Malta adasını gezmeye başkent Valletta’dan başlıyoruz. Şehrin tamamı yüksek surlarla çevrilidir. Şehir Osmanlı kuşatması geçtikten sonra tarikat şövalyeleri tarafından inşa edilmiştir. Avrupa’daki krallıkların desteği ile Vatikan ve Medici’lerin mimarı Francesco Laperelli tarafından tasarlanmıştır. 1 km’ye 1,5 km’lik bir alana ızgara sistemi ile kurulmuş, etrafı sur ve burçlarla çevrili 92 bin nüfuslu küçük ama çok turistik bir şehir.
Buradaki tüm binalar aynı renk olup sarımsı beyaz Malta taşı ile yapılmış. Ancak binalardaki ahşap balkon ve cumbalar şehrin en karakteristik özelliği. Balkon ve cumbalar sarı, mavi veya yeşile boyanmış. Bu ilgi çekici binaları, daracık sokakları, adım başı kiliseleri ile çok görsel bir yerleşim burası.
Valletta şehrine ana otobüs terminallerinin bulunduğu, ortasında Trition Çeşmesi’nin yer aldığı büyük yuvarlak bir park alanından giriyoruz. Trition çeşmesi oldukça görkemli ve içinde devasa heykeller var.
Şehir kapısından girdikten sonra sağa doğru yürüyerek Auberge Castille (Kastilya Hanı)’ye geliyoruz. Barok mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan bu bina, zamanında Şövalye’lere ev sahipliği yapmış. Günümüzde ise Başbakanlık binası olarak kullanılıyor. Bizim gittiğimiz dönemde restorasyon çalışmaları yapılıyordu.
Biraz ilerlediğimizde Yukarı Barraka Bahçeleri’ne geliyoruz. Pek çok heykel ve çiçeklerle süslenmiş bu bahçelerden geçerek geniş bir seyir terasına geliyoruz. Buradan Osmanlı kuşatmasının yapıldığı büyük liman, karşı sahildeki 3 Şehirler, Ricasoli Kalesi’nin nefis manzaralarını objektiflerimize kaydediyoruz. Koyun karşı kıyısındaki “3 Şehirler” olarak bahsedilen Vittorisa, Senglea, Cospicuna karşı sahildeki 3 koya yerleşmiş. Buradan manzara harika. Burada her gün saat 12’de gösteri amaçlı top atışları yapılıyor.
Top atışını seyrettikten sonra Cumhuriyet Caddesi (Triq il Republica)’ne geliyoruz. Şunu da söylemeliyim ki, top atış törenleri çok kayda değer bir gösteri değil. Araç trafiğine kapalı olan bu cadde, Valletta’nın en popüler caddesi. Valletta’da yürüyerek dolaşıyoruz. İkinci bir seçenek ise golf arabalarına benzeyen mini cup denilen elektrikli arabalar. 2 Euro karşılığı bu arabalara binip şehri dolaşabilirsiniz. Cumhuriyet caddesinden ilerleyerek Arkeoloji Müzesi’ne geliyoruz. Burası 2 katlı küçük bir müze, alt katta Neolitik ve Bronz Çağı’na ait kilden yapılmış insan figürleri, üst katta ise Roma dönemi buluntuları ve daha yakın dönemlerdeki eserler sergilenmektedir.
Bu müzedeki kilden yapılmış Malta Venüs’ü ilgimizi çekti. Neolitik Çağ’a ait bu Venüs, doğurganlığı ve verimliliği sembolize ediyor. Kısacık şişman bacaklar, kocaman poposu ile ilginç bir Venüs. Malta’lılara bu yüzden mi Avrupa’nın 2. obez ülkesi deniyor acaba???
Müzeden sonra yine Cumhuriyet Caddesi üzerinde St. Jean Katedrali’ne geliyoruz. Katedralin dışarıdan sade görüntüsü sizi yanıltmasın, içeriyi mutlaka görün. Katedralin çatı kemerlerini süsleyen vaftizci Aziz Yahya’nın hayatını anlatan freskler, kabartma ve süslemeler ile katedral zemininde yer alan 400’den fazla şövalyelerin renkli mermerden yapılmış mezarları mutlaka görülmeli. Ayrıca katedralde pek çok değerli tablo da sergilenmekte. Bunlardan en önemlisi Malta’nın hazinesi olarak kabul edilen Caravaggio’nun “Vaftizci Aziz Yahya’nın boynunun vuruluşu tablosu”dur. Ayrıca katedralde çok güzel Flaman goblenleri de görülecekler arasındadır.
Katedralin karşısında bol sütunlu Adliye binası, biraz ilerleyince Kraliçe Victoria’nın heykelinin bulunduğu Cumhuriyet Meydanı’na geliyoruz. Bu meydanın etrafında cafelere ait masa ve şemsiyeler bulunuyor. Bu cafelerden birine oturup hem dinlenip hem de etrafı seyrediyoruz.
Heykelin tam karşısında ise 1837 yapımlı Cafe Cordino yer alıyor. Burası tavan süslemeleri ve avizeleri ile keyifli bir mekân. Bu cafeye sık sık cumhurbaşkanı ve bakanlar geliyormuş ama geldiklerini ancak tanıyanlar biliyor. Öyle bizdeki gibi gelmeden önce özel hazırlık ve güvenlik önlemleri alınmıyormuş.
Cafe Cordino’nun karşısındaki Victoria heykelinin arkasında Barok tarzı süslemeleri ile dikkat çeken Bibliotecha Republica Halk Kütüphanesi yer alıyor. Kütüphanenin yapımı 1796’da tamamlanmış. Kütüphanede St. Jean Şövalyelerine ait bilgi, belge ve el yazması kitaplar bulunuyor. Ayrıca Malta adasının 1530’da Tarikat Şövalyelerine verildiğini gösteren orijinal bağış belgesi burada sergileniyor.
Cafe Cordino yanında The Great Siege of Malta and The Knights of St. John Experience sergisi bulunuyor. Burası mutlaka gezilmeli. Çünkü burada tarikat tarihi, şövalyelerin adaya gelişleri tüm ayrıntıları ile anlatılıyor. Sonraki yıllarda Osmanlı kuşatması, Valletta şehrinin yapımı birebir ölçekli figürlerle canlandırılmış. Hem göze hem kulağa hitap eden mükemmel bir sergi.
Sergiden sonra Büyük Üstadlar Sarayı’na geliyoruz. St. John tarikatının büyük üstadlarının resmi ve özel konutu olan bu görkemli yapı, günümüzde Cumhurbaşkanlığı Dairesi ve Parlamento Binası olarak hizmet vermekte.
Binanın cephesi 100 m. uzunluğunda olup, 1580 yılında Tarikat Şövalyeleri tarafından yaptırılmış. 18. yy.’da büyük üstat Pinto, binanın köşelerindeki yuvarlak renkli balkonları ve bazı eklentileri ilave ettirmiş. Önceden randevu alarak bazı bölümler gezilebiliniyor. Mutlaka gezilmeli. Burayı gezerken tarikatın zenginliği ve gücünü hissedebiliyorsunuz. Birinci katta avludaki odaların bulunduğu koridor freskler, zırhlar ve portrelerle dekore edilmiş. Taht odasına çok görkemli etkileyici bir kapıdan giriliyor. Odada Osmanlı kuşatmasını anlatan 1576 yapımlı frizi görüyoruz. Burada büyük üstadın dinleyicileri için ayrılmış kırmızı oda, uşakları için ayrılmış sarı oda, yemek salonu ve goblen odasını geziyoruz. Goblen odası konsey salonu olarak kullanılmış, duvarlarda tarikata 1967’de hediye edilen goblenler bulunuyor. Zemin kattaki silah odası çok etkileyici. Burada da büyük üstadlara ait zırhlar, Osmanlı kuşatmasında kullanılan silâhlar, toplar, mızraklar, kalkanların bulunduğu 5 bin parçalık bir koleksiyon sergileniyor. Silah odasının en önemli parçası ise büyük üstat Wignacourt’un altın işlemeli tören giysisi.
Cumhuriyet Caddesi’nin sonuna geldiğimizde Aziz Elmo Kalesi’ni görüyoruz. Bu kale şövalyelerin gurur kaynağı. Kale Osmanlı kuşatması sonunda yeniden inşa edilmiş, 1687’de güçlendirilmiş, İngiliz egemenliği altında defalarca yenilenmiş. Kalenin girişinde büyük yuvarlak taş kapaklar bulunuyor. Bunlar her biri 5 bin ton kapasiteli tahıl ambarlarının kapakları. Kalenin içinde Ulusal Savaş Müzesi bulunuyor. Müzede 2. Dünya Savaşı’ndaki kuşatmanın hikâyesi, hava saldırılarının yol açtığı yıkımlar, Maltalı halk ve askerlerin gösterdiği kahramanlıklar fotoğraflarla anlatılıyor. Müzedeki en önemli parça ise Maltalıların gurur kaynağı olan ve adalıların sergilediği cesaret nedeni ile İngiltere tarafından verilen “George Haçı”.
Cumhuriyet Caddesi (Triq il Republica) sonunda Marsamxeet limanı tarafından dönüş yoluna geçiyoruz. Karmel Dağı Meryem Ana Kilisesini gördükten sonra Manoel Tiyatrosu’na geliyoruz. Tiyatro orkestra bölmesi ve eliptik tavanı ile görülmeye değer. Oradan devam ederek Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi’ne geliyoruz. Burada Şövalyelere ait ilginç koleksiyonlar sergileniyor. Çıkışa gelirken Royal Opera Binası’nın kalıntılarını görüyoruz. Bu opera binası 1862’de yapılmış, 1873’te yangın geçirmiş, 1877’de onarılarak tekrar hizmete açılmış. Ancak 2. Dünya Savaşı’nda bombalanarak harabeye dönmüş. Çok geniş bir alana yayılmış bu kalıntıların yıkık dökük sütunlarını görüyoruz. 1942’den beri harabe halindeki bu tiyatro binası üzerine yeni büyük bir komplex yapım çalışmaları başlamıştı.
Şehir kapısından çıkarak otelimize dönüyoruz. Yarınki rotamız Mydina.
Valetta; Şövalyelerinin yaptırdığı sarayları, surları, dini yapıları, dar sokakları, İngiliz tarzı kırmızı telefon kulübeleri, cumba ve balkonları, zarif demir aksamları, renkli kapıları ile gelenleri cezbeden çok güzel bir şehir.
Büyük üstad Jean Parisot De La Valletta. Büyük kuşatma sırasında gösterdiği cesaret ve başarısından dolayı başşehre onun adı verilmiş. Şehir Osmanlı kuşatması sonrası 1566-1572 senelerinde Şövalyeler tarafından inşa ettirilmiş.