Nepal’in Kathmandu’dan sonraki en çok turistik ziyaret alan ikinci önemli şehri Pokhara. Pokhara güzel ve görülmeye değer bir şehir, bir göl şehri olduğu ve Himalayalar’ın eteklerinde bulunduğu için de aynı zamanda soluklanmak, mola vermek için harika bir durak. Ama Pokhara’yı işlek ve kalabalık bir turist şehri haline getiren en önemli etken meşhur Annapurna yürüyüşleri için başlangıç noktası olması.
Pewa Gölü Kıyısı
Nepal’in başkenti Kathmandu’dan rahat, klimalı otobüslerle 7 saatte Pokhara’ya ulaşılabiliyor. Pokhara’ya varıp bir otele yerleştikten sonra yapılması gereken ilk şey Pewa Gölü kıyısına gitmek. Özellikle de günbatımına yakın bir saatte buradaysanız, bir kayık kiralayıp göle açılmanızı ve güneşin batışını kayıktan seyretmenizi şiddetle öneririm. Biz de böyle yaptık ve tam gün batımında şansımıza gözkyüzündeki muson bulutları dağılıverdi, Himalayalar ilk kez yüzünü gösterdi bize. Tam anlamıyla büyüleyici…
Pewa Gölü’nde Gezinti
Biz Pokhara’daki ikinci günümüzde hemen Annapurna yürüyüşüne çıkmak istedik ve sabah erkenden kendimizi Annapurna yürüyüşü izinlerini vermekle yetkili ofiste bulduk. Bir pasaport, bir resim ve 35 Euro karşılığı yarım saatte izinleri almak mümkün oldu ve 5 günlük Annapurna yürüyüşümüze başladık. Poonhill-Ghandrak rotasındaki kısa turu gerçekleştirmeyi planlamıştık. Büyük sırt çantalarımızı yanımızda taşımamak için geceyi geçirdiğimiz otele bıraktık, dönüşte almak üzere. Yanımıza mümkün olduğunca hafif çantalar aldık. Ağır sırt çantalarını yanına almak isteyenler için bir alternatif taşıma yöntemi “şerpa” denilen yerli yük taşıyıcılarını kiralamak. Biz kendi çantamızı kendimiz taşırız dedik ve yanımıza sadece yedek bir iki giysi ve bol bol bisküvi, çikolata aldık. Dağ köylerinde bu tip yiyecekler çok pahalı ve uzun yürüyüşlerde de mutlaka enerjiye ihtiyaç oluyor. Pokhara’dan stoklamak daha ekonomik.
İlk yürüyüş günümüze Pokhara’dan minübüsle ulaştığımız Nayapul’da başladık (1025m yükseklikte) ve günü 1540m yükseklikteki Tikhedunga’da noktaladık. 5-6 saat civarı yürüdük ve ilk gün olduğu için çok zorlamadık kendimizi. Yol da fazla dik ya da engebeli olmadığı için ilk gün yürüyüşünü sancısız atlatmış olduk. Annapurna yürüyüş yolları boyunca geceyi geçirebileceğiniz küçük dağ pansiyonları var. Genelde yerli halk kendi yaşadıkları evleri büyüterek pansiyona çevirmiş, aile tesislerinde kalınıyor yani. Konaklama fiyatları inanılmaz ucuz, gecelik 1 Euro’ya oda bulduk bir seferinde. Ama akşam yemeği ve kahvaltıyı kaldığın pansiyonda yemek zorundasın (yazılı bir kural yok ama herkes böyle olması gerektiğini biliyor her nasılsa) ve işletmeciler asıl parayı yemeklerden kazanıyor. Yine de herşey çok ucuz, genelde konaklama ve yemekler dahil iki kişi toplam 5-10 Euro’yu geçmiyordu günlük harcamalarımız. Bu dağ pansiyonlarında lüks aramamak lazım. Temiz ama gayet basit herşey, yemeklerden odalara kadar. Zaten akşamları bir pansiyona varır varmaz karınları doyurduktan sonra hemen uyuyakalıyorduk yorgunluktan. Yani lüks ya da konfor aramaya bile hali kalmamış oluyor insanın tüm gün dağlarda yürüdükten sonra.
İkinci gün sabah 7′de yollara düştük. En zorlu yürüyüş günü bu gündü, 1540 metreden 2860 metreye çıktık. 5-6 saatlik yürüyüşün ilk 3 saati çok dik basamaklı bir yolu tırmanarak geçti. Günün sonunda Ghorepani’de kendimizi bir pansiyona attığımızda bacaklarımızı hissetmiyoruk bile artık. Ama sonra pansiyon odasının perdesini açtığımızda tüm yorgunluğu unuttuk: Karşımızda tüm güzelliği ve heybetiyle Himalayalar’ın karlı tepeleri duruyordu. Bu harika manzarayı izlemeye doyamadan uykuya daldık çünkü ertesi sabah gün aydınlanmadan kalkıp 500 metre daha tırmanmamız lazımdı, meşhur Poon Hill’de güneşin doğuşunu izlemek için.
Üçüncü gün sabah 4′te kalkıp tekrar tırmanışa başladık. Yükseklik arttıkça hava soğuyor, yanınıza kalın birşeyler almakta fayda var. Bizimle birlikte o saatte Poon Hill’e tırmanan en az 100-150 turist daha vardı. Ne de olsa buradan güneşin doğuşunu seyretmek olmazsa olmaz bir turistik aktivite. 3200 metre yükseklikteki Poon Hill, Annapurna dağ sıralarının 8000 metre yüksekliğindeki iki zirvesini de içine alan panoramanın izlenebileceği nadir noktalardan biri. Hele de gün doğumunda tadına doyum olmuyor haliyle. Yüzlerce diğer turistle birlikte güneşin doğuşunu izleyip, bol bol fotoğraf çekip Poon Hill’den ayrıldık.
Üçüncü günümüzde rekorumuzu kırıp 8 saat boyunca yürüdük, neyse ki yol bir gün önceki gibi dik ve engebeli değildi. Akşama doğru, tam da yağmur başlamışken, gece konaklayacağımız dağ köyüne vardik, Tadapani (2630m). Yağmur demişken, Annapurna yürüyüşü yapacaksanız muson dönemine denk getirmemenizi öneririm. Muson yağmurları altında dağ ve orman yolları yürünmesi oldukça zor bir hal alabiliyor. Daha da kötüsü bulutlu havalarda Annapurna manzaralarını göremeyebilirsiniz ki bu da yürüyüşün en önemli kısmı zaten. Muson yağmurları bu bölgede Eylül sonunda bitiyor. Biz oradayken henüz tam kesilmemişti yağmurlar ama şansımıza hep geceleri yağdı, yürüyüş planımızı ve manzarayı çok etkilemedi. Tadapani’de kaldığımız pansiyondan da gayet güzel dağ manzaraları seyrettik…
Dördüncü gün iniş basladı. Günlerdir dik yolları tırmanırken bundan daha zoru olmaz artık diye düşünmüştük ama iniş çok daha zormuş meğer. Buna karşılık iniş yolu o kadar güzel ki etrafı seyredalmışken şikayet etmeyi unuttuk çoğu zaman. 2000 metre civarında bir yükseklikte bir orman yoluna girdik. Dar patikalar, üstünden atlanması gereken şelale ve ırmaklar, maceralı da bir yol. Bu arada ağaçlardaki büyük, beyaz maymunları farkettik. Bir de zaman zaman önümüzden hızla kayıp geçen yılanlar var, ormanda gördüğümüz vahşi hayat bundan ibaret. Günü,
Annapurna maceramızdaki son mola yerimiz olan Syuali Bazaar’da noktaladik ve geceyi pirinç tarlaları arasında küçük bir köy evinde geçirdik.
Beşinci ve son günümüzde sabah erkenden yola düşüp öğleye doğru bitiş noktası olan Birethanti’ye vardık. Buradan Pokhara’ya kalkan özel cipler var ama çok pahalı fiyat söylüyorlar, biz de yol kenarına çıkıp geçen otobüslerden birini durdurduk. Fiyat çok daha ucuz ama 4-5 saati çok kalabalık bir halk otobüsünde ayakta geçirmeyi göze almak lazım. Annapurna yürüyüşü tek kelime ile harika geçti bizim için ve tüm Hindistan-Nepal seyahatimizin favorilerinden biri oldu. Ama aynı zamanda da oldukça yorucu bir aktiviteydi, bu sebeple Pokhara’da bir kaç gün daha kalıp dinlenmeye karar verdik.
Pokhara’da yemyeşil bir bahçe içindeki Yeti Guesthouse’a yerleştik. Gayet uygun fiyatlı, temiz ve rahat bir pansiyon. Bir de bahçesinde Osho Meditasyon Merkezi var ama burada bir kez yoga dersine katıldım ve pek memnun kalmadım. Fiyat da pahalı sayılırdı.
Pokhara’da günlerimizi dinlenerek geçirmeye karar vermistik ama pek mümkün olmadı: İlk günümüzde hemen bir motosiklet kiralayıp etrafi keşfe çıktık. Davis Falls ve International Mountaineering Museum görmeye değer. İkinci günümüzde yine hızımızı alamayıp yamaç paraşütü yapmaya karar verdik. Pokhara’da yamaç paraşütü yapmak oldukça popüler bir turist aktivitesi, yamaç paraşütü organizasyonu yapan onlarca tur şirketi var. Genelde hepsinin şartları ve fiyatları da benzer, biz de içlerinden birini rasgele seçtik. Sarangkot tepesinden Pewa gölü üzerine atladık, manzara sisli havaya ragmen çok güzeldi. Organizasyon çok profesyonel, hocaların hepsi Batı’dan ithal. 20 dakika civarı uçtuk, hatta hoca bir ara paraşütü benim kullanmama izin verdi.
Pokhara’daki son günümüzde de Pewa Gölü’nden bir tekne kiralayıp karşı kıyıdaki World Peace Pagoda’ya gittik.
Karşı kıyıya geçtikten sonra tekneyi parkedip Pagoda’nın bulunduğu tepeye kadar uzunca bir yokuş tırmanmak gerekiyor ama tepedeki manzaraya değiyor doğrusu.
Pokhara’da turistlerin rağbet ettiği diğer bir aktivite de rafting. Biz raftingi spor amaçlı değil de ulaşım amaçlı yaptık. Bir sonraki durağımız olan Chitwan şehrine gitmek için Pokhara merkezdeki bir acentadan dört saatlik bir rafting ayarladık. Günübirlik veya üç dört günlük rafting gezileri ayarlamak da mümkün.
Son olarak Pokhara’da yeme-içme ile ilgili kısa bir not: Bu şehir özellikle Annapurna yürüyüşünde Thal (pirinç, sebze ve pilav karışımı tipik Nepal yemeği) yemekten bunalmış olan turistler için bir yemek cenneti. Çok lezzetli Nepal ve Hint yemeklerinin yanısıra, hamburger, pizza, makarna gibi batı dünyası yemeklerini yapan bir çok restoran var; kek, pasta ve hatta Alman ekmeği bulabileceğiniz fırın ve pastaneler de cabası. Ama benim buradaki favorim Everest Steakhouse’daki 5cm kalınlığındaki biftekler oldu. Bir buçuk aydır Hindistan’da hiç kırmızı et yememiş olmamızın da bunda etkisi vardi sanırım…
*** Şilan Küçükokur Bartel'in diğer gezi yazılarını http://seyahatgunlukleri.wordpress.com/ adresinden de takip edebilirsiniz.