Bir Tapınaklar Ülkesi: Nepal

Nepal’de evden çok tapınak var desek yeridir. Tam anlamıyla bir tapınaklar ülkesi. İrili ufaklı, hindu tapınakları, budist tapınakları, hepsi iç içe...

Tabii bunun mantıklı bir de sebebi var, öyle de olmalı yoksa her adım başı neden tapınak olsun değil mi?

İlk Malla Kralının torunları, Kathmandu vadisini 3 krallığa bölmüşler. Biri Bhaktapur’u, biri Kathmandu’yu bir diğeri de Patan’ı yönetmeye başlamış. Tibet ticaret yolunu ele geçirmek için kardeşler birbirleriyle savaşmaya başlamışlar. Bundan yararlanan diğer lider kişilikler de kendi hükümdarlıklarını ilan etmişler ufak toppraklar üzerinde. İşte bu dönemde 75 farklı krallığa bölünmüş Nepal toprakları.

Krallar arasındaki rekabette giderek artmaya başlamış tabii. Ama giderek artan bu rekabet, çok sayıda tapınak yapılmasına ve eşsiz güzellikte mimari yapılar inşa edilmesine vesile olmuş. Her bir kral, bir diğer kralın yaptığının altında kalmamak için daha gösterişli bir yapı yapmaya adamış kendini. Bu nedenle ülke birbirinden güzel tapınaklarla dolu.

Nepal toprakları din savaşlarından çok, güç savaşlarının yaşandığı kutsal bir yer...

Nepal nüfusu 29 milyon civarında, bunun 2,5 milyonu Katmandu’da yaşıyor. Nüfusun %72’si tarım ile uğraşıyor. Günümüzde Cumhuriyet ile yönetiliyor, ama çok yeni. 2005’e kadar Monarşi var.Para birimleri Nepal Rupisi ve resmi dilleri Nepalce.

Dünyanın pek çok turistin uğrak bölgesi. Çünkü Dünya’nın en yüksek 10 tepesinden 4’ü Nepal’de yer alıyor. Everest’e bir çıkış noktası burası. O nedenle çok sayıda dağcılık malzemesi satan mağaza görmek mümkün. Ve her şey çok ucuz. Tekstil, yeme-içme, ulaşım, konaklama, her şey... Örneğin 10 dolara içecekler de dahil olmak üzere enfes bir sofra donatabilir. 30-35 dolara oldukça merkezi ve lüks bir otelde kalabilirsiniz.

Nepal’in en önemli geçim kaynaklarından biri de turizm doğal olarak. Trekking, rafting, safari ve Everest Tepesi’ne tırmanma önemli sektörlerden.

Dünya’ya Nepal’i tanıtan aslında Avrupalı Hippiler... Ancak artık Hippiler’in en popüler noktası olmaktan çıkmış çünkü bir dönem Nepal, hippilerin Nepal’e girişini yasaklamış.

Nepal’de kast sistemi eski etkisini sürdürmüyor olsa da halen devam ediyor. Bu sistem de insanları bulundukları konuma razı etmiş. İnsanlar çok hoşgörülü, güler yüzlü ve anlayışlılar. Ego yok ve herkes tatminkar, “bu kadar mı? - bu kadar” Daha fazlasını isteyen yok.

Kathmandu’nun en hareketli bölgesi Thamel Meydanı. Burada mağazalar gece saat 22:00’ye kadar açık neredeyse. Ana cadesi ve ara sokakları çok renkli. En göze çarpanlar ise dağcılık malzemeleri satanları. Kathmandu da keçe kullanımı da oldukça yaygın. Bunlarla beraber değerli taşlar, tütsüler, kokulu mumlar, ipek kumaşlar ve yünlü pashminalar en sık rastlayacaklarınız arasında. Ancak mutlaka pazarlık etmelisiniz.

Kathmandu’da mutlaka görmeniz gereken yerler arasında girişi ücretli olan tarihi Durbar meydanı yer alır. En önemli tapınakları ise Boudhanath Stupa, Swayambhunath Maymunlu Tapınak ve Pashupathinath yer alıyor. Pashupathinath aynı zamanda ölü yakma törenlerinin de gerçekleştirildiği kutsal bir mekan.

Nepal geleneksel yemekleri Hint yemeklerine göre daha az, ama bizim damak tadımıza göre çok baharatlı. Biz sevdik gerçi ama rahatsız olabilecekler için şunu söyleyebilirim; kaldığınız otel 3 yıldız ve üstü ise yemek konusunda çok fazla şüphe duymanıza gerek yok. Çoğu ülke mutfağını bulabilmek mümkün. Biz tercihimizi tabii ki, Nepal mutfağından yana kullandık. Farklı baharatlar kullansalar da, bize çok uzak değil yemekleri.

Biz Katmandu’nun en büyük ve en eski otellerinden biri olan Everest otelde kalmıştık. Mutfağı oldukça güzel. Bir de eğer bu otelde kalırsanız, her an yönetimden biri ile karşılaşma şansınız var. En eski otellerden biri olduğundan devlet davetlerini genelde bu otelde veriyormuş.

Restorandan çıkarken bir tepsi içinde sıra sıra dizilmiş “pande”leri görünce hemen soruyoruz içinde ne var diye. Anladığımız kadarıyla içinde karanfil, kakule, kekik, hindistan cevizi, safran ve şeker varmış. Genel olarak hazmı kolaylaştırması için yiyorlar. Ama bazılarında hafif rahatlatıcı bir maddede koyuyorlar. Ben de hazmımı kolaylaştırsın diye denedim ama ağzımın içinde en fazla 2 dakika tutabildim.

Bunu şu şekilde yapıyorlar; önce safrana benzeyen krema kıvamındaki birşeyi yaprağa iyice sürüyorlar. Sonra üstüne başka baharatlar ekliyorlar, ayrıca hindistan cevizi ve çeşitli tohumlar da koyarak üçgen şeklinde sarıyorlar. Normalde yemeklerden sonra yeniyor ve hazımsızlığa iyi geliyormuş. Önce bunu çiğniyorlar, sonra da tükürüyorlar. Dişlere birazcık zararlıymış. Ancak ağzınızı kıpkırmızı boyuyor. Bu nedenle neredeyse tüm halk kırmızı bir ağız ile dolaşıyor.

İki Kaya Arasındaki Bir Yam: Nepal / Katmandu

Katmandu’ya varışımızda bizi karşılayan yerel rehberimiz, Nepal için geleneksel olan “hoşgeldiniz”i simgeleyen krem rengi eşarpları boynumuza doladı. Çok hoş bir jestti.

İlk olarak Kathmandu’dayken konaklayacağımız otele doğru gidiyoruz. Everest Otel... Kathmandu’nun en eski otellerinden biriymiş.

Nepal ile ilgili ilk intibam; “Çok gelişmiş ve modern”. Ancak bu sizi yanıltmasın. Çünkü, bu intiba Hindistan’da uzun süre kalıp buraya geçtiğimizden dolayı oluştu. Muhtemelen Türkiye’den direkt Kathmandu’ya uçmuş olsaydık, “Çok renkli ve kalabalık” derdim. İşin özü Nepal, Kuzey Hindistan’a göre biraz daha gelişmiş ve modern görünüyor.

Himalayalar’ın eteklerinde kurulmuş olan ülke, kuzey ve doğuda Çin ve Tibet ile, güney ve batıda ise Hindistan ile komşu. Çin ve Tibet ile olan sınırını Himalayalar oluşturuyor. Bu nedenle Kuzey ve doğuya geçiş sıkıntılı. Bu nedenle ticarete yönelik aşağı yukarı her şey Hindistan üzerinden yürüyor. Denize ulaşımı da Hindistan’a bağımlı. Bu durumda ister istemez Hindistan ile iyi geçinmek durumunda ve geçiniyor da.

Nepal’in tarihi Kathmandu vadisinde başlıyor. Yüzyıllar boyunca da sınırlarını genişleterek Hindistan’a kadar ilerlemiş. Daha sonra Katmandu Vadisi ve çevresindeki şehir devletlerine kadar küçülmüş.

Nepal’in kurucusu Prithvi Narayan Şah, konumundan dolayı Nepal’e “iki kaya arasındaki bir yam” demiştir. Yani “Çin ve Hindistan arasındaki Hint yer elması”

Nepal yıllar boyunca Asya’daki Moğollarla Hindistan’daki Kafkaslar’ın buluşma noktası olmuş.İki ülke arasında seyahat eden tüccarların, gezginlerin ve hacıların dinlenme noktasıymış.

Nepal’in ilk yöneticileri Moğol soyundan gelen, Hindu olan ve Shiva’ya tapan Kirati’ler. Tarih yaklaşık olarak. MÖ 700 seneleri.

MÖ 200 senelerinde ise büyük Budist imparator Ashoka Katmandu Vadisi'ni ziyaret etmiş ve Patan şehrinde bir süre kalmış ve bu çevrede 4 stupa inşa ettirmiş, ünlü Boudhanath ve Swayambunath stupalarını genişletmiş. Bu dönemde Budizm yayılmaya başlamış.

Ancak zaman içerisinde Kuzey Hindistan’dan Kathmandu vadisine göç arttıkça Budizm’in etkisi zayıflamış ve Hinduizm’in etkisi artmaya başlamış.

Kirati dönemi MS 300 senesinde son bulmuş. Aynı dönemde de Nepal’e kast sistemi gelmiş.Kast sisteminin etkileri günümüzde de sürmektedir. Buna yön verende Hindistan’ın kuzeyinden gelen Liccavililer olmuştur. Bu kişiler Nepal’de sanat ve mimarinin gelişmesine önderlik etmişlerdir.

602 senesinde ilk Thakuri kralı Amsuvarman başa geçmiş. Bu kişi gücünü genişletmek ve ticaret bağlantılarını arttırmak için kız kardeşini Hintli bir prensle ve kızını Tibetli bir prensle evlendirmiş. 7. yüzyılın sonlarından 13. yüzyılın başlarına kadar Nepal, zor dönemler geçirmiş. 705 yılında Tibet, 782 yılında Kaşmir ile savaşlar olmuş. Kral Gunakamadeva 10. Yüzyılda başkent Kantipur’u, yani günümüzdeki Kathmandu’yu) inşa etmiştir.

Nepal’in altın çağı ise Mallalar dönemine rastlıyor. Mallalar’ın kökeni yine Hindistan. İlk Malla kralları 1200’lü yıllarda yönetime geçmişler.

1200 ile 1482 yılları arasında Jayashithi Malla ve ailesi hüküm sürmüş. Bu dönemde en çok gelişen şey ise tarım oldu. Bu dönem içerisinde yaşanan en büyük olumsuzluk ise Hindistan’ın Bengal bölgesinden gelen Müslüman saldırısı olmuş. Müslümanlar bu bölgeyi istila edip, bir çok Budist ve Hindu Tapınağını tahrip etmişler. Bu nedenle de Nepal’deki Hint kökenliler daha yüksek kesimlere çıkıp, Rajput prensliğini kurdular. Bunun ardından ise çok sayıda prenslik oluşmaya başladı. Bazı kaynaklarda toplam 46 prenslik olduğundan bahsediliyor. Her bir prensliğin ise kendine ait ordusu ve para birimi varmış. Ama tamamı Malla Kralı’na bağlıymış.

Malla krallığının 3. Kuşağından sonra Kathmandu vadisi 3 krallığa bölünmüş; Bhaktapur, Kathmandu ve Patan. Bu 3 krallıkta aslen aynı babanın çocuklarıymış ama Tibet ticaret yolunu ele geçirmek için kardeşler birbirleriyle savaşmışlar. Bu 3 bölge dışında kalan bölgeler ise birçok küçük bağımsız krallığa bölünmüş. Bu dönemde 75 farklı krallık olduğundan bahsediyor rehberimiz.

Bu kadar çok Krallık olunca, Krallar arasındaki rekabette git gide artmaya başlamış. Ama bu rekabet daha fazla toprak edinmek yönünde değil, daha güzel eserler inşa etme şeklinde olmuş. Her bir krallık kendi zenginliğini göstermek için merkezlerinde yer alan Durbar meydanlarında birbirlerinde ihtişamlı saraylar inşa etmişler. Bir kral bir tapınak yaptırınca bir başka kral bunun altında kalmamak için daha güxzelini inşa etmeye çalışmış. Bu nedenle ülke birbirinden güzel tapınaklarla dolu. Bu durum özellikle 15. yüzyılda artış göstermiş.

Asıl Nepal’in kurucusu küçük bir krallık olan Gorkha’nın hükümdarı Prithvi Narayan Şah. Savaşçılıkları ile ünlü Gorkha’ların hükümdarı 1769 yılında Katmandu Vadisi'ni ele geçirerek başkenti Katmandu’ya taşımış. Bu dönemde Hindistan, İngiliz yönetimi altındaymış. Bu nedenle Gorkha Kralı, İngilizler’in Nepal’e de ilerlemesini engellemek ve Nepal’in bir bütün halinde kalabilmesi için çok güçlü bir savunma gücü oluşturmuş.

1792 senesine kadar krallık güç kazanmış ancak 1792’de Tibet ile yaptıkları savaşta yenilmişler ve Pekin’deki Çin Hükümdarına 1912 senesine kadar vergi ödemeye başlamışlar.

19. yüzyıl başlarında ise Nepal’in sınırları Kaşmir’den Sıkkım’a kadar genişlemişti. Ancak Hindistan’daki hakimiyetini sürdüren İngilizler Sıkkim’i ve Terrai Ovası'nın büyük bir bölümünü alarak, Nepal’in günümüzdeki doğu ve batı sınırlarını belirlemiş oldular. Bu dönemde Hindistan da Tibet ile direkt olarak ticaret yapacağı bir yol bulduğu için Nepal ticari önemini yitirmeye başladı. Bunun üzerine Nepal 1816 ile 1951 yılları arasında sınırlarını kapattı. Bu dönemde de Nepal ile ilgili bilgi sahibi olan tek yabancı buradan yaşayan İngilizler oldu.

İngilizler, Gurkha kökenli Nepalli’lerin savaş yeteneklerini de görmüş oldular ve Gurkhalar’ı İngiliz ordusuna paralı asker olarak almaya başladılar. Hatta Çanakkale savaşında bile İngiliz ordusunun paralı askerleri olan Gurkhalar’a karşı mücadele ettik biz de.

Ülkenin en önemli olan olaylarından biri de 1846 yılında Kot katliamı. Genç Bahadır diye bilinen “Jung Bahadur” tarafından planlanan bu katliamda askerler organize edilerek Durbar Meydanı’nın yakınındaki Kot’ta toplanmış olan kraliyetten yüzlerce önemli kişi öldürülmüştür.

Bu olay sonrası Genç Bahadır, Başbakan oldu ve ailesinin adını Rana’ya çevirdi. Daha sonra da kendisini Kral yani Maharaja ilan etti. Ve Maharajanın sadece kan bağı ile kazanılabilen bir ünvan olduğunu kanunlaştırdı. Böylece Rana ailesi 100 sene boyunca yönetimi elinde tuttu.

Genç Bahadır dönemindeki en önemli gelişmelerden biri Hindu ölü yakma törenleri ile ilgili oldu. Genç Bahadır, 1850’de Avrupa’ya bir seyahat gerçekleştirdi. Buradan döndüğünde ise bazı yenilikleri Nepal’e getirdi. Mesela 1850’ye kadar, Hindular’ın “Sutte” adı verilen ölü yakma törenlerinde dul kalan kadın da ölen kocasıyla birlikte yakılıyordu. Bu ritüele son verdi.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Hindistan bağımsızlığını ilan etti ve Çin’de komünist devrim gerçekleşti. Nepal bu iki dev devlet arasında tampon bölge olarak kaldı. Çinliler tekrar Tibet’i istila edince de Tibetli mültecilere bir sığınma alanı oldu ve Budist sayısı da doğal olarak arttı.

1950'de Kral Tribhuvan tekrar başa geçti ve 1951’de Nepal sınırları yeniden açıldı. Kral Tribhuvan ülkeye çok partili sistemi getirdi, hükümet kuruldu ama bu dönem kısa sürdü. 1960’ta kral, hükümetin kendine uygun olmadığını düşündüğü için tüm delegeleri tutuklattı ve tüm partileri yasaklattı, tekrar iktidara geçti.

1962'de Kral Mahendra ise dolaylı devlet meclisi sistemini (panchayat) uygulamaya başlattı. Ancak bu kez de 1979'da isyan çıktı. 1990’a kadar sürekli halk isyanları ve yönetime baskı oldu. Sonunda kral baskılara dayanamayarak çok partili sisteme izin verdi ve anayasal monarşiyi kabul etti.

1996'da komünist partinin (Maoistler) başlattığı ayaklanma 2001'de çatışmaya dönüştü. 2002 yılının sonlarında 8000'in üzerinde insan ayaklanan Maoistler tarafından öldürüldü.

Bu dönemde bir de tüm dünyaca bilinen Kraliyet Katliamı vukuu buldu. Söylentilere göre Prens Dipedra, halktan bir kıza aşık olmuş ama aile üyeleri bu aşka karşı çıkmış. Bu nedenle kendisi de 1 Haziran 2001'de bir aile toplantısında kraliyet ailesinin neredeyse tamamını öldürüp intihar etmiş. Bu bir söylenti olsa da, gerçeğin daha farklı olduğu ve bu katliamın Maoist olan yeni kral Gyandra tarafından planladığı düşünülüyor. Şu an bu kraliyet sarayı boş olarak tutuluyor ancak 2012’de müzeye dönüştürülmesi planlanıyor.

Bu olaydan sonra ülke daha da karıştı. Ancak 29 Ocak 2003'de Maoistler ile Nepal hükümeti arasında imzalanan ateşkes ile barış sağlanmış oldu.

Yaşayan Tanrı Kumari, Katmandu

Nepallilerin yaşayan tanrıçası Kumari… Kelime anlamı olarak “Kumari” bakire kız, “kumar” ise bakir erkek demek.

“Laksmi, Vishnu’nun, Parvati ise Shiva’nın karısı olarak anlatılıyor, aslında bu çok yanlış” diyor rehberimiz. “Çünkü bunlar karı-koca değil. Aralarında karı- koca olmanın gerekliliği cinsel birleşme yok” diyor. Sadece birbirlerinin hayat arkadaşlarıymış. Çünkü her Tanrı, aynı zamanda saflığı temsil ettiği için cinsel anlamda bir ilişkiye girmemiş olması gerekiyormuş. O nedenle aslında hepsi kumar ya da kumari. En önemli tanrıları Vishnu, Shiva ve Brahma. Bunların hepsi kumar.

Ama tabii şimdi benim söz edeceğim yaşayan tanrı Kumari… Yaşarken tanrı ya da tanrıça olarak sizi düşünen size kulluk eden kişilerin olduğunu düşünsenize… Ama bu o kadar iyi bir şey değil Kumari için. Çünkü 4-5 yaşları arasındaki kızlardan bir takım elemeler sonucu en cesur olanı seçiliyor ve kumari oluyor. İşte o noktada çocuğun hayatı tamamen değişiyor. Kumari olarak seçildikten sonra Kathmandu Durbar meydanındaki sarayına yerleştiriliyor ve ara sıra ailesi tarafından ziyaret edilebiliyor. Onun dışında bu sarayda tamamen bakıcıları ile birlikte kalıyor.

Düşünsenize tam oyun çağında olan bu çocuk aslında bir saraya hapsedilmiş oluyor. Sadece yılda birkaç kez, bayram zamanlarında dışarı çıkabiliyor, yılda 6 defa. O dönemde de dışarıda yürüyemiyor. Çünkü kendisi gibi ayakları da kutsal kabul edildiğinden, yere basarsa ayakları kirlenir kutsallığına bir zarar gelir diye ya kucaklarda taşınıyor ya da tahtırevan ile dolaştırılıyor. Hatta Nepal Kralı’da yılda bir kez Kumari’nin ayaklarını öperek, hanedanının kutsanmasını beklermiş. İlginç…

Kumari’nin dış dünya ile olan tek bağı sarayın penceresi. Bu pencereye sadece günde 2 kez çıkarak insanları selamlıyor. Kumari’nin büyük bir güce sahip olduğuna ve bir bakışının bile iyi şans getireceğine inandıklarından, bu sarayın altında Kumari’nin pencereden bakmasını bekleyen sayısız insan var. Ama bana sorarsanız, insanların Kumari’yi görme merakından daha büyük Kumari’nin dış dünyayı tanıma merakı. Bu da gözlerinden okunuyor rahatlıkla.

Kumari’nin bazı hastalıklara deva olduğunu da düşünüyorlar. Bu nedenle bazı zamanlar, Kumari tahtına oturarak, şifa arayanları sarayında kabul ediyormuş. Gelenlerin getirdikleri hediyeleri kabul eden Kumari, sessizce karşısındakini dinliyormuş. Eğer ağlarsa, ya da yüksek sesle gülerse ciddi bir hastalık ya da ölüme delaletmiş. Gözlerini oğuşturması hemen ölüme, titremesi hapishaneye, el çırpması kraldan korkulması için neden oluşacağına, getirilen yiyeceklerden alması finansal kayıplar yaşanacağı işaret edermiş. Eğer Kumari sessiz ve hareketsiz bir biçimde kaldıysa, bu her şeyin iyi olacağına ve dileklerin gerçekleşeceğine işaret ediyormuş.

Günde 2 defa 10’ar dakika olmak üzere kendini halka gösteren Kumari, ergenlik dönemine kadar da bu görevi sürdürüyormuş. Ancak adet görür görmez, tanrıçanın bedeninden çıktığına inanılır ve sıradan bir ölümlüye dönüşür.

Saraydan ayrılırken de Nepal hükümeti ayda 40 dolar olmak üzere kendisine bir maaş bağlar. Tabii sonra bu genç kızın hayata adaptasyon sürecini düşünmek hiç zor değil. Batıl bir inanca göre eski bir Kumari eğer evlenirse, eşi altı ay içinde kan kusarak ölüyormuş. Ama evlenip çoluk çocuğa karışan kumariler de var tabii.

Buradan Thamel meydanına doğru yürüyoruz. En çok dikkatimizi çeken şey, rengarenk keçe dükkanları. Keçeden her şeyi yapıyorlar, montlar, saç tokaları, çantalar, patikler, oyuncaklar.

Nepal’de alışveriş çok uygun. Şalları, şalvarlar, polarlar, dağcılık malzemeleri, maskeler, ne ararsanız var. Bu cadde üzerinde bir dişçi dikkatimizi çekiyor. Hindistan’dakilere göre daha iyi koşularda olsa da, aynı mantık… Takma diş mi alacaksın, tak, dene, uyuyorsa al….

Katmandu'da Pashupathinath ve Ölü Yakma Törenleri

Hindular’ın en göze çarpan ritüellerinden biri ölü yakma törenleri. Bu ritüeli en yakından görebileceğiniz yer ise Pashupathinath. Pashupathinath, tüm Hindularca kutsal kabul edilen Ganj nehrinin bir kolu olan Bagmati nehri kenarında kurulmuş olan kutsal bir tapınak ve ölü yakma mekanı.

Çok kutsal saydıkları için nehrin diğer tarafına yani tapınağın bulunduğu tarafa turistlere geçiş izni yok. Bu kısma sadece Hindular girebiliyor. Geniş bir terastan tüm bu törenleri izleyebilirsiniz.

Ölü yakma törenleri oldukça ilginç. Genelde ölüleri fazla bekletmiyorlar, ölümünden en fazla 5-6 saat sonra yakılma işlemi gerçekleşiyor. Nehre inen merdivenlerde ise ölen kişinin yakınları kutsal saydıkları bagmati nehrinin suyu ile yıkanıp dualarını ediyorlar. Ancak ailem birlikte gittiğimiz geziden sonra tekrar burayı ziyaret ettiklerinde artık bu nehirde yıkanan çok sayıda insan olmadığını söyledi. Çünkü devlet nehir suyu çok hijyenik olmadığından buraya yıkanabilmeleri için duşlar yaptırmış.

Ölü yakma işleminde genelde kadınlar için kırmızı veya turuncu, erkekler için beyaz örtü kullanılıyor olsa da bu tamamen bulunduğu kasta ve kişilerin tercihlerine göre değişiklik gösterebiliyormuş. Ölen kişinin tüm vücudu bu örtülerle sarılarak, örtü ile birlikte yakılıyor. Yanma işlemi yaklaşık 3 saat sürüyor. Bu süre sonunda kalan külleri de Bagmati nehrine savuruyorlar.

Nepal’deki Hinduizm ile Hindistan’daki hinduizm’in farklarından bir de bu. Mesela Hindistan’daki insanlar ölü yakma işleminden sonra külleri alıp evlerinde saklayabiliyorlarmış, ama bu Nepal’de kesinlikle böyle olmuyor. Mutlaka tüm küller Bagmati nehrine savruluyor diyor rehberimiz Raja. Tören sonrasında ölen kişilerin yakınları ellerini ve ayaklarını Bagmati nehrinin sularında yıkıyorlar.

Nehrin diğer kenarında ise sıra sıra dizilmiş Hindu rahiplerini yani Panditleri görüyoruz. Yerlerde oturuyorlar. Aynı bizdeki gibi ölümlerin yıldönümlerinde yapıldığı gibi dua okunuyor. Bu dua da nehrin kenarında pandit eşliğinde yapılıyor. Ama ölüm yıldönümü törenlerinde ölen kişilerin yakınlarının kırmızı giymesi yasak. Kırmızı renk, sadece düğün ve kutlamalarda giyiliyormuş. Panditlerin okudukları mantraların (dua) karşılığını parayla, pirinçle, fasulyeyle ödüyorlar.

Ölülerin yakıldığı yerin hemen altında nehrin içindeki çocuklar dikkatimizi çekiyor. Paçaları sıvayıp suya girmiş bir sürü çocuk suda belli ki bir şey arıyorlar. Rehberimiz Raja’ya sorduğumuzda, “altın ya da değerli bir eşya arıyorlar” diyor. Çünkü ölen kişiler, eğer çok sevdiği kolyesi, küpesi, yüzüğü falan varsa çıkartılmadan yakılıyormuş. Doğal olarak bu altın ya da değerli eşyalar da küllerle birlikte nehre savruluyor. Oradaki paçalarını sıvamış çocuklarda ölülerden çıkan eşyaları ve altın dişleri arıyorlar. Ama herkes için gayet normal bu durum.

Yani sen yukarıda bir yakınını kaybetmişsin, törenini yaptırıyorsun, adamı yakıyorsun, daha sen oradan ayrılmadan çocuğun teki senin ölen yakınının altın dişini alıp gidiyor. Ama düzen böyle ve herkes memnun.

Bu arada sadece 6 yaş üzerinde olanlar yakılıyor. 6 yaşından küçükken ölmüşse, toprağa gömülüyormuş. Hemen hamileleri soruyorum. Hamile olmak, yakılmak için bir engel değil. Sadece yakılmadan önce, karnındaki cenini alıp toprağa gömüyorlar, anneyi ise yakıyorlar.

Her kutsal bölgede olduğu gibi çan sesleri kulaklarımızda. Ölü yakılan yerin hemen yanında, merdivenlerin kenarından Bagmati nehrine sürekli inek sütü dökülüyor. Kutsal saydıkları inek sütünü 24 saat aralıksız yine kutsal saydıkları nehre sunuyorlar.

Karşımızda duran ama içine giremediğimiz bu hindu tapınağı 1200’lü yıllarda inşa edilmiş. Aynı zamanda bu tapınakta evlilik törenleri de yapılıyormuş. Biz de bir evlilik törenine denk geliyoruz.

Garip bir tablo... Bir yanda ölüler yakılıyor, bir yanda evlilik töreni için kırmızıları giymiş insanlar Bagmati nehrinin kutsal sularıyla (içinde bolca ölü külü bulunan) kendilerini kutsuyorlar.

Tapınağın dışında büyüklü küçüklü bir çok heykel var. Mesela Shiva dedikleri en kutsal tanrılarının birden fazla reankarnasyonu olduğu için çok farklı biçimlerde karşınıza çıkıp, farklı heykellerle temsil edilebiliyor.

Tapınağın dışında ve çevresinde yüzlerini kök boyalarla rengarenk boyamış Sadu’lar yer alıyor.Buraya ayrı bir renklilik katan Sadular, ufak bir bahşiş karşılığı kendileri ile fotoğraf çektirmenize izin veriyorlar. Biz de fotoğraflarımızı çektirerek buradan ayrılıyoruz.

Kar Gibi Beyaz Boudhanath: Katmandu

Büyük bir budist stupası Boudhanath’dayız... Büyük bembeyaz bir kubbe, üstünde masmavi bize bakan gözler. Beyaz kubbenin etrafı göğüs hizasında yer alan maniler ile kuşatılmış. Burayı tavaf ederken manileri saat yönünde çevire çevire gidiyorsunuz. Etraf da bir hayli kalabalık.

Stupa’nın çevresi çember şeklinde bir yerleşim alanı, meydan daire şeklinde yani.

Her yerde bolca bulunan Buda heykellerinin önünde kırmızı boyalar var. İnsanlar Buda heykellerinin önüne kendisine sunulmak üzere pirinç bırakıyorlar genellikle. Bazı yerlerde ise su sunuyorlar.

Budizm ile Hinduizm arasındaki farklardan birini anlatıyor rehberimiz; Hindular Tanrılarına çiçek sunarlarken, Budistler asla çiçek sunmuyorlar. Çünkü budist inançlarına göre yaşayan bir çiçeği dalından kopartmak, doğanın güzelliğini yok etmek anlamına geliyor. Çiçek yerine beyaz örtüler sunuyorlar Tanrılarına.

Beyazın anlamı ise huzur ve saflık. Sarı havayı, kırmızı ise ateşi temsil ediyor. Budha’nın bir lotus çiçeği içinde oturduğuna inandıklarından, lotus çiçeği onlar için çok kutsal.

Bu meydan da tabii ki Hinduizm’deki önemli Tanrılara da yer ayrılmış. Bazı heykellerde bir çift yerine 2 ya da 3 çift eli olduğunu görüyoruz. Bu da heykelin sembolize ettiği kişinin gücü ile alakalıymış. Örneğin Vishnu heykelleri hep 4 elli, bu da Vishnu’nun 2 kişi gücünde olduğunu simgeliyor.

El, hem Budizm’de hem de Hinduizm’de inanışlarına göre çok önemli ve gücü ifade ediyor. Tanrı Vishnu aslında Laksima’nın eşi. “Sadece 2 eli olan Vishnu heykeli yoktur” diyor rehberimiz. 2 eli olan ve Vishnu’ya benzeyen bir heykel görürseniz, o Vishnu değil, Narayan’dır diye ekliyor. İyi de benim kafam iyice karıştı şimdi, kim kimdir diye...

Stupa’ya geri dönersek, kubbenin üstünde kare bir blok var, dört yüzünde de Buda’nın gözleri... Bunun anlamı da Buda’nın her yeri görebildiği.

Binanın tabanından en tepesine kadar her tarafından asılı bayraklar var. Bu bayraklar mantraların yazılı olduğu dua bayrakları. Her yer rengarenk.

Budizm’e göre binanın zemini dünyayı, en tepesi ise cenneti simgeliyor. Asılı olan bayraklar da insanların gönderdikleri dua mektupları. Bu mektuplar aslında çevre dükkanlarda satılıyor. Aldığınız mektubu manastıra gidip kutsattıktan sonra rahipler buraya asıyor.

Her yerde heykeller var. Ama bu heykeller daha ziyade Hinduizm dinine özgü heykeller... Önlerinde kırmızı kök boya, pirinç ve çiçek bulunuyor bol bol. Hatırlarsanız, Nepal’de Budizm’de çiçek sunmak yoktu. İbadet ederlerken heykellerin önündeki kök boyaya sadece yüzük parmaklarını batırıp, sonra alınlarına basıyorlar. Buralara koydukları malzemeleri Tanrıya sundukları için, Tanrının bunları kutsadığını düşünüyorlar.

Etraftaki maniler’i çevirmelerinin sebebi ise tamamen şeytanları uzak tutmak.

Stupa’nın manastıra bakan tarafında da ufak bir Hindu tapınağı, daha doğrusu Hinduizm’e özgü bir heykel görüyoruz. Buradaki heykellerin yanında duran demirlere taktıkları asma kilitlerin nedenini soruyoruz Raja’ya. Eğer bir kişi kapalı bir odada öldüyse, o odanın anılarını korumak için asma kilidi getirip buralara takıyorlarmış.

Daha sonra tapınağı çepeçevre saran dükkanlarda vakit geçiriyoruz. Kıyafetler, müzik dükkanları ve çeşitli hediyelik eşya dükkanları var. Burada satılan ürünleri çoğu Tibet işi. Mağaza sahipleri de Tibetli. Çünkü döneminde Çin’in Tibet’e saldırısı sırasında Tibet’ten kaçan mülteciler Nepal’de bu alana sığınmışlar. Alışverişimizi tamamlayarak kentteki tapınak turumuza devam etmek üzere yeniden yollardayız…

En Kanlı Tapınak Daksinkali, Katmandu

Daksinkali Tapınağı, Kathmandu’nun merkezine yaklaşık 20 kilometre mesafede yer alıyor. Burası hayvanların kesilmeden önce kutsandıkları bir tapınak.

14.yy’da yapılmış olan tapınak iki bölümden oluşuyor denebilir. Bir tarafta Tanrılarına sunmak için boyunlarına çiçek asılmış hayvanların rahiplerce kutsandığı ve hemen ardından boynunun kesildiği bölüm.

Diğer tarafta ise, bu kutsanıp öldürülen hayvanın derisinin yüzülerek, hayvanın vücudunun löp etlere bölündüğü mezbahaneyi andıran yer. Tam bir katliam alanı…

Tapınağa giderken sağlı sollu tezgahlar var. Kestireceğiniz hayvanı da, boynuna asacağınız çiçeği de buradan alabiliyorsunuz. Daha fakir olanlar için hayvan yerine balkabağı ya da hindistan cevizi de kurbanlık yerine satılıyor. Yine bunlar da rahiplerce kutsanıyor ve tanrıya kurban ediliyor. Tabii kurbanlık balkabağı bizim için oldukça sıradışı bir kavram. Hayvanları kutsadıkları bölgeye (aynı zamanda boynunun kesildiği yer de burası) çok kutsal bir mekan olduğu için çıplak ayakla giriyorlar.

Yerler kan revan içinde. İçerisi inanılmaz derecede kalabalık. İnsanlar çıplak ayak kan içindeki yerlere basıyor. Elleri, üstleri kana bulanmış şekilde ibadetlerini gerçekleştiriyorlar.

Aslında Hinduizm’de hayvanlar çok kutsal ve et yemek yasak. O zaman ortada büyük bir tezat var. İnsan ilk şunu düşünüyor; “O zaman bu hayvanların günahı ne?, madem yemek de yasak, git o zaman temiz temiz balkabağını kutsat”

Ama işin aslı böyle değilmiş. Et yemek yasak olsa da, et yemekten vazgeçemeyen Hindular için bir sistem geliştirmişler. Et yemek isteyen kişiler mutlaka hayvanı önce kutsatmak zorunda. Kesilecek hayvan mutlaka erkek olmalıymış. Bir de vicdanlarını rahatlatmak için olsa gerek her hayvan için kötü bir özellik bulmuşlar. Örneğin boğa öfkeyi temsil ediyor, bu nedenle boğa kurban ederseniz içinizdeki öfkenin azalmasına yardımcı oluyor gibi. Eee kişi tüm bunlarla kendini rahatlattıktan sonra , “hazır kesilmiş hayvan da var, yiyelim” diyor.

Hindistan cevizi kurban etmenin ise iki anlamı var. Birincisi hindistan cevizi çalışma hayatına benzer, dışı çok serttir, ama içi çok güzel ve tatmin edicidir. İkincisi ise dışarıdan ne kadar öfkeli görünsem de, içimde aslında çok iyi biriyim. İçimdeki iyiliği ortaya çıkart.

Rehberimiz tanrının kötü insanları cezalandırmak için mutsuzluk, depresyon, ve endişe halini kullandığından bahsediyor. Kendi inandıkları Tanrının gazabının fiziksel olmadığını, aslında daha çok manevi cezalar verdiğini söylüyor rehberimiz.

Tapınak ziyareti bitip de arabaya doğru ilerlerken rehberimiz bize bir kadın topluluğunu gösteriyor. Kadınlardan bir tanesi beyaz giymiş, diğerleri ise kırmızı. Bu grubun aslında bir tören için burada bulunduğunu, o nedenle kırmızı giydiklerini söylüyor. Beyaz giyen kadının ise dul olduğunu söylüyor. Çünkü eğer bir kadın dul kaldıysa, diğer renkler olabilir ama asla bir daha kırmızı giyemezmiş, genelde de dullar beyaz giyerlermiş.

Tabii bu ülke de dinler iç içe. Hinduizm’de hayvan kurban etme olayı varken Budizm’de kesinlikle yok. Hinduizm ile Budizm’in arasındaki en önemli farklardan bir tanesi de Hinduizm kast sistemini hala savunurken, Budizm’in buna karşı çıkması.

Katmandu'da Yüce Ağaçlar Tapınağı: Swayambunath

“Nath” kelimesi tapınak anlamına geliyor. “Swayambu” ise Tibet dilinde yüce ağaçlar demek. Yani bu bölge Yüce ağaçlar tapınağı olarak biliniyor.

Kente yaklaşık 9 kilometre mesafede, bir tepenin üzerinde yer alıyor. Tepenin yüksekliği yaklaşık 400 metre. Bu nedenle burası Kathmandu Vadisinin çok güzel manzaralarını da sunuyor. Özellikle akşam üstü saatlerinde.

Çevrede sayısız maymun var. Onlarda insanların arasında dolaşıyor. Bu tapınağı resmen kendilerine yurt edinmişler. Sadece dikkat etmeniz gereken çantanızda ya da elinizde açıkta bir yiyecek bırakmamak. Maymunlar her yerdeler, manilerin üstünde, tapınak tepelerinde, seyyar satıcıların yanında…

Çok renkli bir görüntü… Bu kadar çok maymun olması, bu tapınağın maymunlu tapınak olarak da bilinmesini sağlamış. Bir de buradaki maymunlar kutsal kabul ediliyorlar.

Raja bir başka tapınaktan bahsediyor. Fareli Tapınak. Ama bu tapınak, Hindistan’ın güneyinde bir başka bölgedeymiş. Orada da fareler kutsal kabul edildiğinden tapınağın her yerinde fareler varmış. Biz bunu görmedik tabii, zaten sanırım oraya gitmiş olsak, annem yüzde yüz bayılırdı.

Neyse, biz gelelim Maymunlu Tapınağa… Tapınak bir tepede yer aldığından buraya çıkmak için 250-300 basamak tırmanıyoruz. Sağlı sollu çok sayıda seyyar satıcı ve dilenci var. Çıkışta bizlere maymunlarda eşlik ediyor.

Tepeye vardığımızda büyükçe bir stupa’yı görüyoruz. Yine stupanın çevresinde maniler ve bunları çeviren insanlar var.

Bu tepenin en büyük özelliği hem Budist stupası, hem de Hindu tapınağının yan yana durması. Bundan da dinler arasındaki hoşgörüyü net şekilde görmüş oluyoruz.

Budistler stupanın çevresinde mantralarını okuyarak dönerlerken, Hindu tapınağı önünde bir ailenin yaptığı seramoniye denk geliyoruz. Yılda bir gün bizdeki oruca benzer bir ritüelleri var. Anladığım kadarıyla bir gün açlık sonrası bu ritüeli yapıyorlar. Bu ritüel 3 saat sürüyor sonrasında yemek yiyorlar. Buradaki töreni ise bir pandit yönetiyor. Önünde çiçekler ve bolca pirinç var.

Buradan tapınakların yanında yer alan 4-5 mağazanın yer aldığı alışveriş bölgesine geçiyoruz. Birbirinin replikası olan minik stupalar bu meydana kadar taşmış. Üzerinde yine maymunlar var.

Biz gittiğimiz dönemde burada bir klip çekimi yapılıyordu. Raja’nın söylediğine göre gördüğümüz şarkıcı bizde ki Tarkan kadar popülermiş. Düşünsenize Tarkanın bir caminin önünde, içinde klip çektiğini…

Bu çekimi de biraz izledikten sonra yolumuza devam ediyoruz.

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
GÖKÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

GÖKÇE YILMAZ

 1982 yılında İstanbul’da doğdum. İlk ve orta öğretimini Sinop’ta gördükten sonra, lise eğitimi için İstanbul’a yerleştim.