Niyazi Bey Konağı
Ohri'den ayrıldıktan sonra, Niyazi Bey Konağı'nı görmek için yolumuzu Resen istikametine çevirdik. Resen, Osmanlı'nın son terk ettiği topraklardan. Biraz eski bir yer. Ağaçlı, kıvrımlı güzel bir yolla Resen'e vardık. Konağı bulmakta zorlanınca yol kenarındaki polise soralım dedik, gayet güzel bir Türkçeyle bize karşılık verdi ve konağın yerini tarif etti.
Nihayet Niyazi Bey Konağı'ndayız. Görevliden yarı Türkçe yarı Makedonca seramik sergisindeki eserlerle ilgili bilgi aldık. Eser sahipleri genellikle İzmir'den ve Marmara Üniversitesindeki profesörlerden oluşuyordu. Biraz bakımsız kalmış olan konakta bol bol fotoğraf çektikten sonra Bitol'e doğru yola koyulduk.
Bitol (Manastır)
Tıpkı Resen gibi, Bitol'e de ağaçlıklı yemyeşil bir yoldan ilerliyoruz. Elveda Rumeli'nin çekimlerinin yapıldığı yerlerden biri de burası. Aynı zamanda Atatürk'ün askeri okulu burada bulunuyor, görmek için sabırsızlanıyoruz.
Bitol, yani Manastır şehri çok eski bir şehir. Gelen birçok insan da Atatürk'ün okulunu ziyaret ediyor. İçeride fotoğraf çekilmesi yasak olduğu için yalnızca dıştan fotoğraflayabildik.
Atatürk'e Mektup
Üst kattaki koridorun bir ucu Makedonya Müzesine, diğer ucu Türkiye tarafından desteklenmiş Atatürk'ün Anı Odası'na açılıyor. İçeri girdiğinizde, Eleni isimli bir kızın Atatürk'e yazdığı aşk mektubunu sunuyorlar. Mektupta ise şunlar yazıyor:
“Kemal Atatürk’e, herhangi bir zamanda ve yerde!
Çok seneler geçti, ben halen her gün içerisinde senden haber bekliyorum. Herhangi bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla ve kağıttaki gözyaşlarımı göreceksin. Yıllar ve olaylar geçiyor. Seninle ilgili çok şeyler konuşuluyor. Mektubumu okurken, başka kadını seviyorsan, mektubumu kopar ve kendine sor.
İnanabiliyor mu ki Manastırlı bir Eleni Karinte, bir günlük tanıdığı ve aşık olduğu adama bütün ömrünü harcamıştır? Ve benim senin sevdiğim kadar, o kadını o kadar seviyorsan, kendisine hiçbir şey söyleme, senin kadar mutlu olmasını diliyorum.
Döneceğini, beni unutmayacağını biliyorum. Babam vefat etti. Beni senden ayırdığından tam bir yıl geçti, beni eve kapattı ve bir ay çıkmama izin vermedi. Ağlamadım, biliyorum ki tüm kilitleri ve hapisleri boşuna harcadı. Beni evlendirecekleri adamı sadece bir kez gördüm ve kendisi bana onu sevebilecek miyim diye sordu. Ben de kendisine 'Hayır, ben sadece aşkımı seviyorum' dedim. Ve artık kendisini görmüyorum. Babam beni hiçbir zaman affetmedi ve ben de kendimi affetmedim. O zamanlardaki gibi artık genç ve güzel değilim. Tüm ömür bir gün içerisinde.
Ebediyen seni seven ve seni bekleyen, senin Eleni Karinte...”
Mektup doğru mu bilinmez ama hüzünlü bir aşk hikayesi.
Elveda Rumeli'nin İzinde
Elveda Rumeli’nin çekildiği eski çarşıyı görmek üzere askeri okulun tam karşısındaki sokağa ilerliyoruz. Sokak trafiğe kapalı. Terzi Hasan'ın ve kasabın dükkanlarının olduğu çarşıyı gezdik. Gelmeden önce mutlaka Manastır'da kuru fasulye yememiz gerektiğini okuduğum için sokaklarda kuru fasulyeci arasam da bulamadım. Elveda Rumeli ekibinin kaldığı otelin (Epinal Bitola) karşısında güzel bir restorant olduğundan bahsetmişlerdi, orada güzel bir Pizza Margarita yedik.
Buradan sonraki rotamız yine Elveda Rumeli'nin çekildiği köy olan Pürsiçan, yani Makova köyü... Issız ve dağlık yollardan ilerleye ilerleye 30 kilometre sonra köye vardık. Rehberlerimiz de köyün girişinde rastladığımız iki köylü kız oldu. Bizi görünce Elveda Rumeli için geldiğimizi hemen anladılar ve "Sütçü Ramiiz" diye kıkırdadılar. Biz de evet deyince gönüllü rehberlerimizle gezimiz başlamış oldu. Sütçü Ramiz'in, Namık'ın, Terzi Hasan'ın, Baytar'ın yaşadıkları yerleri tek tek gösterdiler.
Diziden tanıyıp çok sevdiğimiz mekanları görünce, o kadar uzun yolu geldiğimize değdi diye düşündük. Artık Yunanistan'a geçeceğimiz için rehberlerimizin kahve teklifini geri çevirmek zorunda kaldık, sarılarak son bir kez fotoğraf çektirdik ve birbirimize el sallayarak vedalaştık.
Köy yolunda navigasyon sistemi yine çalışmadı. Özellikle sınıra yakın yerlerde Navigasyon Sinem'de bile kopmalar oldu.
Florina'ya Doğru
İstikamet, 1 gece konaklayacağımız Florina. Yaklaşık on üç gündür değişik yerlerinde gezdiğimiz Makedonya'dan ayrılıp Yunanistan sınırlarına girerken, Ohrid'den beri biriz takip eden kapalı hava nihayet boşaldı. Yağmuru görünce, bunun bizi gördüğüne mutlu olan Yunanistan'ın sevinç gözyaşları olduğunu düşündük.
Otele varışımız geç bir saate denk geldiği için gece turu yapmaktan vazgeçtik ve odada dinlenmeyi tercih ettik. Ailece o güne dek çektiğimiz videoları izlerken, "İyi ki günü gününe not almışım" diye düşündüm. Bazı gezdiğimiz yerleri unutmuşuz bile.
Sabah uyanınca otele kahvaltıya indiğimizde iki Yunan bayan görevli bize harika bir kahvaltı hazırlamıştı. Ortaya ev yapımı börek, kek koymuşlar. Az İngilizcelerine rağmen anlaşarak çay ve diğer kahvaltılık malzemelerimizi verdiler. Ve devamlı da memnun olup olmadığımızı sorunca kendilerini çok sevdim. Ben de jest olarak onlara tabaklarımızı kendimiz toplayarak yardım ettim.
Şöyle bir internetten araştırdığımda güzel bir bilgi ile karşılaştım bu şehir hakkında. Ödüllü filmimiz Susuz Yaz’ın yazarı Necati Cumalı’nın doğduğu yermiş. Yunan Nüfus Mübadelesi'yle birçok Türk ailesi gibi o da göç etmiş. "Susuz Yaz" filminden sonra da buraların hikayesini anlatan "Makedonya 1900" diye bir kitap yazmış.
İçinden Su Geçen Şehir
Tayfun ve Aytaç bir yazıda "Sular Şehri" diye bir yerin varlığını okuduklarında, mutlaka gezmemiz gerek dedik ve Edessa'ya geldik. Arabayı park ettikten sonra nehir kenarlarındaki kafelerin ve parkların olduğu yolu takip ettik. Karşımıza çıkan tabelada bir şelale olduğu yazılıydı.
Hemen tabelayı takip ettik, bir de ne görelim? Düden Şelalesi filan yanında hiç olan harika bir şelale. Ve şelale yakınlarına oluşturulmuş yürüme yollarıyla şelalede ıslanma turları. Şelalenin kolları şehre kadar uzandığı için, her yere yapay su yolları yapılmış ve gerçekten de "İçinden su geçen şehir" oluvermiş. Biz neden böyle bir manzarayı oluşturamıyoruz diye üzüldüm. Son Düden’e gittiğimde suyun çok az aktığını ve etrafının kuraklaşmaya yüz tuttuğunu görmüştüm. Halbuki bu suyu değişik yollardan şehrin içine vererek orayı da burası gibi bir hale getirebilirler.
Şelalenin akış yönünün altına girdiğimizde hepimiz acayip serinledik. Serinledik demek yanlış olur; iç çamaşırlarımıza kadar ıslandık. Edessa gerçekten bayağı güzelmiş. Selanik’e bizim gibi Makedonya’dan geçiş yaparak gidecekler, bu şelaleyi mutlaka görmeli ve bizim gibi ıslanmalısınız. Ve tabi meydandaki kafelerde bir şeyler de içmeli. Çınar ağacının altındaki masalarda otururken sempatik Yunan garsonumuz nereli olduğumuzu sordu. Türkler her gördüğüne ilk bu soruyu sorar derler ya, Yunan hemşerilerimiz de öyle. Ayrıca kahvaltılarıyla da aynı biz.
Kahvaltıdan sonra güzel izlenimlerle Edessa'dan ayrılıyoruz.