Sabiha Gökçen Havaalanı'nda 4 kafadar buluşmamız ile başladı her şey... Bakalım başka hayatlarla tanışma ve başka hayatlar görme isteği bizi nerelere savuracak?
00.30’da Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan, Air Arabia Havayolları’na ait uçakla Birleşik Arap Emirlikleri Sharjah Havaalanı’na hareket ettik. Uçak kalkarken Arapça bir dua ekranlara hem sesli hem de görüntülü biçimde yansıdı ve ben de bunu Air Arabia Havayolları’na ait bir seyahat sigortası olarak algıladım.
Sharjah Havaalanı’nda daha çok Dubai’ye Bangladeş’ten gelen fakir insanların oluşturduğu kuyruklar, filmlerde gördüğümüz Arap polisler ve az da olsa beyaz tenli turist vardı. Çalışma amaçlı gelen kişilerin çoğu yerlerde ince kıyafetleri ile oturuyor ve yatıyorlardı. Sharjah Havaalanı’nda dışarıya baktığınızda dağ tepe göremezsiniz. Uçak anonsları manuel olarak gezici ekip tarafından yapılsa da saati geldiğinde ezan sesi içeriye anons biçiminde veriliyor.
Aynı havayolu ile yine dualar eşliğinde Nepal (Katmandu)’e doğru yeniden hareket ediyoruz. Buraya olan yolculukta uçak yine tamamen dolu ancak neredeyse tamamı erkek yolcular. Ama garip olan bir şey var ki sanki herkes birbirini tanıyor ve inanılmaz yüksek sesli bir sohbet ortamı var. Gören Anadolu’nun bir köyünde kıraathanede zannedebilir.
Nepal ile Tanışma
Nepal, Hindistan ve Çin arasında “tost” olmuş bir ülke. Kuzeyi boyunca uzanan Himalayalar adeta Çin ile Nepal’in doğal sınırını çizmiş durumda. Temel geçim kaynağı tarım olan bu fakir ülkede kişi başına düşen milli gelir yılda 1675 dolar. Bu haliyle 175 ülke arasında 152. sırada yer alıyor.
Nüfus olarak Türkiye’nin üçte birinden biraz fazla (28 milyon) olan Nepal, yüzölçümü olarak Türkiye’nin altıda biri kadar. Eğitim düzeyi oldukça düşük. 123 farklı dilin konuşulduğu söyleniyor. Para birimi, Nepal Rupisi.
Nepal’e giriş vizesi, havaalanında 25 dolar karşılığında hemen alınabiliyor. Kapıdaki çalışan memurlar ve diğer görevliler oldukça güler yüzlü. Tuvaletlerine girdiğimizde nasıl bir ülkeye geldiğimi hemen anladım çünkü geri kalmışlığın getirmiş olduğu hijyen sorunu had safhada.
Nepal ile ilgili duyduğum şeylerden birisi, bu fakir ülkede suç oranının oldukça düşük olması ve insanların bu hayat şartlarına rağmen oldukça mutlu olmasıydı. Gözümle gördüğümde daha fazla inandım. Havaalanı çıkışında taksi ile pazarlık yaparak 800 Rupi karşılığında daha önceden ayırtılmış olan otelimize bizi götürmesini istedik. Küçük bir Suzuki arabada taksici harici yolu tarif edecek bir başka kişi daha bu küçük arabaya bizimle beraber bindi. Ufacık arabanın arkasında dört büyük kişi toprak yolda ve hiç trafik ışığının bulunmadığı Nepal sokaklarında geçerek Family Hotel’e geldik.
Nepal’de trafik soldan işliyor ve araçların direksiyonları sağ tarafta. Asfalt yol çok nadir. En işlek caddelerin bile toprak olması ve trafik ışıklarının olmaması sebebiyle şahsi araba kiralanması çok tavsiye edilmiyor.
Otele vardığımızda bizi tane tane İngilizce konuşan Nepalli bir çocuk karşıladı, odalarımızı gösterdi ve hatta yarın için bize gezi planı yaptı. Nepal’in durumunu göz önünde bulundurduğumuzda otelimizin durumu standartların üzerinde gibi. Tavsiye edilen gibi kapalı su içmeye özen gösteriyoruz.
Otelimizden çıkıp bir gece turu attık ancak in cin top atıyor en canlı caddelerinde bile. Hiç bilmediğimiz bir ülkede ıssız ve çöplük dolu sokaklarda yürüdük. Bir sokak bakkalının önünde duran Nepalli bir grup ile tanışıp onlarla birer bira içtik, çat pat İngilizce anlaşmaya çalıştık, onlar Nepal şarkıları söyledi ve hep beraber oynadık.
Yer yer tapınakların olduğu sokaklarda bir başımıza keşifler yaptık. Sokak köşelerinde seyyar satıcılar açıkta sosis tarzı şeyler satıyorlardı ancak bunların ne olduğunu öğrenmek için yarını beklemem gerekecek. Yarın Katmandu’yu gün yüzü ile görmenin, hepimize gezi başlangıcı olarak iyi geleceğinden eminim.
Nepal'de Ölü Yakma Ritüeli
Siz hiç yakılan insanlar gördünüz mü? Ben bundan 21 yıl önce kendi ülkem Türkiye’de insanların diri diri yakıldığını ana haber bülteninde görmüştüm. Ama neyse ki Nepal’de insanları öldükten sonra yakıyorlar. % 85’inden fazlası Hindu olan bu ülkede farklı hayatlar görmek adına bugün çok şey gördük ve çoğu kez şaşırdık.
Bir yerleri geziyorsanız birinci kural uykudan feragat edip yorulacaksınız. Hele hele benim gibi gezi yazılarınızı ve fotoğraflarınızı paylaşmak gibi bir ödev edinmişseniz kendinize, daha az uyumanız gerekiyor.
Family Home Oteli’nde sabah alarmımız çaldığında saat 07.00’yi gösteriyordu. Öncelikle otelin terasında açık havada krep, bal, yumurta, patates haşlaması ve sütlü kahveden oluşan ve tadını pek de beğenmediğim bir kahvaltı yaptık.
Otelimizin bize yaptığı gün boyu Katmanduturu planı gereği sabah kahvaltımızdan hemen sonra bize tahsis edilen jeep ile şehir turuna erkenden başladık.
Kathmandu Şehir Turu
İlk durak; Katmandu merkezde bulunan Narayanhiti Müzesi. Aslında bu şehirde gezilecek yerler tamamen Hindu tapınakları yani ibadet yerleri. Burada müzelere girişten ziyade caddeye girişlerde turistlerden para alındığını ve bilet kesildiğini gördük. Yani yüzlerce kalabalık yanımızdan cadde boyu bedava yürürken sizi cadde başında araçtan iner inmez bir polis karşılıyor ve hemen bilet gişesine yönlendiriyor. Düşünün ki İstanbul’da İstiklal Caddesi’nin başında sizi polis durduruyor ve caddede yürümek için bilet almanız gerektiğini söylüyor.
Katmandu'da birçok tapınak ve müze mevcut ancak gerçek olan bir şey var ki bu tapınak mimarilerinin içindense dışı çok daha güzel. Yani burada tapınakların içi onları yakıyor dışı da bizi… % 87’sinin Hindu olduğu bu ülkede kendini bu dine adamış ve kendini dünyanın güzelliklerinden çekmiş “sadu”ları gördük, onlarla fotoğraflar çektirdik ve uzun uzun izledik onları. Ama her ne kadar bize verilen bilgide dünya nimetlerinden kendilerini inançları uğruna çekmiş gibi görünseler de bizden ısrarla para istediler. Bu sadu’larla ilk karşılaşmamız olduğu için onlara 5’er Nepal Rupisi verdik onlarla fotoğraf çektirmenin karşılığında ama bizim verdiğimiz paradan memnun kalmadıkları çok belli oldu.
Kathmandu'nun mutlakası: Patan
1 saatlik dolaşmanın ardından jeep bizi alarak başka bir görülesi yer olan Patan’a götürdü. Az önceki girişten ders almış olacağız ki hemen cadde başında polisleri görür görmez rotayı değiştirip gireceğimiz tapınaklarla dolu caddeye arka sokaklardan girerek cadde başında bilet almaktan kendimizi bu sefer kurtardık. Burada kurulu açık hava pazarını, Hinduların tapınaklarda yaptıklarını, ara sokaklardaki küçük dükkanları ve seyyar satıcıları gözlemledik. Ayrıca yerel Nepal müziklerini canlı olarak kendi enstrümanlarıyla çalan bir gurubu kısa süre izledik ve oradan da ayrıldık.
Katmandu’daki trafik karmaşasını ve bunun karşısındaki insanların kayıtsızlığını herkesin görmesini isterim. Oldukça geri kalmış bu ülkenin yollarının çoğu stabilize yol, çok nadir olarak asfalt var. Trafik tam bir keşmekeş. Araçlar ve motosikletler o kadar sık korna çalıyorlar ki bunun trafikteki şöförler için nefes almak gibi bir şey olduğunu düşünüyorum. Garip olan ise ne korna çalan ne de korna çalınan kişide en ufak bir sinirlenme belirtisi yok. O kadar sakinler ki bu durum karşısında gözlerimiz büyüyerek bu durumu izliyoruz.
Trafikte başka ilgimi çeken konu ise motosiklet sayısının hiç görmediğim kadar fazla olması. Türkiye’de en fazla motosiklet ve bisiklet kullanılan İnegöl’den bile kat kat fazla. Ama asıl garip olan bu değil. Eğitim seviyesinin çok düşük olduğu ve okur-yazar olmayan oranının % 30’larda olduğu bu ülkede istisnasız her motosiklet sürücüsü kask takıyor ve her araç sürücüsünün emniyet kemeri takılı. Tek bir tane görmek için dakikalarca motosikletlere bakıp göremeyince merak edip şoföre sorduk ve cezasının 200.000 Rupi (2.000 dolar) olduğunu öğrendik. Demek ki cezalar caydırıcı olabilecek nitelikte ve ölçülülükte olduğunda bu tip bir ülkede bile o konudaki suç oranı sıfırlanabiliyor. Zaten sadece bu konuda değil adi suçlar konusunda da Nepal oldukça gerilerde. Yani bu fakir ülkede insanlara rahatlıkla güvenebileceğinizi söyleyebilirim. Sadece turist olduğunuz için fiyatların biraz yüksekten söylenmesi ve pazarlık usulü düşürülmesi bizim ülkemizdeki gibi adetten.
Pashupati’ye geldiğimizde bu kadar ilgi çekici şeyler göreceğimizi ummuyorduk (bu arada Nepal’deki yerlerin adlarını sesli okuyun, onları söylemek hoşunuza gidecek). Burada girişte yine yakalandık ve kişi başı 1.000 Rupi ödemek zorunda kaldık. Girdiğimizde ilk olarak bizi seyyar satıcı kadınlar bizi karşılayıp yaklaşık 200 metre boyunca bize İngilizce konuşarak bir şeyler satmaya çalıştılar. Ama oldukça sempatik ve güler yüzlü olmaları onlara karşı sizi de sürekli nazik olmak zorunda bırakıyor. Dönüşte alacağımızı söyleyerek kısa bir süreliğine onlardan kurtulmuş ve tepeyi tam aşmıştık ki bir de baktık ki yanı başımızda bize maymunlar eşlik ediyor. Bunlar tamamen zararsızlar ve Katmandu’nun birçok yerinde insanlarla yaşamaya alışmışlar.
Bagmati Nehri boyunca yürüdükçe yükselen dumanlar ve koku bize neler göreceğimizin habercisiydi. Karşımızda Hindu inancına göre yakılan ölüler ve onları karşıdan izleyen ve fotoğraflayan onlarca turist. Bagmati Nehri’nde yıkanan ölülerin külleri Hindistan’da Ganj Nehri’nde yıkanıp yakılan ölülerin küllerine karışıyor. Bu pis suya rağmen ara ara insanlar o kutsal zannettikleri suya girip o suyu ellerine yüzlerine sürüyorlar. Orada kısa süreliğine de olsa bir rehber ediniyoruz. Yanımıza gelerek bir şeyler anlatmaya başlıyor ve bize oraları gezdiriyor. İlk önce bize yardımcı olan yerli halktan birisi zannediyoruz, gezi bittiğinde para istediğinde ve bir de verdiğimiz parayı beğenmediğinde anlıyoruz ki bizi gözüne önceden kestirmiş.
Rehberin anlattıkları da oldukça iyi oldu. Burada Hindu inancına göre kişiler öncelikle nehire doğru yatay bir taşta nehir suyu ile yıkanıyor. Sonra maddi durumuna göre yakıldığı taşların yerleri değişiklik gösteriyor. Yani burada öldükten sonra aynı bizdeki cenaze işlemleri gibi işler para ile yürüyor. Parası olmayan cenazenin parasını devlet üstleniyor. 5 aylık olana kadar ölen bebekler yakılmıyor. Çünkü onların tekrar dirileceğine inanmıyorlar. İnek öldürmenin cezası kendi vatandaşlarına 15 yıl, turistlere ise 10 yıl hapis. “Sadu”ların kendilerini bu hayattan soyutladıları söyleniyor ancak iş fotoğraf çektirmeye geldiğinde hemen dünyalı oluyorlar. Rehberimiz para isteyen saduların gerçek değil sahte sadu olduklarını söylüyor. Çünkü gerçek sadu sadece mariuhana içer ancak içki içmez, seks yapmaz ve turistlerden para almazlarmış.
Budizm’in Nepal’deki merkezi Boudhanath
Sonraki durak ise dinden çok bir felsefe olan Boudhanath. Burası büyük kubbe biçiminde bir tapınak ve Buddha heykellerine doğru tapınan yüzlerce Budist. Nepal’in % 10’a yakını da Budist. Budistlerin asıl ibadet yerinin burası olduğu fazlası ile belli. Müslümanlar için Kabe neyse Budistler için de Boudhanath o.
Her dinde olduğu gibi dini paraya çeviren uyanıklar ve para kazanma kapısı haline dönüştüren kimseler burada da var. Aslında bu konuda fark yok. Türkiye’de para karşılığı okuyan, üfleyen ve muska yazan kişilerin Budist eşleri tam burada. Bir süre yaşlı bir din adamının iki küçük kız için bir şeyler okuduğu, sonra onlara bir şeyler sürdüğü ve en sonunda da paralarını alıp cebe indirdiğine şahit oldum. Yine tüm dinlerde olduğu gibi burada da gerçekte Budist olmayan ancak Budist bir ailede doğduğu için Budist olan küçücük çocuklar, bu ibadet biçiminin doğru olduğunu öğrenerek büyüyorlar. Büyük ihtimal dünyadaki binlerce inanışın olduğundan bile haberleri olmayacak ömürleri boyunca. Buda’daki seyyar satıcılar diğer yerlerdekinden biraz daha farklı. Diğerleri gibi size yapışmıyor ve turist olduğunuzu anlayınca zorla bir şeyler satmaya çalışmıyorlar. Almadığınız zaman “good bye sir” diyerek kibar biçimde sizi uğurluyorlar.
Öğle yemeği için dışarıda yemek için fazla cesaretimiz yoktu ki muz atıştırarak öğünü atlattık. Neyse ki mandalina ve muzlar soyularak yendiği için içimiz rahat.
Kathmandu'ya tepeden bakan Swayambhu
Diğer bilinen adı Maymun Tepesi olan Swayambhu, oldukça yüksek ve buradan Katmandu şehrini 360 derece görebiliyoruz. Güneşi bu tepede onlarca maymun ile beraber batırdık.
Çok verimli geçen bu yorucu günün ardından otelimize döndük ve sonrasında otel yakınlarında Utse Restoran’da yerel yemeklerden yedik. Ben kremalı ıspanak çorbası ve Tibet Tabağı (bufalo eti, acılı sos, patates, soğan, adını bilmediğim bakliyat) yedim.
Acıyı seven birisi olarak bana bile bu yemekler oldukça acı geldi. Ancak hayatın acılığı karşısında anladım ki buradaki insanlara bu yemekler tatlı bile geliyor.
Başka ülkede olup, her öğün aklıma düzenli olarak annem geliyorsa, annemin yemeklerini annemden daha çok özlemişim demektir. Buna rağmen ortalama bir insanın, yabancı bir ülkeye alışması tahminimce 3 gün. Yeni bir yere gittiğinizde doğasına, insanlarına ve yemeklerine alıştınız mı iş tamamdır. Dünyanın en geri kalmış en fakir ülkelerinden birine gittiğinizde ise yemekler alışma sürecinde en son sırayı alıyor.
Kathmandu'da son gün
Sabah erkenden Hindistan Büyükelçiliği’ne giderek vize kuyruğuna girdik ve Nepal’deki işleyişi gördükten sonra ülkemdeki bürokrasiden yakınmamaya karar verdim. Aslında burada bürokrasi yok ama yine de bekliyorsun. Siz siz olun eğer Nepal'de Hindistan'a geçecekseniz Hindistan vizenizi önceden alıp Nepal’e gelin.
Hindistan Büyükelçiliği’nde her milletten insan var ve çoğu Avrupa ülkelerinden gelmiş. Hatta gelenlerin bazıları küçük çocuklarını da getirmişler. Bizim Türk aileler olsa genellikle “aman çocuk var” diyerek böyle gezileri imkanları varken ertelerler. Avrupalı insanların küçük yaştan buraları gezmeye başlamaları, ufuklarının ne kadar geniş olacağının bir göstergesidir bence.
Kathmandu'da son günümüzde biraz alışveriş yapalım dedik. Dükkanlarda Hinduların inacına göre yazılı olan kartposal şeklinde dualar asılı. Bizdeki nazar duasının bir benzeri.
Hinduların alınlarındaki kırmızı boyayı gördüğümde yine İslamiyet ile benzer bir durum ortaya çıkıyor ki babaannem aklıma geliyor. Çünkü Kurban Bayramlarında kesilen kurbanın kanına parmağını batırıp benim alnımın ortasına o kanı sürerdi ve “yavuz olur” derdi. Hindular da alınlarına kırmızı boyayı kendilerini kötülüklerden koruyacağına inandıkları için sürüyorlar.
Burada sırtında yük taşıyan kimselerin ilginç bir metodu var; taşıdıkları her neyse bunun desteğini başlarından geçirdikleri bir ipten alıyorlar. Hava kirliliğinin fazla olması ve yollardaki tozdan dolayı birçok kişi ağızlık kullanarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Sokaklarda sık sık tütsüler yakılıyor ve bu da şehrin kokusunu oldukça etkiliyor.
Öğlen vakti acıktığımızda canımız dışarıda öğle yemeği yemek istemedi. Bu durumda sokakta meyve satan seyyar satıcılar kurtarıcımız oldu. Çünkü yediğiniz muz en fazla olgunlaşmamış olabilir ama pis olamaz. Mandalina ve muzu soyup yemenin rahatlığı ile öğlen öğünümüzü meyve kokteyli ile geçirdik. Bazen başkentte olduğumuzu düşünüp kırsal kesimleri tahmin bile edemiyorum. Ama yakın zamanda oraları da görüp tecrübe edineceğiz.
Akşam çarşısını gezmeye başladığımızda o kadar kalabalık olacağını tahmin etmemiştik. Bu pazarda her şeyin iki fiyatı var; birisi yerli Nepal halkına söylenen fiyat, diğeri ise gerçek fiyatın 2-3 katı olarak söylenen turist fiyatı. Eğer bizim gibi bunu bilerek gelmişseniz sıkı pazarlık yapmaya başlıyorsunuz ve çoğu kez dükkandan çıkarken verdiğiniz fiyatı kabul ediyorlar.
Son günlerde sinemalarda oynayan başrolünde Johnny Depp’in oynadığı "Evrim" adlı filmde bir replik dikkat çekiciydi. Yapay zeka üzerinde çalışan Dr. Will Caster’a başka bir bilim adamı: “yoksa kendi Tanrınızı mı yaratıyorsunuz” dediğinde, doktor “tarih boyunca zaten hep böyle olmadı mı?” diye başka bir soru ile karşılık veriyor. Çarşıdaki karmaşada gezerken oyma sanatı ile kendi tanrılarını yapan insanları gördüğümde filmin o sahnesi aklıma geliverdi.
Çarşıdan otele dönmek için 3 tekerlekli bisikletlerden kiraladık. Bizi taşıyan 14 yaşındaki Maruit olunca bir süre sonra onu arkadaki misafir koltuğuna oturtup direksiyonu bir süreliğine ben devralıyorum. Benim bisiklet konusunda iyi olduğumu İngilizce olarak dile getiriyor ve arada bir bu trafiğe alışık olmamamdan dolayı “slow” diyerek beni uyarmayı ihma etmedi. Yanında geçen arkadaşlarına bile kendi dilinde bir şeyler söyleyerek arka koltukta oturmanın keyfi ile hava bile attı. Bize bildiğini söylediği oteli bir türlü çıkaramadı ve çarşıda dönüp durduk.
Otele gidip yarının planını yaptıktan sonra İtalyan restoranında ilk kez içime sinerek somon balıklı makarna yedim. Bizi İtalyan zannetmiş olmalılar ki “çav” diye uğurladılar.
Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Örgütü 2008 yılını "PATATES" yılı ilan etmişti. Az gelişmiş hatta gelişememiş ülkelere ithaf edildi ki bunun sebebi, insanı doyuran en temel ve en ucuz gıda maddelerinden biridir. Burada her öğün karşımıza gelen patatesi görünce öğrencilerime Vatandaşlık Genel Kültür bölümünde verdiğim bu bilginin içini doldurdum. Uzmanlar Türkiye’de diyor ki patates, makarna, pilav kilo aldırır. Yemişim o uzmanları. Çünkü Nepal’de insanların bu üç gıda maddesinden başka neredeyse yiyecek bir şeyleri yok ve dünyanın en zayıf halkları arasındalar. Ama dediğim gibi vücutları yetersiz beslenmeden dolayı zayıf gibi görünse de dünyanın en güçlü halklarından.
Yarın ekibimiz dört kişiden üç kişiye düşecek ve kara yolu ile Hindistan’a geçeceğiz. Kahvaltıda, Nepal turumuzun dolu dolu geçmesinin kritiğini yaptık ve ayrıca yarın başlayacak olan Hindistan turumuzun da planını yaptık son günümüzde. Yabancı bir ülkeye sırt çantasını takıp gelmek ve hiçbir şeyin ayarlanmamış olması, planı o anda yapmak bence daha keyifli.
Türkiye’de bazı kimselerden duyarım, “1950’lerde yaşamak isterdim” sözlerini. Bu tip nostaljik arkadaşların, zaman makinesinin icadını beklemelerine gerek yok, Nepal’e gelsinler. Bu nostaljiyi son günümüzde de yaşamak için Nepal’in başkenti Katmandu sokaklarını bugün bir kez daha arşınladık.
Kasapların etleri açıktaki sokak sergilerinde satmaları, seyyar satıcıların ve pazarcıların hiç bağırmadan ürünlerini satmaları, hiçbir kavga eden insanın olmaması, berber makaslarının seyyar taşlarda bilenmesi, dişçilerin sanki nalbur dükkanı gibi küçücük bir odada ve doğrudan pazara açık bir yerde hizmet vermesi, berberlerin sokak ortasında sandalyede milleti traş etmesi, o yoğun trafikte her aracın birbirine teğet ama çarpmadan ilerlemesi, kızların motosikletleri fazlasıyla iyi kullanmaları, çocukların ağlamak için fazlasıyla nedeni olmasına rağmen hiçbirisinin ağlamaması, sigara içen sayısının yok denecek kadar az olması, insanların hiçbir zaman bağırmaması ve bağıran tek şeyin araç kornaları olması, ara sokaklardaki keskin baharat kokuları gördüğümüz farklılıklar...
İnsan örneğin o dişçileri gördüğünde diş ağrısı çekmeyi kabullenebilir. Bu ülkede ortalama insan ömrünün 57 olduğu düşünüldüğünde, bu insanların hayata direndikleri ve bu şartlar içinde fazla bile yaşayabildikleri söylenebilir.
Bugün Nepal’den hediyelik ne alınabilir diye baktık aynı zamanda. Son günümüzde buraya özgü bir şeyler almak ama mümkün olduğunca hafif ve kolay taşınabilir şeyler üzerinde yoğunlaştık çünkü on gün Hindistan’da sırtımızda taşıma durumundaydık aldıklarımızı.
İlk defa bir alışveriş merkezi şeklinde bir yer gördük. Burası bize göre küçük bir pasaj ama onlara göre lüks bir AVM. Birçok insanın ilk kez yürüyen merdiveni orada gördüğü, yürüyen merdivene binme acemiliklerinden belli oluyor.
Akşam yemeğinde şansımıza güzel yemekleri olan bir restoran denk getirebildik. Himalaya kuzusu yedim ve yanında onlara özgü Everest birası. Bu birayı kesinlikle özleyeceğim. Restoranlarda ekmek dediğimizde çoğu yer bunu anlamadığı için bu defa marketten ekmeğimizi alarak hazırlıklı geldik. Nepal’de son gecemizin keyfini çıkardık akşam yemek sohbetinde…