Mutlu İnsanlar Ülkesi: Sri Lanka, Pinnawala

Bundan yaklaşık 2,5 ay önce Hindistan uçağında tanıştığım bir turizm acentesi sahibi ile konuşurken macera dolu gezileri sevdiğimden Afrika’ya ve Asya’da bazı ülkelere gitmek istediğimden bahsettiğimde, Hindistan’a gittiğimi de bildiği için ‘neden bunların karışımı bir ülkeye gitmiyorsunuz?’ diye sorunca çok şaşırıp ‘hadi canım öyle bir yer mi var?’ demiştim. Gülümseyerek ‘Sri Lanka’ dedi. Eeeee aklıma yazıldı bir kere ama Hindistan’a yaptığım yolculuktan dolayı çok heyecanlı olduğumdan onu aklımın gerisine doğru ittirmişim.

Hindistan dönüşü, arkadaşlarıma Hintlilerin ne kadar muhteşem insanlar olduklarını, o kadar yoksulluğa rağmen ne kadar mutlulukla yaşadıklarını anlatmaya çalışsam da nedense beceremedim. Bazı şeyler ‘anlatılmaz yaşanır’ deniyor ya vallahi doğru, bu da öyle bir şey. Çocukların Nisan tatilinin geliyor olması Sri Lanka’yı tekrar hatırlattı. İlkönce uçakta tanıştığım acente sahibine sordum doğal olarak, o da belki birkaç aile toparlarsam, mantıklı bize yönelik butik bir tur yapılabilir dedi ama arkadaşlardan bir haftalığına gelmeye kimsenin ilgisi olmayınca, iş başa düştü. İnternetten TravelTriangle’a ulaşıp onların lokal acentelerinden istediğim özelliklerde fiyat istedim. Ertesi gün, dört adet lokal acente fiyat vermişti bile. İnceledikçe bu seyahat daha da aklımıza yattı, çocuklar da içinde file binebilecekleri, safariye çıkabilecekleri, okyanusta yüzebilecekleri bir kombinasyonu duyunca çok heyecanlandılar.

Yaptığım Hindistan yolculuğu sonrası uzun zamandır çabalayıp da beceremediğim anda yaşamak, hayattan zevk almak için akışta olmak, artık sanki biraz daha kolay gibi. En azından herhangi bir şey olmadığında bunu bardağın daha çok dolu tarafından gördüğüm için işlerim artık o kadar kolay ve o kadar benim istediğim gibi çözülüyor ki bu seyahatin de harika olacağını kalben hissediyordum. Dört acenteden ikisi çok ısrarlı günlerce aradılar ama konuştuğum tek bir acente zaten beni ilk günden fethetmişti. İyi ki de ona karar vermişiz. Namal, Sri Lanka yolculuğumuzun bizim için özel, bir o kadar da harika geçebilmesi için elinden geleni yaptı.  

Bükreş’te yaşadığımız için, Sri Lanka’ya direkt uçuş bulmak gerçekten zor, ilk önce Türkiye’ye gelip THY ile uçalım dedik ama uçağın Maldivlerde 3 saat bekliyor ve yolcuların da uçakta bekleme yapması gerektiği fikri bizi zorladı. Zaten İstanbul’a gelmek için buradan bir uçuş yapınca, otomatik olarak uçuş bir duraklı olmuş oluyor. Biz de Bükreş’ten aktarmalı tek duruşlu Sri Lankan ve Alitalia bağlantılı uçuşla gitmeye karar verdik. Katar aktarmalı uçuş en ideali gibi göründü gözümüze.

Öğlen 14.00’de kalkan uçak ve aktarmayla beraber ertesi sabah 05.30’da Colombo’ya ulaştığımızda Namal bizi karşılamak için oradaydı. Aslında ilk teklif Colombo’da 1 gece konaklamak idi ama biz vakit kaybetmeden tura başlamak istediğimiz için sadece bize ait olan aracımız ile birlikte Pinnawala’ya doğru yola çıktık. Pinnawala’daki fil yetimhanesi inanılmaz bir turist akım yeri. Herhalde tüm Sri Lanka’ya gezmeye gidenler oraya uğruyordur diye düşünüyorum.

Pinnawala fil yetimhanesi, 2011 yılında 3 jenerasyonun birlikte yaşadığı ve 88 file ev sahipliği yaptığı için dünyadaki en büyük yetimhane seçilmiş. Aklıma fillere bebekken takılan zincirler geliyor, zincir bebekken takıldığı ve ondan kurtulmaya çalıştıkça kurtulamayan filin tonluk kocaman bir hayvan olduğunda ise bu bebeklik anısına sadık kalıp hiç kurtulmaya çalışmaması, ne acı aslında değil mi? Kabullenmek… Namal’a fillerin nereden geldiğini sorduğumda, bütün fillerin doğada yetim kalan filler olduğunu söylüyor. Vahşi ortamda kalmaları tehlikeli olanlar, bu yetimhaneye getiriliyormuş. Yetimhanenin, daha önce Wilpattu parkında sonrasında Bentota’da bir müddet çalıştıktan sonra Pinnawala’daki Maha Oya Nehri’nin kenarına taşındığını anlatıyor Namal. 

Bebek fillerin, kocaman bir biberon ile beslenmesi sabahın en önemli atraksiyonu. Namal, hemen çocukların da besleyebilmesi için birkaç kişi ile konuşup bizimkileri fillere doğru itekleyiveriyor, filler de, bizimkiler de bir o kadar mest. Bebek fil, süt şişesi ile beslendikten sonra başka bir file de muz yediriyorlar. Sonrasında fillerin nehre doğru yürüyüşlerini seyretmek için gölge ve kenarda bir yer buluyoruz kendimize. Filler önümüzden konvoy halinde geçip nehre doğru gidiyorlar, biz de arkalarından. Bu devasa hayvanların bu kadar yakınında olmak hakikaten çok güzel bir duygu.

Nehre vardıklarında suda oynayan, yıkanan filleri seyretmek çok eğlenceli. Biraz yaklaşınca bakıcılar onlara dokunmam konusunda ısrar edince yanlarına kadar gidiyorum. Onların bir sirkte ya da bir hayvanat bahçesinde değil de kendi ortamlarında yaşamalarını sağlayan Sri Lanka hükümetine saygım sonsuz, keşke her ülke bunu yapabilse. Arabaya dönüp bunu konuştuğumuz sırada kızım Kayla ‘aslında demir parmaklıklı kafesler olmalı, ama insanlar için anne’ diyor. ‘Hayvanlar doğal ortamlarında olmalı, insanlar ise onları sadece demir parmaklıklı kafeslerin içinden seyredebilmeli’ diyor, doğru söze ne denir?

Yetimhanede 48 fil bakıcısı varmış ve filler günde iki kez aynı yolu yürüyerek nehre götürülüyorlarmış. Bu arada Pinnawala’da doğan her bebek fil biberonla beslenmiyor sadece turistler için birkaç tanesine öğretiliyormuş. Pinnawala’da 2012 yılına kadar 84 fil doğumu gerçekleşmiş. 12 fil tapınaklara ve özel sahiplere verilmiş. Bugün yetimhanede; Raja adında kör, bir de Sama adında sağ ön ayağı olmayan bir başka filin de özel bakımı sağlanıyormuş.

Nehirde keyifle yıkanmalarını ve su içmelerini seyrettikten sonra yola koyulmadan Namal, bizi fil dışkılarından kitapların ve fil oymalarının yapıldığı bir dükkâna götürüyor ama hava o kadar sıcak ve üstümüzdekiler o kadar fazla ki, kendimizi havalandırmalı arabamıza atmak için can atıyoruz. Ama hayvan dışkısından bu kadar güzel objeler yaratabildikleri için onları takdir ediyoruz. 

Sırada çocukların büyük bir hevesle beklediği ‘elephant ride’ var, filin üzerine bineceğiz. Namal, fili otelin yanındaki gölde ayarladığı için, ilk gece yatacağımız otele doğru yola çıkıyoruz. Bu arada kızımın da 13. yaş günü ‘hayatımın en güzel doğum günü diye ağzı kulaklarında dolaşıyor’.

Otele varıp, eşyaları yerleştirdikten sonra hemen otelin yanındaki filin olduğu alana gidiyoruz. Adamlar fili hazırlıyorlar. İlk intiba ‘aman yarabbi neredeyse eski bir yataktan bozma dört köşe demiri filin üstüne bağlayacaklar ve biz buna mı bineceğiz’ oluyor ama giderek ‘yok canım bu adamlar bu işi biliyorlardır herhaldeye bağlıyoruz’… Filin sırtına ilkönce bir yatak, üstüne garip demir oturulacak malzemeyi bağladıktan sonra, etrafına da kumaşı çeviriveriyorlar ki biraz daha afili dursun. Bu arada filin üstüne binip hayvana eziyet etme fikri ile de korkunç bir savaş veriyorum. Ama sonunda yüzyıllardır yapılan bir şey bu diye düşünüp, filin üzerine binebileceğimiz yükseklikte yapılmış tahtadan iskeleye tırmanıyoruz.

Bizi ağırlıklarımıza göre serpiştiriyorlar ve iki fil bakıcısının eşliğinde gölün çevresindeki gezimiz başlıyor, birkaç dakika sonra filin ritmine alışıp giderek daha çok keyif almaya başlıyoruz. Rina adındaki filimiz 28 yaşında genç bir kız. Biraz gittikten sonra bakıcı boynuna binmek ister misiniz diye sorunca kızım ‘ben, ben’ diyor. Böylece file daha yakın olup onu sevebilecek. Biraz daha gittikten sonra Rina suya girse iyi olur diyorlar ve hooop göldeyiz, baştan aşağı ıslanıyoruz ama inanılmaz zevkli. Yanımıza aldığımız bol miktarda muzla kızım bir yandan Rina’yı besliyor. Sıra oğluma geldiğinde o da hiç ikiletmeden Rina’nın boynuna atlıyor. Son kalan muzları da o yediriyor. En son bana da soruyorlar, bu arada eşim kendisine sorulmadığı için biraz mahzun! Bir saatin sonunda sırılsıklam ama çok mutlu bir şekilde otelde üstümüzü değiştirip bir sonraki maceraya hazırlanıyoruz.

Bundan sonraki durağımız; Dambulla Tapınağı. Golden Temple of Dambulla, 1991 yılında Dünya Mirasları içine alınmış, Sri Lanka’daki günümüze kadar en iyi korunmuş olan en büyük tapınak unvanını da elinde tutuyor. Girişte binanın üzerinde altın renkli bir Buddha karşılıyor sizi ki tek kelime ile muhteşem. Binanın sağ yanında Budist rahiplerin sıra sıra dizilmiş heykelleri de sanki tapınağın içine giriyormuş gibi. Binanın sol yanından yukarı doğru çıkan merdivenler maymunların eşliğinde Dambulla Tapınağı’nın ünlü mağaralarına çıkarıyor bizi.

Bu tapınağın yapıldığı tarihten bu yana 22 yüzyıldır kullanıldığını düşündüğümde içim ürperiyor, kim bilir ne hayatlar yaşandı burada.

Heykel ve resimlerden oluşan 5 mağaranın tamamı Buddha ve onun hayatı ile ilgili ve hepsi ibadet yeri haline çevrilmiş. Toplamda mağaralarda; 153 Buddha, 3 Sri Lanka kralı ve 4 adette tanrıça ve tanrı heykeli var. 2. mağarada Hindu tanrılarından Vishnu ve Ganesh’in heykelleri var. Duvar resimleri ise toplamda 2.100 metrekareye yayılmış. Sri Lanka topraklarına Budizm gelmeden önce eski Sri Lankalılar bu mağaralarda yaşarlarmış, öyle ki 2700 yıl öncesine ait insan kemikleri bulunmuş.

İlk mağara Dev Raja Viharaya yani Tanrıların Kralının Tapınağı. Geleneksel bir hikâyeye göre bu mağara ismini mağaraya son rötuşları yapan Tanrıların Kralı Sakka’dan almış. Mağaranın içerisinde 14 metre uzunluğunda yatar pozisyondaki Buddha heykeli diğer birçok örneğine göre daha az ifadeli. Ayaklarında öğrencisi Ananda, başında ise Vishnu var.

İkinci mağara en büyük ve en etkileyicisi. Mağarada 53 adet farklı mudralarda heykeller var. Mağaranın yüzeyi mozaiklerle kaplanmış, girişe yakın olan tavanda Buddha’nın aydınlanmadan önce ve sonrasına ait çizimleri var. Mağaranın tavanından sızan yağmur suyunun kutsal ritüeller için toplanıyor olması çok ilginç geliyor. Budizmin Sri Lanka’ya geldiği yıllarda hüküm süren Kral Devanampiyatissa’nın da iki fili sürerken resmedilmiş bir duvar freski yine bu mağaranın içerisinde.

Üçüncü mağara Maha Alut Viharaya yani Büyük Yeni Tapınak, ikinci mağaradan bir duvar ile ayrılmış. 18 yüzyıldan bu yana daha çok depo olarak kullanılmış. Bu mağaradaki yatan Buddha heykelinin başının altında bir yastık ile sağ elinin üzerinde yatması dikkat çekiyor. Buradaki Buddha’nın yüzündeki barış ifadesi inanılmaz güzellikte aksettirilmiş.

Dördüncü mağara Pascima Viharaya yani Batı Tapınağı. Burada hepsi aynı ölçülerde olan on adet Buddha heykeli var. Ana Buddha heykeli meditasyon pozisyonunda (Dhyana Mudra) diğerleri ise sağ ve soluna iki sıra halinde yayılmış vaziyette.

Ek bir bilgi olarak mudralara da değinmek istiyorum. Buddha heykellerindeki el şekilleri çok daha önceden de dikkatimi çekmişti ama son yıllarda spiritüelizme ilgi duymaya başlayıp eğitimlere katıldıkça bazı şeyleri araştırmak daha da hoşuma gitmeye başladı.

Buddha heykelleri farklı el şekilleriyle birbirinden ayrılıyor, hem farklılaşıyor hem de aslında farklı bir mesaj veriyor. Örneğin Dambulla Tapınağı’nın girişindeki altın renkli devasa buddha heykelinin mudrası ‘teaching’ yani öğretmeyi ifade ediyor. Ne kadar güzel öyle değil mi? Hava kararıyor ve istemeye istemeye tapınaktan ayrılıyoruz.

Yazı: Banu DemirFotoğraflar: Banu Demir, Göksel Demir  
Instagram, Twitter: banuyollarda

YAZI DİZİSİNİN TÜM BÖLÜMLERİ
gezimanya.com/GeziNotlari/mutlu-insanlar-ulkesi-sri-lanka
gezimanya.com/GeziNotlari/mutlu-insanlar-ulkesinde-sigiriya
gezimanya.com/GeziNotlari/mutlu-insanlar-ulkesinde-kandy
gezimanya.com/GeziNotlari/mutlu-insanlar-ulkesinde-kandy-ve-nuwara-eliyagezimanya.com/GeziNotlari/mutlu-insanlarin-ulkesinde-nuwara-eliya-yala-yolu

BANU DEMİR

Yazar Hakkında

BANU DEMİR

İstanbul Üniversitesi Radyo-TV bölümü ve Marmara Üniversitesi Contemporary Business Management’tan (gece bölümü) mezun olduktan sonra İngiltere Nescot College’da okudum.