Makedonya gezisini 2 gece 3 gün şeklinde planladım, ancak gezerken en azından 1 gece daha kalınması gerektiğini fark ettim. Planladığım tüm gezi noktalarına gittim, ancak 1 gece daha kalarak daha rahat ve geniş gezmek gerektiğini düşüyorum.
31.05.2013-02.06.2013 tarihleri arasında gerçekleştirdiğim 2 gece 3 günlük Makedonya turumu paylaşarak Makedonya'ya gitmek isteyenlere Makedonyahakkında fikir vermek, kendi gezi programları için yol göstermek istiyorum.
Makedonya yaklaşık 2,1 milyon nüfusa sahip ve 542 yıl Osmanlı himayesinde kalan küçük bir ülke. Fakir bir Balkan ülkesi olan Makedonya'da hayat Türkiye'ye kıyasla oldukça ucuz. Uzun süre Osmanlı himayesinde kalmasının etkisini ülkenin her tarafında rahatlıkla görebiliyoruz. Birçok Osmanlı eseri bugün halen ayakta… Ayrıca Makedonya halkının hatırı sayılır bir kısmı Türkçe bilmektedir. Öyle ki restoranlarda, alışverişte, her nerede biriyle iletişime girmek gerektiyse, İngilizceden önce Türkçeyi bilip bilmediğini sorduk ve sıkılıkla bilen insanlarla karşılaştık. Yollarda Türk tırlarını, marketler Türk markalarının ürünlerini görebilirsiniz. Dükkânlarda Türkiye'den ithal tekstil ürünleriyle karşılaşabilirsiniz. Ülkenin en büyük havaalanı olan Üsküp'teki Büyük İskender Havaliman'ını da TAV yapmıştır.
1. Bölüm: Veles, Pirlepe, Bitola, Ohri
1. Gün
Sabah saat 10.25’te Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan Üsküp Büyük İskender Havalimanı'na uçtuk. Uçuş yaklaşık 1 saat sürdü, ancak Makedonya'da yerel saat Türkiye'ye göre 1 saat geride olduğu için yine 10.30 civarında Üsküp'e vardık. Daha önceden internetten kiraladığımız arabayı teslim aldık. İki gün sonra dönüş uçağımız saat 16.30’da idi. Bu nedenle arabayı iki gün sonra saat 15.00’te teslim edecektik. Normalde 3 günlük kira bedeli alınması gerekirken firma 3-4 saati tolere ederek 2 günlük kira bedeli aldı.
İlk gün hedefimiz; gece Ohri'de kalacak şekilde Üsküp-Ohri arasını gezerek günü geçirmekti.
Köprülü (Veles)
Havaalanından güneye doğru 38 km yol alarak Köprülü (Veles) kasabasına varıyoruz. Köprülü, Vardar Nehri üzerinde yer alan yaklaşık 55 bin nüfuslu küçük bir şehir. Şehirde saat kulesi ve eski Türk evleri dışında gezilmeye değer bir şey göremedik. Osmanlı İmparatorluğu'na bir dönem sadrazamlık etmiş olan Köprülü Ailesi'nin soyunun bu kasabaya dayandığı iddia edilmekle beraber kasabada Köprülü Ailesi'ne ait bir iz de bulamadık. Sakin bir Makedonya şehri ve Vardar Nehri'ni görmek için Köprülü'ye gidilebilir ama bence 1 saatten fazla zaman ayırmaya gerek yoktur.
Pirlepe
Köprülü'de kısa bir tur attıktan sonra Manastır istikametinde güneye doğru yol alırken ikinci gezi noktamız Pirlepe'ye uğruyoruz. Veles'den 62 km mesafedeki Pirlepe'de meydandaki saat kulesi ve Büyük İskender Heykeli ile merkezdeki Çarşı Camii gezilebilecek yerler. Şehir hakkında daha fazla bilgi almak için meydana yakın bir noktadaki turizm bürosuna gidilebilir ancak büroda bir görevlinin olduğu anı yakalamak gerek. Makedonya'da turizm bürolarının çok etkin kullanıldıkları söylenemez. Aslında Köprülü ve Pirlepe'yi günümüzde bizler için değerli kılan şey, yüzyıllar boyunca Türklerin yoğun olarak yaşadığı bu şehirlerde son yüzyıl içerisinde Türklerin göç etmeye mecbur bırakılmasına karşın halen Türk etkisinin yoğun bir şekilde hissedilmesidir.
Manastır
Pirlepe'yi dolaştıktan sonra sıra geliyor Manastır'a (Bitola). Pirlepe'den 40 km yol alarak ülkenin ikinci büyük şehrine varıyoruz. Yaklaşık 95 bin nüfuslu şehir bana ilk olarak Atatürk'ün de eğitim aldığı Manastır Askeri İdadisi'ni hatırlatıyor.
Manastır'da turumuza meydandan başlıyoruz. Meydanda yer alan Yeni Camii, İshakiye Camii, Saat Kulesi Bedesten ve St. Dimitrie Kilisesi'ni geziyoruz. Bedesten'de meydana ters istikamete doğru 1-2 dakika yürüyerek Haydar Kadı Camii'ni de görebilirsiniz.
Köprülü ve Pirlepe ile karşılaştırıldığında Manastır daha büyük ve güzel bir şehir. Meydandaki gezimizden sonra meydandan güneye doğru devam eden, araç trafiğine kapalı Şirok Sokağı'nda yürüyoruz. Türk Konsolosluğu'nun yer aldığı Şirok Sokak kafeleri ile canlı bir sokak. Sokaktaki eski evleri görülmeye değer. Sokakta bir kafede oturarak yemek molası veriyoruz. Eğer Köprülü ve Pirlepe'yi gezerken açlık bastırmadıysa, yemek için Manastır'a gelmeyi beklemenizi tavsiye ederim.
Yemekten sonra Şirok Sokağı'nın güneyine doğru devam ederek, yolun sonundaki bugün müze olarak kullanılan Manastır Askeri İdadisi'ne varıyoruz. Binanın müze kısmının dışında üst katta bir Atatürk odası da yer almaktadır. Odada Atatürk heykeli, Atatürk'ün özel eşyaları yer almakta, ayrıca ziyaretçiler için bir anı defteri bulunmaktadır.
Yemek molası da dâhil olmak üzere Manastır'ı gezmek yaklaşık 3 saatimizi alıyor. Tekrar arabaya dönerek batıya, Ohri istikametine yöneliyoruz.
Not: Üsküp dışındaki şehirlerin oldukça küçük olması nedeniyle şehir turlarımız çok uzun sürmemektedir.
Resne
Manastır-Ohri yolu üzerinde Resne'den geçiyoruz. Resne'ye uğrama nedenimiz; İttihat ve Terakki'nin önemli isimlerinden olan ve ölüm sebebi aydınlatılamadığı için "Ne şehittir ne de gazi, pisipisine gitti Niyazi" sözüne konu olan Resneli Niyazi Bey Sarayı'nı görmek.
Ohri
Resne'den sonra 36 km daha yol alarak Ohri Gölü kenarındaki Ohri kasabasına varıyoruz. Ohri'de konaklamak için iki alternatif bulunmaktadır. Bunlardan ilki eski şehrin içinde bir pansiyonda kalmaktır. Eski şehir daracık sokakları ve Safranbolu evlerini anımsatan yapıları ile konaklamak için bize daha cazip geldiğinden internetten daha önceden rezervasyonumuz yaptığımız eski şehrin içindeki bir pansiyonda kalıyoruz. Konaklama için diğer alternatif ise eski şehirden güneye doğru göle paralel olarak uzanan otellerdir.
Ohri'ye araba ile gidenler eski şehirde konaklamak isterlerse, eski şehrin girişinde, gölün kenarındaki meydana park etmeleri gerekecektir. Eski şehrin içine araba ile kısmen girmek mümkün olsa da gerek park etmek mümkün olmayacağından, gerekse eski şehir büyük ölçüde gelen turistler tarafından yayan olarak gezildiğinden araba ile hareket etmek zor olacaktır.
Kaldığımız pansiyonun adı "Via Sacra". Özellikle isim vermemin nedeni pansiyon personelinin olağanüstü hizmeti ve pansiyonun temizliğidir.
Pansiyona yerleştikten sonra artık hava kararmış ve akşam yemeği saati gelmişti. Gün içerisinde oldukça yorulduğumuz için pansiyonun altındaki aynı işletmeye ait İtalyan lokantasında yemeğimizi yiyoruz. Yemeklerin Makedonya genelinde ucuz olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Dileyenler yemeklerde Makedonya'nın Tikveş Bölgesi'nde üretilen şarapları tadabilirler. Bu şaraplar aynı zamanda hediye olarak Makedonya'dan alınabilecek en doğru hediyelerden birisidir. Yemekten sonra eski şehri yürüyerek biraz turladıktan sonra pansiyona dönerek istirahate çekiliyoruz.
2. Bölüm: Ohri, Struga, Kalkandelen, Üsküp
İkinci gün sabah kahvaltısından sonra Ohri'nin eski şehrini gezmeye başlıyoruz. İlk olarak kaldığımız pansiyonun tam karşısındaki Aya Sofya'yı gezdik. Ardından St. John Kaneo Kilisesi'ni, Aziz Panteleymon Kilisesi'ni, antik tiyatroyu ve son olarak da şehre tepeden bakan kaleyi gezdik. Ohri gerçekten güzel bir şehir…
Merak edenler için Ohri meydanından Aya Sofya'ya giden Çar Samoil Sokağı üzerinde el yapımı kâğıt yapılan bir dükkân bulunmaktadır. Dileyen bu dükkâna giderek el yapımı kâğıdın nasıl yapıldığını öğrenebilir.
Şehirde göle karşı bir kafede oturmak isteyenlere Aya Sofya Kilisesi'nin önünde göl kenarına doğru yürümelerini tavsiye ederim. Göl kenarına vardıklarında gölün üstünde, göle paralel olarak uzanan tahta iskelelerden bir yol göreceksiniz. Yolu takip ettiğinizde gölün kenarındaki kayalıklarında arasında kurulmuş güzel bir kafeye ulaşacaksınız. Özellikle kaleye çıkarken kaybettiğiniz enerjiyi burada geri depolayabilirsiniz. Sabah erken başladığımız Ohri eski şehir turumuzu saat 11.00 gibi tamamlayarak arabaya biniyoruz. Eski şehir dışındaki Ohri'yi arabayla geziyoruz. Sakin sokaklarda turladıktan sonra Ohri Gölü kıyısındaki bir başka kasaba Struga'ya gidiyoruz.
Struga
Ohri'den 16 km batıya doğru yol alarak Struga'ya varıyoruz. Yol üzerinde Yahya Kemal Koleji'ni görüyoruz. Adını Üsküp doğumlu Türk yazar ve şair Yahya Kemal Beyatlı'dan alan okulun internette yaptığım araştırmaya göre Makedonya genelinde 5 ayrı şehirde okulları olduğunu öğreniyorum.
Not: Vakti olanlar veya dileyenler Ohri'den 30 km güneye doğru giderek Ohri Gölü kenarındaki St. Naum Manastırı'nı ve Sarı Saltuk Türbesi'ni gezebilirler.
Struga, Makedonya'nın güneybatısında turistik bir şehir. Şehir Arnavutluk sınırına çok yakın bir konumda. Şehirde nüfusun çoğunluğu Arnavut. Şehrin merkezinde Ohri Gölü'nden doğan Kara Drim Nehri, şehri ikiye bölerek kuzeye doğru akmaktadır. Nehir ile gölün kesiştiği noktada güzel fotoğraf kareleri yakalıyoruz.
Nehrin her iki yakasında kafe ve restoranlar var. Nehir boyunca yukarı doğru yaklaşık 400 metre boyunca bu kafelerin arasından yürüyerek çarşının olduğu, araç trafiğine kapalı caddeye varıyoruz. Burası oldukça canlı… Öğle yemeğini çarşıdaki bir restoranda yiyoruz.
Gostivar
Struga'dan sonra kuzeye doğru 110 km yol alarak Gostivar'a varıyoruz. Gostivar'a gidiş nedenimiz Üsküp'ten sonra en fazla Türk nüfusunun yaşadığı şehir olmasıdır. Gerçekten de Gostivar sokaklarında dolaşırken birçok mağazanın vitrininde Türkçe yazılar ile karşılaşıyoruz. Türk otobüs firmalarının acentelerini şehirde görmek mümkün…
Şehir merkezindeki en gösterişli yapılardan biri olan Ortodoks Kilisesi'ni gezdikten sonra meydandaki parkın arkasındaki bir dondurmacıya gittik. Birçok Makedonyalı ile olduğu gibi bu dondurmacıdaki personelle de Türkçe konuşarak dondurma siparişimiz verdik.
Kalkandelen
Gostivar'da yaklaşık 1 saat vakit geçirdikten sonra 23 km daha kuzeye devam ederek Kalkandelen'e (Tetova) vardık. Ülkenin üçüncü büyük şehri olan Kalkandelen'in Üsküp'e olan uzaklığı yaklaşık 45 km. Kalkandelen'in merkezinde Alaca Camii, tarihi taş köprü, günümüzde sanat galerisi olarak kullanılan Türk hamamını gezdik.
Bunlar birbirine çok yakın mesafede yer alan eseler olup, yayan olarak 45 dakika-1 saat arası bir sürede gezmek mümkün. Daha sonra araba ile yaklaşık 1,5 km uzaklıktaki Harabati Baba Tekkesi'ne gittik. Tarihi 500 sene öncesine dayanan tekke, yemyeşil bir bahçenin içerisinde kurulmuş.
Ohri, Struga, Gostivar ve Kalkandelen derken artık hava kararmaya başlamıştı. Geceyi geçirmek üzere yarım saatlik bir yolculuk sonrası Üsküp'e varıyoruz.
Üsküp
Üsküp'e vardığımızda ilk iş internetten kiraladığımız evi teslim alarak eşyalarımızı bırakmak oldu. Şehri en önemli meydanı olan Makedonya Meydanı'na 10 dakikalık yürüme mesafesindeki eve yerleşir yerleşmez Vardar Nehri kenarındaki meydana yürüyoruz.
Vardar Nehri kıyısında sağ tarafa dönüldüğünde nehir boyunca uzana restoran ve kafelerden birinde akşam yemeğimizi yedik. Yemekten sonra tekrar eve dönerken meydan ve meydana inen araç trafiğine kapalı sokaklarda dolaştık. Meydana 5 dakika yürüme mesafesinde, bir Migros iştiraki olan Ramstore alışveriş merkezi yer almaktadır. AVM'de birçok Türk mağazası bulmak mümkün.
3. Gün
Makedonya gezimizin son gününü Üsküp'ü gezerek geçirecektik. Ancak zamanımız kısıtlı olduğu için yine güne erken başlıyoruz.
Önce meydana inen araç trafiğine kapalı caddelerden birindeki bir kafede kahvaltımızı yapıyoruz. Yurtdışında damak zevkimize uygun güzel bir kahvaltı bulmak her zaman mümkün olmuyor. Ancak Makedonya'da bu konuda zorluk yaşamıyoruz.
Aynı cadde üzerindeki Rahibe Teresa evi ve müzesini gezerek gezi programımız başlamış oluyor.
Rahibe Teresa evinden sonra meydana devam ederek gündüz gözüyle meydandaki Büyük İskender Heykeli’ni ve Makedonya doğumlu Bulgar Kralı Çar Samuel Heykeli’ni fotoğraflıyoruz.
Ardından meydana bakan caddelerden birindeki Zafer Kapısı’nı görmek için o istikamete yürüyoruz. Meydan ve çevresini gezdikten sonra meydan ile Vardar Nehri'nin kuzey tarafını birleştiren tarihi Taşköprü'nün üzerinden geçerek Türk Çarşısı'na doğru ilerliyoruz. Taşköprü 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Köprüyü geçince hemen sağ tarafımızda Arkeoloji Müzesi binasının inşaatını görüyoruz. Gezi tarihimizin 02.06.2013 olduğunu düşünürsek günümüzde müzenin hizmete açılmış olduğunu düşünüyorum.
Taşköprü'yü geçince vardığınız meydanda Aziz Kiril ile Metodius'un heykelleri ve Makedon Kralı II. Philip'in heykelini görüyoruz.
Kuzeye, çarşının içine doğru yürürken sağda Davut Paşa Hamamı yer almakta. Hamam'dan kuzeye doğru yürümeye devam ediyoruz ve çarşının içine girmiş oluyoruz. Çarşıda yoğun olarak Türkçe konuşulmakta. Hediyelik eşya almak için çarşı, en uygun yer.
Bir yandan çarşıyı gezip, bir yandan kuzeye doğru devam ederken St. Spas Kilisesi'ne geliyoruz. Kiliseden sonra Balkan Üniversitesi'ne varıldığında sol tarafımızda Üsküp Kalesi, üniversitenin arka tarafında ise Mustafa Paşa Camii yer almakta. Buraları da gezdikten sonra kuzeye doğru ilerleyişimiz sona eriyor ve doğu istikametinde ilerlemeye başlıyoruz.
Adını sonradan öğrendiğim Krste Petkov Misirkov Caddesi'nden karşıya geçerek; bu bölgedeki İsa Bey Camii, Sultan Murat Camii ve Saat Kulesi'ni gezdik.
Tekrar Krste Petkov Misirkov Caddesi'nin çarşı tarafına geri döndük. İstikametimiz güneye doğru ilerleyerek meydana geri dönmek. Çarşıdaki yürüyüş sırasında Çifte Hamam (sanat galerisine dönüştürülmüş) ve Kapan Han'ı gezmek mümkün. Böylelikle Üsküp'ün eski şehir turu tamamlanmış oldu.
Bu sıkı yürüyüşten sonra Üsküp köftesi yemek için en ideal yer; Çifte Hamam'dan kuzeye doğru yürürken sağ tarafımızda kalan "Destan".
Yemekten sonra arabaya binerek şehre güneyden bakan Vodno Dağı'na doğru gidiyoruz. Araba ile 15 dakika yol aldıktan sonra dağa tırmanan teleferiklerin kalktığı bir parka geliyoruz. Teleferik ile dağa tırmandık.
Vodno Dağı'nın tepesinde 66 metre yüksekliği ile dünyanın en büyük haç anıtı yer almaktadır.
Milenyum Haçı adı verilen anıtın altında bir kafe yer almakta ve buradan tüm Üsküp'ü görmek mümkündür. Güzel bir manzaraya sahip olan Vodno Dağı'na çıkılmasını tavsiye ediyorum. Artık uçuş saatimiz yaklaştığı için Makedonya turumuzu sonlandırmak üzere havaalanına doğru yol alıyoruz.
Not: Vaktimiz olmadığı için gidemediğimiz ancak internette hakkında övgü dolu yazılarla karşılaştığım Matka Kanyonu'na da gidilebilir. Kanyon şehre yaklaşık 20 km mesafede.
Daha önce de belirttiğim gibi, Makedonya gezisi için en az 3 gece Makedonya'da kalmak gerekiyor.
2. Bölüm: Bled, Radovljıca, Piran, Idrija
Bled Gölü, Ljubljana'ya 54 km mesafede ve dağların arasında yer alan çok güzel bir göldür. Slovenya'ya gidenlerin öncelikle görmeleri gereken bir yerdir.
Bled Gölü’ne vardığımızda önce araba ile gölün çevresinde bir tur atarak gölün etrafını gezdik. Daha sonra gölün kenarında, ancak oldukça yüksek bir tepede bulunan kaleye giderek hem kaleyi gezdik hem de Bled Gölü'nün güzel manzarasını seyrettik.
Kaleden sonra göl kenarına indik. Gölün çeşitli yerlerinde pletna adı verilen kürekli 12-15 kişilik tekneler ile gölün ortasındaki adaya gidilmektedir. Biz de bir pletnaya binip adaya gittik. Pletna ile adaya ulaşmak 20-25 dakika sürmektedir. Adada 30 dakika zaman geçirdikten sonra aynı pletna ile göl kenarına geri dönülüyor. Pletna ile adaya gidip geri gelmek için adam başı 12 Euro ödeniyor. Adaya gitmek veya gölde gezmek için kendiniz bir kayık kiralayabilirsiniz. Yazın gölde yüzülebilir.
Adada bir kilise bulunmaktadır. Kilisenin çanı sürekli çalmaktadır. Bunun nedeni dilek tutarak kilisenin çanını çalanların dileklerinin gerçekleştiğine dair anlatılan hikâyedir.
Kale, gölde gezinti ve adayı gezdikten sonra Bled Gölü’nün kenarındaki restoranlardan birinde yemek yiyebilirsiniz. Burada esas söylemek istediğim bölgede meşhur olan kremşnita adı verilen tatlının denenebilecek olmasıdır.
Bled Gölü'nden ayrılmadan önce dileyenlerin yapabilecekleri son bir aktivite daha bulunmaktadır. Göl kenarındaki bir yamaca kurulan yaz kızağı (veya hava kayağı) çok eğlenceli bir aktivite. Yamaca telesiyej ile tırmanılmaktadır. Yamaçtan aşağı kıvrılarak inen metal bir ray üzerinde kayan kızağa binmek çok keyifli. Bir kere deneyince birkaç kez daha binmek isteyeceksiniz.
Böylelikle Bled Gölü gezimizi tamamlayarak, akşam yemeği ve geceyi geçirmek üzere Ljubljana'ya geri dönüş yoluna koyulduk. Saat 19.00 olmasına karşın yaz mevsimi nedeniyle henüz hava aydınlık olduğundan Bled'e sadece 6 km uzaklıktaki ve Ljubljana yolu üzerindeki Radovljica kasabasına uğradık.
Bled Gölü dışında bölgede Bohinj Gölü bulunmaktadır. Bled Gölü’nden 29 km daha ötede olan Bohinj Gölü, Bled Gölü turistler nedeniyle daha kalabalık olduğundan Slovenler tarafından daha çok tercih ediliyormuş.
Radovljica
Radovljica küçük ama temiz ve sevimli bir kasaba. Aslında bu durum Slovenya genelinde geçerlidir. Gezimiz boyunca hangi köy veya kasabadan geçtiysek, turistik olsun veya olmasın tüm yerleşim yerlerinin son derece temiz, bakımlı ve güzel olduğunu gördük. Radovljica'da bunlardan bir tanesi… Eski şehir araç trafiğine kapalı. Aracınızı eski şehrin hemen bitişiğindeki park alanına bırakabiliyorsunuz. Park alanında bulunan seyir terasından yemyeşil bir vadiyi seyredebiliyorsunuz.
Eski şehrin girişindeki turizm bürosundan aldığımız harita bize eski şehrin sadece 200-250 metre uzunluğundaki avlu benzeri bir sokaktan oluştuğunu gösterdi. Sokak üzerinde sağlı sollu binalardan en önemlileri müze binası, kilise ve zencefilli çörek yapılan Lectar Evi'dir. Lectar Evi’nde zencefilli çörek yapımını gösteren workshop'a katılabilirsiniz.
Radovljica'ya sadece 1 saat ayırmak yeterlidir. Vakti olmayanlar Bled Gölü'nden sonra doğrudan Ljubljana'ya geçebilirler.
Ljubljana'da hem akşam yemeğini yemek hem de biraz dolaşmak için şehri dışındaki BTC City'e gittik. Burası mağazaların, marketlerin, restoranların, sinemaların, spor merkezlerinin ve kumarhanenin bulunduğu açık alana yayılmış geniş bir alışveriş merkezi. Merkezde bir de Atlantis adında su parkı var. Ljubljana'da fazladan bir gün geçirecekler günlerini bu su parkında değerlendirebilir. Açıkçası su parkı dışında başka bir cazip özelliği bulunmayan BTC City'de akşam yemeğimizi yedikten sonra eve giderek istirahate çekildik.
İki gece Ljubljana'da kaldıktan sonra 4.gün sabahı bavullarımızı toplayarak evden ayrıldık. Kanal kenarında kahvaltımızı yaptıktan sonra rotamızı ülkenin batı tarafına çevirdik. İlk hedefimiz Ljubljana'ya 64 km mesafedeki Predjama Kalesi ve mağarasına gitmek.
Predjama ve Postojna
Not: Predjama ve arkasından gittiğimiz Postojna'ya gidecekler mutlaka sıkı giyinmeliler. Girdiğimiz mağaralarda yıl boyunca sıcaklık 7-9 derece.
Predjama Kalesi ve Mağarası ile Postojna Mağarası ve Müzesi (müze dediğim mağarada yaşayan tuhaf küçük canlıların sergilendiği bir yer) bir bütün olarak düşünülmekte ve birlikte pazarlanmaktadır. Predjama ve Postojna arası 12 km olup, biz gezimize öncelikle ana yola daha uzak olan Predjama'dan başlamayı tercih ettik. Predjama'da Predjama Kalesi ve Mağarası ile Postojna Mağarası ve Müzesi’ni, yani 4 ayrı gezi noktasını paket olarak satın alabileceğimiz alternatifler sunulmaktadır. Biz gezmeye geldiğimiz için dördünü de satın aldık. Ancak Predjama Kalesi ve Mağarası ile Postojna Mağarası'nın mutlaka gezilmesi gerektiğini düşünmekle beraber, Postojna Müzesi için çekimser oy kullanıyorum.
Predjama Kalesi ilk bakışta Sümela Manastırı’nı anımsatmaktadır. Kale dik bir yamacın üstüne, daha doğrusu içine yapılmıştır. Kaleyi kiralayabileceğiniz elektronik rehber ile gezmeniz mümkün.
Kalenin altından başlayıp kalenin arka taraflarından yukarıya doğru tırmanılarak kale seviyesinden daha yüksek bir noktada çıkış yapılan Predjama Mağarası'nı gezmek için ise rehberli tur saatlerini beklemek gerekiyor. Mağaraya girmeden önce herkese dağıtılan fenerli baretler ile gezi yapılmaktadır. İçeride herhangi bir aydınlatma sistemi olmayan mağara ancak bu fenerler ile gezilebilmektedir. Mağara içerisinde yer yer çok dik merdivenler bulunmaktadır ve mağarada bol miktarda yarasa yaşamaktadır.
Predjama Kalesi ve Mağarası’nı gezdikten sonra araba ile Postojna'ya gittik. Postojna'da da mağara ancak rehber eşliğinde yapılan turlara katılarak gezilebilmektedir. Postojna Mağarası oldukça büyük ve geniş bir mağara. Mağara girişinde binilen elektrikli tren ile mağaranın 1-2 km içine kadar girdikten sonra rehber eşliğinde yürüyerek mağara gezilmekte ve tur sonunda tekrar tren ile mağaradan çıkış yapılmaktadır.
Postojna Müzesi ise yukarıda da belirttiğim gibi mağarada yaşayan canlıların sergilendiği bir alan. Sadece bu mağarada yaşayan 20-25 cm uzunluğundaki bir canlının da sergilendiği bu alanı tavsiye etme konusunda kararsızım. Oraya kadar gittikten sonra bunu da görmeden olmaz mantığı ile gezdim, ancak içeride tatmin edici bir şey ile karşılaşmadım.
Predjama ve Postojna'da rehberli tur saatlerini de beklemek dâhil olmak üzere yaklaşık 5 saat zaman geçirdikten sonra son gecemizde kalacağımız, Adriyatik kıyısındaki Piran şehrine hareket ettik.
Piran
Kısa bir sahil şeridi olan ve Slovenya'da Orta Çağ mimarisini koruyan tarihi ve turistik değerleri olan Piran'a gitmek üzere Postojna'dan 75 km batıya yol kat ediyoruz. Piran bir yarımada üzerine kurulmuş küçük bir şehir. Daracık sokakları nedeniyle şehre turistlerin araba ile girmesi yasak. Arabayı şehrin girişindeki otoparka bırakarak şehre yayan olarak giriyoruz. Bu durum büyük bavulları olan turistler için sıkıntılı anlar yaşanması anlamına gelmektedir. Arabanın park edildiği otopark şehre doğru inen bir yokuş üzerinde olup, şehirden otoparka gidiş bavullarla birlikte eziyete dönmektedir.
Gezimize dönecek olursak öncelikle şehrin merkezi konumundaki Tartini Meydanı'na gidiyoruz. Meydandaki turizm bürosundan harita ve gerekli bilgileri aldıktan sonra eski şehirde Tartini Meydanı'nı, St. George Kilisesi'ni, Venedik evini, şehir surlarını, deniz fenerini ve marinayı gezdik. Eski şehri gezmek yaklaşık 1,5 saat sürdü. Şehir güzel kafe ve restoranlara sahip. Akşam yemeğini Tartini Meydanı'nda yedikten sonra yarımadanın etrafında yürüyüş yaparak günü tamamladık. Kiraladığımız ev deniz kenarında olup, muhteşem bir manzaraya sahip terası bulunduğundan gece terasın keyfini çıkardık.
Gezimizin son gününde Piran'da daha fazla vakit geçirmek yerine Slovenya'nın keşfedilmeyi bekleyen bir başka yerine gitmeye karar verdik. Piran mimarisiyle ve manzarasıyla çok etkileyici bir şehir. Ancak deniz kenarı olmasına rağmen neredeyse hiç plajı bulunmamaktadır. Sadece 50-100 metre genişliğinde taşlık bir plajda insanlar denize girebilmektedir.
Araba ile önce 3 km ötedeki Portoroz'a gittik. Portoroz, oteller ve kumarhane bölgesi. Deniz turizmi için Slovenya'ya gidenler Portoroz'u tercih etmelidirler. Ancak Türkiye'deki sahiller dururken Portoroz'a gitmeyi gereksiz buluyorum. Portoroz'da araba ile bir tur attıktan sonra Idrija'ya doğru yola çıktık.
Idrija
Piran'dan 122 km uzaklıkta olan Idrija kasabası Ljubljana'ya 57 km mesafededir. Otoyola yaklaşık 30 km mesafedeki Idrija'ya ulaşmak için otoyoldan çıktıktan sonra kullanılan yolun son 15 km'si oldukça virajlıdır.
Idrija'da görülmeye değer iki yer bulunmaktadır. Bunlardan ilki Idrija Kalesi, diğeri ise cıva madenidir. Cıva madeni için rehberli turlara katılmak gerekmektedir ve rehberli turlar her gün saat 10.00 ve 15.00'te, ayrıca Cumartesi ve Pazar günleri saat 16.00'da yapılmaktadır. Bu nedenle Idrija'ya gidişinizi bu saatlere göre ayarlamanız gerekmektedir. Maden turu yaklaşık 1,5 saat sürmektedir.
Maden turu için zamanımız olduğundan öncelikle kaleyi gezdik. Kalede çeşitli kayalar, fosiller, Idrijalı ünlüler, madencilik ve ormancılık ile ilgili ekipmanlar, Idrija'da yaşam gibi farklı içerikte bölümlerin olduğu bir müze bulunmaktadır.
Cıva madeni dünyada halen ayakta olan 2. en eski maden. 500 yıl faaliyette olan madende, düşen cıva fiyatları nedeniyle birkaç yıl önce üretim durdurulmuştur. Madeni gezisi öncesinde 15 dakikalık bir tanıtım filmi izletilmektedir. Daha sonra herkese birer mont ve baret dağıtılarak maden gezilmektedir. Rehberin detaylı anlatımı ile maden ilgi çekici ve mutlaka gezilmesi gereken yerlerden biri. Anlatım dilinin İngilizce, Almanya ve Fransızca olduğunu hatırlatmak isterim.
Not: Mağara gezileri için geçerli olan kalın giyinme gereksinimi Idrija Madeni için de geçerlidir.
Bizim zamanımız dolduğu için akşam yemeğini yemek ve havaalanına gitmek için Idrija'dan ayrılarak Ljubljana'ya gittik. Vakti olanlar için Idrija'ya 57 km mesafedeki Kobarid'e gitmelerini tavsiye edebilirim. Bölgede güzel bir doğa yürüyüşü ile Kozjak Şelalesi'ni görmek mümkün.