Bu şehre birçok isim yakıştırabilirsiniz. Bir “açık hava müzesi” ya da “tarih kokan bir hazine dairesi” ya da “şövalyeler şehri” ve hepsi de bu şehre çok yakışan isimler olur.
Yaklaşık 2,5 saatlik bir uçuştan sonra indiğimiz bu kendi küçük, barındırdığı tarih çok büyük Malta Adası'nın başşehri Valletta'dayım. Otelimize (Grand Excelsior, Eski şehrin surlarının hemen dışında ama yakınında, koyun karşı kıyısının, Manoel Adası’nın ve Marsamxett Limanı’nın nefes kesen manzarası ile eski ama güzel bir otel) doğru yol alırken çevreyi izliyor ve kendimi bir Avrupa ülkesinden çok bir Ortadoğu ya da bir Afrika’da bir şehrinde gibi hissediyorum.
Hemen her ev ilginç bir sarı renkte, cumbalı ve teras çatılı, nedeni elbette 870 yılında Ada'yı ele geçiren Arap'ların 200 yıl bu adada hüküm sürmeleri.
Adanın başşehri adını, Osmanlı saldırısına başarıyla karşı koyan Malta Şövalyeleri tarikatının büyük ustası Jean de Valletta'dan almış. 16. yüzyılda inşa edilen tarihi şehir, Arap mimarisi etkisi altındaki cumbalı tarihi evler, Barok mimarisinin müthiş binaları, görkemli saraylar, kaleler ve arkeoloji sizi kucaklarken, asırlık kalın duvarlı surların, katedrallerin ve kalelerin tarih kokusu içinize işleyecek.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yerini de hak ederek alan şehrin her köşesinde “Malta Heritage” tabelaları göreceksiniz, bu da tarihlerine olan bağlılıklarıyla bilenen Maltalıların kültürel mirasları konusunda ne kadar hassas olduklarının en güzel kanıtı.
Havaalanından otelimize doğru şehir surlarının dışından ilerlerken, şövalyelerin Osmanlı saldırılarından korkusundan olsa gerek, şehrin çevresini saran şehir surlarının ne kadar yüksek ve kalın duvarlı olduğu dikkatimi çekiyor. Surların taşlarının ilginç sarımsı rengi daha sonra şehrin sokaklarında sağlı sollu sıralanmış evlerin cephelerinde de karşımıza çıkacak.
Alt Barakka Bahçeleri
Havaalanından otelimize doğru ilerlerken güzel bir bahçede mola veriyoruz. Malta Adası ve başkent Valletta’nın dantel kıyılarındaki çok sayıdaki koylarından birkaçını kuşbakışı gören, yemyeşil bitkilerin, asırlık ağaçların güzellikleri arasında çeşitli anıtların, W. Churchill, A. Sclortini gibi ünlülerin heykellerinin bulunduğu bahçeden şehrin manzarası görülmeye değer.
Akdeniz’in mavi sularının adanın bu güzel koyuna sessizce akışını buradan kuşbakışı görebilir ve çok güzel fotoğraflar çekebilirsiniz. Şehrin en yüksek noktalarından biri olan bu bahçeden gördüğümüz liman ve dev gemiler şehrin dünya denizciliğinde ne denli önemli bir yere sahip olduğunun kanıtı.
Valletta şehrini gezemeye City Gate’ten geçerek başlıyoruz. Görülmesi gereken yerler Azize Catherine Şapeli, Zafer Kilisesi, Bibliotecha Republica (Halk Kütüphanesi), artık Başbakanlık binası olan Kastilya Hanı ve Borsa Binası, tümü Barok mimarinin güzelliklerini sergiliyor.
Trition Çeşmesi ve içinde yer alan heykeller (bir kez de gece ışıklandırması ile görmenizi öneririm) ve şehrin tam ortasında yer alan muhteşem bina Büyük Üstad Sarayı…
Şövalyeler ya da Büyük Üstad Sarayı (Grandmaster’s Palace)
16. yüzyılda Şövalyeler tarafından, Büyük Kuşatma sırasında ülkeyi başarı ile savunan Grand Master (Büyük Üstad) Jean Parisot De La Vallette için yaptırılmış. Maltalı mimar Cassar’ın eseri olan yapının müthiş tavan bezemesi ise Preti tarafından bezenmiş.
Sarayın giriş katında bulunan dünyanın en büyük zırh salonu ve müzesinde Malta Şövalyeleri’ne ait yaklaşık 5000 civarı savaş malzemesi (zırh, silah, flama vb.) sergilenmekte, az sayıda da olsa Osmanlı savaş malzemelerini de görebilirsiniz.
Üst katında resmi odaları, meşhur parlamento salonu ve büyük kabul salonunu mutlaka görmelisiniz.
Saray içinde bulunan salonlardan birinin duvarlarında sergilenen Flaman goblenleri, kabul salonundaki Osmanlıların Malta Kuşatması’nın resmedildiği tablolar, duvar resimleri ve tavan bezemeleri, tüm saray odaları, antik mobilyalar, koridorlar, yerdeki döşemeler, mermerler, tavanlar, tablolar ve diğer tüm aksesuarlar çok ilgi çeken bölümler.
Duvar kenarlarındaki şövalye zırhları içindeki heykeller de sarayı koruyorlar olsa gerek. Bu güzel sarayı görmelisiniz.
Aziz Jean (St. Jean) Katedrali (Vaftizci Yahya Katedrali)
Dışarıdan baktığımızda oldukça sade görünen yapıya girdiğimiz anda dış cephenin tam aksi, içerdeki ihtişam bir anda bizi şaşkına çeviriyor, insan ne tarafa bakacağını şaşırıyor. Kabartmalar, süslemeler, altın varak duvar ve tavan bezemeleri göz alıcı, hediyeler, gümüş şamdanlar gibi süs eşyaları. Süslü, çok süslü.
Süslerin, özellikle de tavana yapılan Aziz’in hayatını anlatan resimlerin 40 senede tamamlandığı söylenmekte. Bana göre fazla abartılı ve şatafatlı ancak müthiş bir emek ve işçilik var. Katedrali sayfalarca anlatabilirim ama anlatması oldukça zor mekânlardan biri daha, görmek lazım, en iyisi fotoğraflarla anlatayım size.
Fotoğraf, video çekilmesine izin verilmeyen özel bir bölümde sergilenen Caravaggio “Vaftizci Yahya’nın İnfazı” tablosunu mutlaka görmelisiniz, renkler, ışık gerçekten harikulade bir eser.
Çok güzel bir Barok bina olan Başbakanlık binasının (Kastilya Hanı) hemen yakınında bulunan Üst Barakka Bahçeleri’ne geliyoruz.
Bahçe, peyzaj güzel, ama bu bahçeden deniz yönüne baktığınızda Osmanlı kuşatmasına sahne olan Büyük Liman, karşı sahildeki Vittoriosa, Senglea, Marsa ve Kalkara şehirleri, marina ve büyük tersaneleri kuş bakışı izleyebileceğiniz manzara müthiş.
Parkın altında bir kat daha var, bu katta yine güzel bir bahçe ve denize doğru dizilmiş tarihi toplar göreceksiniz. Biz bu parka bu toplarla her gün yapılan top atışı merasimini izlemek üzere saat 16.00’ya doğru geldik, zira bu ilginç tören her gün 16.00’da rutin olarak yapılmaktaymış. Top atışlarını bekliyoruz ama yine de top sesleriyle irkiliyoruz.
Bu töreni izledikten sonra akşamki konserimize hazırlanmak üzere otelimize gideceğiz, parktan deniz seviyesine her tarafı cam bir asansörle, şehir manzarasını izleyerek iniyor ve aracımıza ulaşıyoruz (inişler ücretsiz ancak çıkış için 1 Euro ödeniyor).
Manoel Tiyatrosu
Bugün gördüğümüz tüm güzelliklerden sonra Barok müzik konseri için hazırız. İlk geceki konserimiz Malta’nın ulusal binası ve muhteşem yapı Manoel Tiyatrosu’nda. A. Manoel de Vilhena tarafından yaptırılmış bu muhteşem bina, dünyanın en eski barok tiyatrolarından biri.
Adanın İngilizlerin hâkimiyetinde kaldığı sürede Kraliyet tiyatro binası olarak kullanılmış. Tiyatronun bulunduğu dar sokağın başında aracımızdan indiğimiz anda gördüğüm manzara ile büyüledim. Günün solmaya başlayan rengiyle batmakta olan güneşin kızılımsı renklerinin karışımı, sokağın bitiminde görünen denize vururken, yolun sol tarafında, muhteşem Barok mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan yapı kırmızımsı bir ışıkla aydınlatılmış.
Gün batımı renklerine bürünmüş bina “gün batımı konseri için günbatımı renklerimle siz izleyicilerimi bekliyorum” diyor sessizce. Günbatımı konserinin adına yakışan bu görüntü unutulmaz anılarım arasına girdi elbette.
Yapının iç mekânı da görülmeye değer, Moskova’nın ünlü konser salonlarını aratmayacak güzellikte, tam bir Barok salon, duvarlar, tavanlar ve tonozlar üzerindeki bezemeler müthiş. Salonun akustiği de salon ve bina kadar muhteşem. Bu atmosferde izlediğimiz konser de elbette çok keyifliydi.
Not: Sadece içerisi ısıtılmadığı için oldukça mekân oldukça soğuktu, bir olumsuzluk da yenilenen yer karoları bu güzel salona hiç yakışmamış.