Quebec'te Yeni Yıl Coşkusu

Merkezi Toronto’da olan bir seyahat acentesi vasıtasıyla Ottawa-Québec-Ottawa tren biletimi ve oradaki otelimi ayırtıp yeni yıla bu romantik şehirde girmek üzere yola çıktım. 
Tren yolculuklarını severim. Trenin sesini severim. Hele ki çufçufunu… Bir de ister istemez, ara sıra acayip sıkılsan da çok şey öğreniyorsun. Her ülkenin kendine özgü kuralları, yolları var.
 
Ottawa’dan Québec’e Montreal aktarmalı gidiliyor. Mesela orada bir dağıldım… Bir türlü biletimi bulamadım; çamura yatıp parasını verdim ama bileti yollamamışlar dedim! İnandılar da… Bu sefer çok üzüldüm, utandım. Sonuçta biletin tabii ki bende olduğu ama benim aranılanın o bilet olduğunu anlamamın da zor olduğu ortaya çıktı. Bu deneyim, bir sonraki tren seyahatlerimde hiç panik yaşatmadı bana. Biletin atılmaması gerektiğini de öğrendim mesela… Kontrol yapıldıktan sonra biri gelip topluyor. İlk seferinde çantamı koridora boşaltmış fakat bulamamıştım. Kan ter içinde ve homur homur kalarak… O esnada da durmaksızın Türkçe konuşarak!
 
Sonunda Québec’teyim… Bir taksi ve eski şehre iki adım mesafedeki otelime varış… Hava buzzzzz…  Aylardan Aralık, günlerden 30’u… Yıl 2009’du.


Tren istasyonu

Yukarıdaki fotoğraflarda tarih 2010’u gösteriyor. Zira dönüş günü çekildiler…

Quebec, Kuzey Amerika bölgesinde Meksika hariç şehir surlarının olduğu tek şehir… Montreal’den sonra, başkenti olduğu aynı adlı Québec eyaletinin ikinci büyük yerleşimi… Burası Kuzey Amerika’nın en eski şehirlerinden… Kuruluşu Samuel De Champlain tarafından olup, 1608 yılana kadar uzanmakta… 1985 yılından beri de Unesco Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Saint Lawrence Nehri ise şehrin hemen yakınındaki dağlık burunda yer almakta… Benim orada bulunduğum zaman diliminde buz tutmaya başlamıştı bile… İlk buzkıran gemisini de görmüştüm. Québec kelime olarak, “nehrin yakınlaştığı yer” anlamına geliyor. 


Buz tutmaya başlamış Saint Lawrence Nehri

Çantamı odaya bıraktıktan sonra resepsiyondan öğleden sonra kalkacak olan bir şehir turu ayarladım ve hemen sokaklara daldım. İlk dikkatimi çeken, neredeyse herkesin omuzuna çanta gibi astıkları buz pateni ayakkabıları oldu. Bu ne iştir Banu? Ben de mi edinsem bir çift acaba… Kendine gel, saçmalama! İstanbul’da nerede yapacaksın acaba buz pateni? Tamam, ben turistim, kaymak zorunda değilim. Rahatladım.
 

Kanada’nın neredeyse bütün şehirlerinde bir şubesi olan inanılmaz heybetli Chateau de Frontenac Oteli’nin gündüz ve gece hali…

Bu evler benim sonum olacak bir gün... Dayanamayıp tur otobüsünün camından çektim.

Kanada’nın Niagara Şelalesi’nden daha yüksek olan Montmorency Şelalesi… Buraya geldiğimizde otobüsteki rehber, arzu edenlerin teleferikle de yukarı çıkabileceğini ve aracın bizi orada bekleyeceğini söyleyince, bilin bakalım o teleferiğe binen tek kişi kimdi!

Teleferikle yukarı çıkarken gözüme ilişenler... Yukarıdaki fotoğraf, yürüme yollarını gösteriyor.


Büyüleyici


Teleferikten inildiğinde bizi karşılayan sıcaklık

Ama benim içeride işim yok ki... Dışarıda bunlar varken hele…

Kıyafetimin, özellikle bu soğukta blue jean giymenin nasıl bir hata olduğunu akşam otele döndüğümde anladım. Pantolon soğuğu yedikçe donup bacaklarıma yapışmış. İki gün boyunca bacaklarımdaki kızarıklar geçmedi. Bana en uygununun; iki adet yünlü külotlu çorabı pantolon niyetine üst üste giymek olduğunu çözdüm ve rahat ettim.


Tipik Kanada


Nehrin üstündeki eski köprü

En mutlu “ben” halleri ve her fotoğrafımda hep önümde sallanan şapkamın püskülü...


St. Anne de Beaupré Kilisesi

Dualar sonucu iyileşip de ayağa kalkan insanların kiliseye bıraktıkları bastonlar… Bir duvar baştan sona bunlarla dolu…


Aynı kilisede mumlar


Yeni yıl ışıkları

Tekrardan şehre döndüğümüzde otele hiç uğramadan, tavsiye üzerine Kuzey Amerika’nın en eski binası olan ve günümüzde lokanta olarak işlevini sürdüren mekâna gittim. İçerisi de çok hoştu. Ancak fotoğraf çekmeye utandım. Yediğim yemek de çok aman aman güzel değildi.

Otele dönmeden önce şehri ve ışıklarını doyasıya yaşadım.

Sokakta bir köşeyi döndüğümde karşımda böyle bir şey görünce gerçekten korkudan titredim. Ne olduğunu o kadar merak ettim ki ertesi gün erken bir saatte tekrardan gidip fotoğrafladım.

Gün hali ile de deli bir şey ama sanki biraz daha masum bu şekliyle...

Burayı o kadar sevdim ki bir o taraftan, bir bu taraftan fotoğraf çekeyim derken ayağım kaydı ve düştüm. Kendimle çok alay ettim. Bu fotoğraf da ayağa kalkmaya çalışırken, iki dizimin üstüne çökmeyi becerebildiğim anda gözüme ilişen…

Hava çok soğuk… Gece her taraf buzlandı. “Banucuğum düşüp bir tarafını kırmadan, hadi yavaş yavaş otele yürü” dedim kendime. Dinledim iç sesimi. Otele vardığımda da hemen yatıp uyumuşum…

Ertesi gün 31 Aralık 2009’du ve ben Québec’teydim…

Az laf bol fotoğrafla yılın son gününe devam…


Şehir surları

Fotoğrafını çektiğimi görünce çok şaşırdı : )

Herhalde süslemelere karşı bir hasretlik var bende... Yoksa niye bu kadar fotoğraflayayım ki?

İnsanların omuzlarına çanta gibi astıkları buz patenleriyle gittikleri alan... Şehrin merkezinde, surların hemen dibinde… El kadar çocuklar, daha konuşmayı öğrenmeden kaymayı öğreniyorlar.

Hayır denemedim! Ama çok kıskandım, imrendim, istedim. Görmeme rağmen, nasıl bir şey olabileceğini düşünemedim.

Kaldığım otelin hemen yanındaki ana caddede yapılan hazırlıklar… Artık gece çöküyor. Yeni yıla saatler kalmış.

Kanada’da sokakta içki içmek gençleri korumak adına kesinlikle yasak…

Sokaklarda dolaşmaktan yorulmuş ve üşümüş, sıcacık görünümlü bir bara girip çok sevdiğim “kırmızı bira”dan ısmarlamıştım. Biram elimde, çantamı içeride bırakıp sigara içmek üzere kapıya ilerlemişken; genç barmen kız son derece güler yüzle “dışarıda içki içmek yasak ama” dedi. Türklük genlerimin yine ağır bastığı anlardan biri olmalı ki “ama dışarıda polis falan yok ki” dedim. Kız, o gülümsemesini hiç bozmadan “ama ben varım” dedi. Belli ki turistsiniz, kuralları bilmiyorsunuz. Sizi ikaz etmek öncelikle benim vazifem… İkaz etmesem ve etraftan biri şikâyet etse, dükkânım kapanır. Sizin yüzünüzden! Özür dilerim, dedim ve biramı masaya koyup dışarı öyle çıktım.

Ancak, anladığım kadarıyla sadece (belki tüm özel günlerde de olabilir) yılbaşı gecesi dışarıda içki içilmesine izin veriliyor. Her bar, kapalı alanların dışında içki satabiliyor. İnsanlar ortada yakılan büyük ateşlerin etrafında çoluk çocuk eğlenip, içip, yürüyorlar.

Akşam yemeği için hiçbir program yapmamıştım. İçeride kalmaktansa dışarıda yürümeyi ve ayakta bir şeyler atıştırmayı tercih etmiştim. Ama kalabalıktan hiçbir yere ulaşmak mümkün olmayınca; mecburen otele dönüp odamda bir şeyler yiyip, gece yarısına doğru tekrardan sokağa çıkmayı tercih ettim.

Otelde kendi kendine caz çalan bu piyanoya da pek bir takıldım : ) Sağ alttaki kutuyu çok sonradan fark ettim.

Odamda mükellef yeni yıl yemeğimi kırmızı şarap eşliğinde yedikten sonra, yeni yıla dakikalar kala tekrar sokağa çıktım. Bütün şehir, turistler, coşku, neşe bir arada 2010’u karşıladık.

Yeni yıla bu güzel ve kaliteli şehirde girdiğim için çok mutluyum…