Küçücük bir şehir Kampot, direkt olarak sahile kıyısı da yok, ilk bakışta sadece civardaki adalara ya da Sihanoukville’e transfer geçiş yapmadan önce bir gece dinlenilebilecek bir ara durak izlenimi uyandırıyor. Biz de sadece bir gece kalmayı planladık zaten burada. Ama sonradan, biraz daha kalamadığımız için üzüldüğümüz yerler listesinde yerini alacak bu sevimli şehir.
Önce kendimize bir otel aramaya başlıyoruz ve rehberimizdeki haritadan anladığımız kadarıyla otel-pansiyonların toplandığı bir sokağa giriyoruz. Bu sokaktaki yan yana sıralanmış otellerin hepsi birbirine benziyor ve hepsinin fiyatları da aşağı yukarı aynı. Güzel bir bahçe içindeki Kampot Guesthouse’da iki kişilik, temiz, terası olan bir odaya, üstelik sınırsız internet bağlantısı da dâhil, sadece 5 Dolar fiyat verilince kulaklarımıza inanamıyor, hemen tutuyoruz odayı. Yüksek sezonda olmamanın avantajları : )
Kampot nehir kıyısı
Geceliği sadece 5 Dolar olan otelimiz
Otele çantalarımızı bırakıp şehri turlamaya çıkıyoruz. Kampot, denize 40 dakika kadar uzaklıkta; deniz olan bir yerde konaklamak isteyenler bir sonraki büyük şehir olan Kep’i tercih ediyorlar genelde. Kampot’un ise bir nehir kıyısı ve kıyı boyunca uzanan geniş, modern bir sahil caddesi var. Bu cadde üzerinde pek çok restoran ve kafe sıralanmış durumda. Zamanımızın çoğunu bu sahil caddesinde geçiriyoruz biz de.
Kampot’un bize üç güzel sürprizi var:
Öncelikle, belki de tüm Güney Asya gezimizin en lezzetli yemeğini buradaki Rikitikitavi adlı sahil restoranında yiyoruz. Irmak manzaralı terası olan, lüks görünümlü bir restoran burası… Personeli çok sıcakkanlı, hepsi son derece iyi İngilizce konuşuyor. Yemeklerin hepsi birbirinden harika ve fiyatlar oldukça uygun.
Kampot’un biberinin meşhur olduğunu ve Avrupa’ya bile ihraç edildiğini biliyor muydunuz? İşte Kampot biberi ile yapılmış bir Kamboçya yemeği…
Bir Güney Asya klasiği: Lezzetli mi lezzetli buzlu kahve
İkinci sürpriz, Güney Asya gezimizin en iyi masajı… Güney Asya ülkelerinde, Seeing Hands adı verilen bir masaj türü var. Bilinen Tay-Khmer masajı ama görme engelli masörler ve masözler tarafından yapılıyor. Burada Seeing Hands tabelası gördüğümüz küçücük bir salona giriyoruz ve 1 saatlik vücut masajı yaptırıyoruz. Masaj sonunda, Til’in de benim de ortak görüşümüz: Şimdiye kadar yaptırdığımız en başarılı masaj.
Ve üçüncü sürpriz: Şehrin tam ortasındaki kocaman Durian Heykeli! Kamboçya’nın bu güney şeridi, durian üretiminde dünya sıralamasında en üstlerde. Hatta durian, bazı bölgelerin sembolü haline gelmiş. Bunlardan biri de Kampot olmalı ki şehir meydanına heykelini bile dikmişler. Ben hep diyordum zaten, meyvelerin kralı…
Durian meyvesinin yenilebilir kısımları
Günün sonunda, Kampot’un sessiz ve kendi halinde ama en azından bir gece daha kalınıp tadı çıkarılması gereken bir şehir olduğu konusunda hemfikiriz. Ne yazık ki vaktimiz kısıtlı ve ertesi sabah erkenden, bizi Tavşan Adası’na götürecek olan tekneye binmek için Kep’e geçiyoruz.
Durian heykeliyle karşılaşmanın sevincini yaşarken…
Kampot sokakları
Kep’in iskelesinden bindiğimiz tekne 15-20 dakika içerisinde Tavşan Adası’na ulaşıyor (Gidiş-dönüş kişi başı bilet fiyatı 8 Dolar). Tavşan Adası (Rabbit Island), turistler tarafından yeni yeni keşfedilmeye başlamış. Henüz çok kendi halinde, doğal ve gelişmemiş. Sadece teknelerin sizi getirdiği 1 kilometrelik sahil şeridinde yerleşim ve konaklama imkânları var. Adada 7 tane Kamboçyalı aile yaşıyor ve sahil şeridindeki bungalov gruplarını ve restoranları da bu aileler işletiyorlar. Elektrik kullanımı kısıtlı, akşam saatlerinde 17.00-21.00 arası elektrik var sadece. Sahil şeridi boyunca uzanan bungalov gruplarına fiyat sorup, aralarından en uygun fiyat vereni seçebilirsiniz, hepsi birbirine benziyor zaten. Teknede tanıştığımız İsviçreli ve İsrailli iki sırtçantalı ile ortak hareket edip, grup indirimi alıyoruz bungalovlardan birinden ve geceliği 7 Dolara bir bungalov kiralıyoruz. Lüks ve aşırı hijyen arayışı olanlara, gece bu adada kalmayı önermiyorum, günübirlik de ziyaret edilebilir. Bungalovların hepsi çok basit inşa edilmiş, çatılardan, bambu duvarlardan içeri her türlü böcek, kertenkele vs. girebiliyor. Duş ve tuvalet ise küçük bir kabin ve yerde bir delikten ibaret. Ama bu tarz ıssız, keşfedilmemiş ada hayatını, doğal yaşamı sevenler için paha biçilmez bir yer burası.
Tavşan Adası’nda yerleşim yeri olan sahil şeridi… En arkada, kaldığımız bungalovlar görülebilir.
Tabii ki şehir kızının vahşi doğayla savaşı tüm şiddetiyle başlıyor yine; bungalova girer girmez, duvardaki 30 cm. uzunluğundaki kertenkele karşılıyor bizi. Asya’nın küçük ve sevimli “Gecko”larına çoktan alıştım ve hatta sevmeye başladım ama kocaman kertenkelelere karşı mesafeli bir duruşum var hala. Bizi görünce çok kalmaz gider herhalde diyerek, pek üzerinde durmuyoruz (son günümüzün son dakikalarına dek odada bizimle kaldı) ve adanın tadını çıkarmaya başlıyoruz.
Güneydoğu Asya’nın küçük ve sevimli Geckoları… Severim, başımın üstünde yeriniz var (Özellikle de, böcekleri yiyerek, bulunduğunuz odayı haşerelerden temizlediğinizi öğrendiğimden beri).
Tavşan Adası’ndaki oda arkadaşımız olan 30 santimlik kertenkele. Mümkünse görüşmeyelim!
Gündüz her şey harika… Turistlerden uzak, kendi halinde, yeşil bir adacık; bungalovumuzun hemen önünde bembeyaz kumsal; kumsalda hamak ve masaj keyfi; harika bir deniz ve muhteşem günbatımı… Akşam da bungalovumuzun hemen yanındaki küçük restoranda İsviçreli ve İsrailli yeni arkadaşlarımızla lezzetli ve taze deniz ürünleri deniyoruz. Adada gece hayatı yok, saat 21.00′den sonra da sadece 1-2 restoranda elektrik oluyor, onun dışında her yerde ve tabii bungalovlarda ışıklar kesiliyor. Bu yüzden, kafaya takılan tepe lambaları çok pratik oluyor, yanınızda bulundurun derim. Hal böyle olunca, akşam yemeklerini yedikten sonra uyumak üzere odalara çekilmekten başka pek alternatif kalmıyor.
Sahilde günbatımını beklerken…
Hayatımda gördüğüm en güzel günbatımı
Günbatımında Tavşan Adası
Tepe lambalarımızın ışığında bungalova girince, ben sağa sola, özellikle yerlere ve duvarlara bakmamaya özen göstererek, hemen yatağı çevreleyen cibinliğin altına giriveriyorum. Böylece bungalovun hasır duvarlarından, tavandaki deliklerin arasından süzülen karaltıları, bilumum böcek, kertenkele ve artık başka ne varsa odada, görme riskimi minimuma indirmiş oluyorum kendimce. Cibinliğin altında bize bir şey yapamazlar, sabah olunca da giderler nasıl olsa. Sonra geceyle sabah arasında bir yerlerde, odanın içinde tuhaf sesler duyarak uyanıyoruz. Bir süre karanlıkta, seslerin ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz: Yerde sürüklenen bir bisküvi paketinin sesi. Til’in çantasının içindeki açık ve yarısı yenmiş bisküvi paketi, çantanın içinden çıkmış, odanın bir köşesinden diğerine yerde sürünüyor. Tepe lambasını yakıyoruz hemen, bisküvi paketini odanın uzak bir köşesinde, duvar dibinde buluyoruz. Paketi alıp dışarı attıktan sonra uykuya devam etmeye çalışıyoruz, ışığı söndürünce odadaki kıpırtı tekrar başlıyor ama bisküviyi bulamayınca sıkılıp gidiyor bir süre sonra. Sabaha kadar, o koca bisküvi paketini çantanın ta içinden çıkarıp da odada bir oraya bir buraya sürükleyen yaratık, nasıl kocaman, nasıl korkunç, nasıl tehlikeli bir.. bir “NE” olabilir, düşünüp duruyorum. Sabah gördüğümüz koca kertenkele, fare, dev bir böcek gibi teorilerimizin hepsini çürütüyoruz. Kertenkelenin bisküviyle işi olmaz, farenin ayak sesleri duyduğumuz ayak seslerine benzemez (ayrıca Güney Asya sahil ve adalarında hiç fare görmedik, telaşlanmayın), böceğin de o kadar devini görmedik daha. İki gece boyunca rüyalarıma giriyor, kâbusum oluyor bu bilinmeyen yaratık. Bungalovumuzdan soğuyor, mümkün olduğunca da az zaman geçiriyorum içinde…
Böcek ve kertenkelelerin yanı sıra bir de çok sayıda köpek var adada. Acaba Asya’nın tüm az keşfedilmiş adalarında görülen bir durum mudur diye sordum kendi kendime, Hindistan’ın Andaman Adaları’nda da bol sayıda köpek vardı. Hazır konu açılmışken, kafama takılan diğer bir soru da: Neden Asya ülkelerinde, sokaklarda bir sürü sokak köpeği var da hiç kedi yok?
Adanın köpekleriyle günbatımını izlerken
Neyse, benim gibi sırtçantalı maceralara gönül vermiş diğer şehirli kızları, vahşi hayat koşulları konusunda uyarma görevimi tamamladıktan sonra, ada hayatının güzelliklerine dönebilirim tekrar. Tavşan Adası’nda kaldığımız iki gün boyunca bol bol deniz, güneş ve kumsaldaki hamakların tadını çıkarıyor, deniz kenarında Khmer masajı keyfi yapıyoruz. Ben 1 aydır yollarda olmanın şerefine, iki gün boyunca kumsaldaki hamaktan sadece denize girmek ya da yemek zamanlarında ayrılıyorum. Til ve diğer sırtçantalılar adayı keşif turuna çıkıyorlar ama 1-2 saat sonra döndüklerinde pek de anlatacak şeyleri yok. Anlaşılan adanın, sadece bizim kaldığımız sahil şeridinde hayat var, geri kalan kısımlarda bazen yürümeye uygun yollar bile yok.
Adada günlerimiz böyle geçiyor
ve böyle…
ve böyle…
Üçüncü günümüzün sabahında, yine İsviçreli ve İsrailli arkadaşlarımız ile kiraladığımız tekneye binip adadan ayrılırken, aklımda iki şey var Tavşan Adası’ndan geride kalan: Hayatımda gördüğüm en güzel günbatımı ve gerçek bir sırtçantalı olmak için hala bir fırın ekmek yemem gerektiği (vahşi doğada kamp yapamayan, böcekten kertenkeleden korkandan gerçek sırtçantalı olmaz). Ama kararlıyım, bu korkumla yüzleşeceğim. Bekleyin beni hamamböcekleri, kertenkeleler!
Son bir not: Adada ATM makinesi, süpermarket, eczane yok. Eğer 1-2 günden daha uzun kalmak isterseniz, tedarikli gelmekte fayda var. Gerçi Kep ile ada arasında günde birkaç sefer tekne seferleri var, acil durumlarda Kep’e gidilebilir.
Ve son bir not daha: O gece, bisküvi paketini odanın içinde sürükleyip duran yaratık neydi ki sahiden? Diğer gezginler belki yardımcı olabilir kafamda hala takılı bu soru işaretini çözmeme : )