en eski yerleşimlerinden biri: Mdina

Malta’nın en eski ve tarihi yerleşim yerlerinden biri olan Mdina, Malta adasının ortasındaki bir tepenin üstüne kurulmuştur. M.Ö. 1500 yılında kurulmuş olan kente önce Fenikeliler, sonra Romalılar gelmiş. Kente Melita adını vermişler. MS 400’lü yıllarda şehrin surları yapılmış, sonra Sicilya’dan Müslüman Araplar gelmiş ve şehrin adını Medine olarak değiştirmişler. Ama sonra Medine – Mdina olmuş. 1565 yılına kadar Malta’nın başşehri imiş. 1565 savaşından sonra başkent Valetta olmuş.  

Malta'nın en büyük kilisesi: Mosta

En büyük kilisesi olan Mosta Kilisesi’ndeki kubbenin çapı 39,5 metre. Bu oldukça büyük çünkü Vatikan’daki kilisenin kubbe çapı bile 42 metreymiş. 1942’de bir Alman savaş uçağından atılan bomba bu kilisenin üzerine düşmüş. Bomba kubbeyi delip yere saplanmış ama patlamamış. O gün ayinde 300 insan varmış. Ama kimseye bir şey olmamış. Ardından yere saplanan bombayı çıkartmışlar ve bir vitrin içine yerleştirmişler, teşhir ediyorlar.   Malta’da tüketilen en önemli meyvelerden biri ise bizim de yakından tanıdığımız “Malta Eriği” ama bu meyvaya burada “Öküz Gözü” diyorlar.

Üç Şehirler

Malta’da en dikkat çekici isimlerden biri de “Üç Şehirler”. Bu bölge Vittoriosa (Eski Birgu), Sengla (Eski Isola) ve Cospicua (Eski Burmela)’dan oluşmaktadır.   Malta’nın genelini dolaşırken mimari yapıda kullanılan sarımsı renk taş dikkat çekiyor. Bu taşa Malta taşı deniliyor. Malta Taşı, sarımsı bej, yumuşak ve işlemesi kolay bir taş. Yeni olduğunda yüzü parlak, bej ve sarımsı. Eskidiğinde ise matlaşıyor. Dış cephede dayanıklı bir taş değil, yağmur, rüzgâr, güneş yüzünü bozuyor.   Malta, her bir adası ile gezilmeye görülmeye değer, rüzgarı asla eksik olmayan Avrupa ile Afrika kültürünü özenle kaynaştırmış bir ülke.

Malta'nın Tarihi

Malta, Akdeniz’de kilit bir noktada bulunduğundan yıllar boyunca adanın talibi de çok olmuş.

Malta tarihi, Neolitik döneme kadar uzanmaktadır. Yeni Taş Devri insan varoluş kanıtlarına Malta'nın güneyinde yer alan Birzebbuga'nın yakınındaki Ghar Dalam mağarasında rastlanmaktadır. Hatta bu bölgede arkeologlar önceki dönemlerden kalma geyik, hipopotam ve fil kalıntıları da bulmuşlardır. Bu kalıntıların Avrupa ve Arfika kıtaları birleşik olduğu zamanlardan kaldığı düşünülmektedir.

Malta’ya ilk gelenler’in Sicilyalılar olduğu tahmin edilmektedir. Hatta o dönemden kaldığı zannedilen Ggantija'da (Gozo) bulunan tapınakların yeryüzünün en eski, tek başına ayakta durabilen tapınakları olduğu görüşü hakimdir.

Ardından M.Ö 8. Yüzyılda adaya Fenikeliler gelmiştir. Bu dönemde adanın diğer Akdeniz ülkeleri ile ticareti gelişmeye başlamıştır. M.Ö 5. yüzyılda Fenikeliler’in buradaki hakimiyeti son bulmuş ve bu toprakları Kartacalılar devralmıştır. M.Ö 218’de ise ada Roma İmparatorluğu’nun bir parçası haline gelmiştir.

Romalılar’ın hakimiyeti döneminde yaşanan en önemli olaylar M.S.60'daki St.Paul gemi kazası ve yerel halkın Hıristiyanlığı kabulüdür. M.S 4. yüzyılın sonlarında Malta Doğu Roma İmparatorluğu'nun hakimiyetine geçmiştir. M.S. 870 yılında ise adayı Kuzey Afrikalı Berberi kuvvetler yönetmeye başlamıştır. Araplar bu bölgede yaklaşık iki yüzyıl kalmışlar ve bu dönem içinde adaya yeni tarım ve sulama sistemleri kazandırmışlardır.

Günümüzde ülkenin resmi dili olan Maltaca’nın kökenleri Arapçaya dayanmaktadır. Hatta günümüzde bir çok kasaba ve köyün ismi de Arapça’dır; Mdina, Mqabba, Ghajnsiele, Rabat, Xaghra, Zejtun ve Zurrieq bunlardan sadece bir kaçıdır. Malta dili Arapça kökenli olsa da İtalyanca’yı da andırmaktadır. Dil Arapça ve Sicilya lehçesinin karışımından oluşmuş. Bu dil, latin alfabesi olan tek sami diliymiş.

Adadaki Arap hakimiyetine ise 1090 senesinde buraya gelen Normanlar son vermiştir. Norman dönemi sonrası ada hükümdarlar dönemine girmiştir; Almanlar, Fransızlar ve İspanyollar dönem dönem adada aktif olmuşlardır. Ancak bu döneme de 1530 yılında St.John Şövalyelerinin adaya gelmeleri son vermiştir. Şövalyeler döneminde ada yepyeni bir kültürle daha tanışmıştır.

St. John Şövalyeleri

St. John şövalyelerinin tarihi aslında 11. yüzyılın ortalarında başlar. İlk olarak, 1100’lü yıllarda Kudüs’teki St. Jean Kilisesi yakınlarındaki bir dinsel dayanışma örgütü olarak kurulmuş bir tarikat bu şövalyeler. Şövalyelerin gerçek görevi, topraklarını savunmak, Hıristiyan hacılara kutsal topraklara kadar refakat etmek ve zor durumda olan insanlara yardım etmekmiş. Ancak daha sonra Hıristiyan olmayanlara saldırmak en büyük görevleri olmuş. Şövalyeler Hıristiyanlık dininin askerleri durumuna gelmişler. Kutsal topraklardaki kaleleri, büyük arazileri ele geçirmiş ve büyük bir donanma kurmuşlar.

1291'de Müslümanların gelişiyle, şövalyelerin kaderi de değişmiş. Rodos'u alarak iki yüzyıl boyunca Türkler’e karşı mücadele etmişler. Ama 10 Haziran 1522’de Osmanlılar önce Kos’u almışlar. Bu sırada Kanuni Sultan Süleyman, St. Jean Hospitalier Tarikatının Rodos’ta yaşayan şövalyelerine bir mektup göndermiş: “Eğer benim hükümdarlığım altında bahtiyar olmak isterseniz sizden vergi almam, sizin dini inançlarınıza karışmam, inandığınız gibi ibadet eder ve hür yaşarsınız.” Ancak Şövalye L’isle-Adam bu mektuba cevap vermemiş. Bunun üzerine Rodos Adası’na 22 Haziran 1522’de saldırı başlamış ve ada 24 Aralık 1522’de Kanuni Sultan Süleyman tarafından ele geçirilmiş. Yakalanan Şövalye L’isle-Adam Sultan Süleyman’ın elini öpmüş ve Sultan Süleyman da şövalyenin hayatını bağışlamış. Tüm şövalyeler 1 Ocak 1523’de bir gemi ile Rodos’u terk etmişler. Tabii bu durumda kendilerine yeni bir liman bulmaları gerekiyormuş. Girit’in Hanya limanına gitmişler. Burada daha sonra Malta’nın başkentine adını verecek olan Jean Paristot de la Valetta ile karşılaşmışlar. O dönemde Jean Paristot de la Valetta hayatı bağışlanan kıdemsiz şövalyelerden birisiymiş. Jean Parisot de la Valette 1494 doğumlu. 20 yaşına girince St. Jean Hospilatier tarikatına girmiş ve Rodos şövalyelerinin arasına katılmış olan koyu bir Hristiyan. 1541’de San Giovanni Battista gemisi Uluç Ali Reis’in gemisiyle çatışmaya girince yara almış. Jean de la Valetta bu geminin içindeymiş ve esir düşmüş. Türk gemisinde 1 yıl forsalık yapmış, Türkçeyi ve Arapçayı öğrenmiş. Bir gün hristiyan forsalarla müslüman forsalar (kürek mahkûmları) değiş-tokuş edilmiş. Valette canını böylece kurtarmış. 1557 yılında büyük üstad La Sangle ölünce, onun yerine üstat şövalye olmuş.

Yeni bir vatana ihtiyaç duyan şövalyeler 1530'da 5.Charles'in verdiği imtiyazlarla Malta'ya yerleşmişler. Geldikleri gibi de burada ticareti geliştirmişler. Yeni yollar ve hastaneler yapmışlar.

Bu sıralar Rodos hala Osmanlılar’ın elindeymiş çünkü Rodos, Anadolu kıyısına yakın olduğu için kuşatma sırasında her türlü destek 4-5 saat içinde sağlanabiliyormuş.

Bir zamanlar Fenikeliler yarımadanın ucuna bir fener kulesi yapmışlar. Ancak bu fener Maltalılar tarafından yıkılmış ve yerine St. Elmo kalesini yapmışlar. Bir çok kişi tarafından yıldıza benzetilen bir kale aslında yamuk biçiminde. Bu kale sonrası karşı taraftaki Vittoriosa üstüne de St. Angela kalesini inşa etmişler. Aynı bizdeki Rumelihisarı ve Anadoluhisarı gibi St. Elma ile St. Angelo da büyük limanın kilit noktaları olmuş. St. Elmo ile St. Angela arası yaklaşık 500 metreymiş.

St. Elmo kalesi çok güçlü bir kaleymiş. Deniz tarafındaki duvarları kayaların üstünden başlıyormuş. Kalenin duvarları hem kalın hem de çok yüksekmiş. Maltalılar bu iki kalenin yanı sıra tüm yarımadanın çevresini yüksek duvarlarla örmüşler. Bu sayede adayı ne karadan ne de denizden girilebilir bir hale getirmişler. Bu duvarların içerisine de kenti kurmuşlar. Daha sonradan bu kente Valetta adı verilmiş.

İşte Rodos’tan kovulan şövalyeler de Malta’ya geldiklerinde bu kalelerin içine yerleşmişler. Karadan denize uzanan Senglea (L’isla, İsola), Bingu (Vittoriosa), Kalkara ve Ricosali nin uç noktalarına kaleler inşa etmişler. Şövalyeler bu yarımadaları da tıpkı Valetta’daki gibi tahkim etmişler. Senglea’nın ucundakine St. Michael Kalesi’ni, Kalkara’nın ucundakine Kalkara Kalesi’ni, Ricasoli’nin ucundakine Ricasoli Kalesi’ni kurmuşlar. Kalkara Kalesi aynı zamanda Kurtuluş Savaşı sırasında, 1919-1922 yılları arasında Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Rauf Orbay gibi bazı Türk büyüklerinin sürgün edildiği yer.

Osmanlı orduları Libya, Tunus ve Cezayir’i aldıktan sonra Osmanlı’nın kendileri için bir tehdit olduğunu farketmişler. Kaleleri güçlendirmişler ve Büyük Liman’ın ağzında St. Elma Kalesi ile Ricasoli Kalesi arasına gemilerin geçişini engellemek için büyük bir zincir koymuşlar.

Ancak Kanuni Sultan Süleyman, Avrupa'nın geçiş yolları üzerinde bulunan Malta'yı da imparatorluk sınırlarına katmak istediğinden 1565'te güçlü bir donanma ile Malta'ya gelmiş ve kuşatma başlatmış. Osmanlılar St. Elmo kalesini almışlar ama St. Angela’yı hiçbir zaman alamamışlar. Malta adası Anadolu kıyılarından 800 deniz mili uzaklıkta olduğu için, destek vermek biraz zormuş. Bu nedenle Piyale Paşa, burayı zamanında ele geçirmiş olsa da “kışı bu sularda geçirmek bizim için felaket olur” diyerek St. Elmo kalesini 23 Haziran’da almasına rağmen 8 Eylül’de her şeyi bırakarak adadan ayrılmış.

4 ay kadar süren kuşatma sonrası, Sicilya'dan gelen yardımla şövalyeler galip geldiler. Bu dönemde 70 yaşının üzerinde olan Şövalyelerin başı Jean Parisot La Valetta sonuna kadar direnmiş. 21 Ağustos 1568’de 73 yaşında vefat etmiş olan şövalyenin adı başkent Valetta’ya ve Valetta Limanı’na verilmiş. Kabri de St. Jean Katedrali içindedir. Valette şehri yarımadanın deniz tarafındaki ucunun üstüne kurulmuş. Yarımadanın güneydoğusunda kalan koya Büyük Liman, kuzeybatısında kalan koya Marsamxette Limanı deniliyor.

Türklere karşı kazanılan bu büyük zafer sonrası, şövalyeler, Malta ve Gozo'yu büyük bir şevkle geliştirmeye başlamışlar. Bu dönemde Malta mimarlık, sanat ve kültür açısından altın devrini yaşamıştır. Malta'daki pek çok görkemli yapı da bu dönemden kalmadır.

Ardından 1798’de Napolyon önderliğindeki Fransızlar kuvvetleri adaya gelmiştir. Ancak Fransızlar’ın Malta’daki hakimiyeti çok kısa sürmüştür. Fransızlar’ın adadan atılmasına destek olmak için Maltalılar’a yardımcı olan İngilizler sayesinde 1802'de yapılan bir anlaşmayla Malta'nın St. John düzenine geri dönmesine karar verilmiştir. Ancak halk eski hükümdarlarına geri dönmek yerine İngiliz himayesi altında kalmak istemiştir.

1814 Paris Anlaşması'yla Malta İngiliz İmparatorluğu'na katılmıştır. Malta 21 Eylül 1964 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. Ancak İngiliz kuvvetleri 31 Mart 1979’a kadar Malta’da varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Not:

Valletta'da merkezi konumda harika kahvaltı seçenekleriyle konaklamak için Ursulino Valletta ve Princess Elena gibi oteller mevcut.   

HÜSEYİN YILMAZ

Yazar Hakkında

HÜSEYİN YILMAZ

 1942 Sinop Ayancık doğumluyum. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunuyum. Mecburi hizmet nedeni ile Hakkari, Yüksekova, Siirt’te görev yaptım.