Bosna Hersek Hava yolları ile bir saat otuz dakika süren bir uçuş sonrası Saraybosna’dayız.Saraybosna havaalanı oldukça küçük ama şirin bir hava alanı. Savaş döneminden kaldığı için yerleşim yerlerinin içinde yer alıyor.
İndiğiniz andan itibaren savaşın izleri bir tokat gibi yüzünüze yiyorsunuz. O kasveti, daha kurşun izleri ile kaplı duvarları ve yeni düzenlenmiş mezarlıkları görmeden, insanların yüzünde görebiliyorsunuz. Havaalanı çıkışında bayram olması ve saatin çok erken olması nedeni ile hiç taksi görünmüyor. Oradaki bir polisin de yardımı ile bir taksi buluyoruz. Bizi önce yer altı savaş tüneline, oradan da şehir merkezindeki eski çarşıya götürmesi konusunda anlaşıyoruz.
“Nereden geldiniz?” sorusunu, “Türkiye’den” diye cevaplayınca, “Muslim?” diye ikinci bir soru yöneltiyor. “Yes, Muslim” deyince “Dobra, dobra” diyor. Önceleri anlam veremediğimiz bu sözcüklerin ilerleyen zamanda ne mühim bir kelime olduğunu anlıyoruz. Dobra’yı beğendikleri her şey için kullanıyorlar. “Yemek nasıl? – Dobra, “Hava yarın nasıl olacak? Dobra”… Siz de bu kelimeyi sıkça kullanın seyahatinizde, karşınızdaki Bosnalılar bunu duymaktan keyif alacaklardır.
Şoförümüz bizi ilk olarak, savaş döneminde hava alanından gelen yardımları güvenli bölgeyle nakil etmek için tasarlanan savaş tünellerine götürüyor. O dönemde Sırp birliklerinin ve keskin nişancılarının ablukası altında, yardımların alınabilmesi için kazılmış bu tüneller. Dışarıdan bakıldığında basit bir köy evi gibi gözüken, delik deşik olmuş yapının önünde zile basıyoruz. Burayı ev sahipleri bir çeşit müze haline getirmişler.
Giriş ücreti olarak kişi başı 5 Euro ödeyip içeriye geçiyoruz. Önce bizi bir odaya alıyorlar ve savaş zamanı, tünelin yapımı ve nasıl kullanıldığı ile ilgili bir video izletiyorlar. İlk 20 metresini gezebildiğimiz tünel in içinde olmak bile insanın tüylerini ürpertmeye yetiyor.
Tünel turumuzu tamamladıktan sonra şoförümüzden bizi şehir merkezine götürmesini rica ediyoruz.
Yolda, kısa zamanda alıştığımız apartman ve evlerin duvarlarındaki kurşun delikleri eşliğinde şehir merkezine doğru yola koyuluyoruz. Yugoslavya döneminden kalma düzenli binalar, geniş caddeler dikkat çekici. İnsan tereddütte kalıyor ve düşünüyor, savaşa rağmen hala nasıl bu kadar düzenli her yer diye.
Şehir merkezine giderken her yerde, siyasetçilerin “adayınız benim” sloganlı reklamlarını görüyoruz. Trafik çok düzenli ve caddeler geniş.
Eski binaların bir çoğundaki kurşun izleri kapatılmamış. Yolda ilerlerken videodaki görüntüler ile eşleştiriyor ve sanki tarihe geri dönüyorsunuz. “Az önce geçtiğimiz bina bombalanıyordu, 10 dakika önce izlediğimiz videoda” diye düşünüp, Savaşa lanet ediyorsunuz. Ne acı ki, burnumuzun dibinde, Avrupa’nın göbeğinde yaşanan bu savaşta binlerce insan şehit olduktan sonra müdahale edildi.
Burada yaşanan tam bir soykırım. Ama kime karşı ve nedenini anlayamadığım bir soykırım. Camiler, Kiliseler, Sinagoglar hepsi yerle bir edilmiş ve delik deşik, tekrardan onarılıyor.
Bosna nehri üzerindeki Latin köprüsü bir Sırp öğrencinin Avusturya veliaht prensini bıçakladığı ve I. Dünya Harbinin çıkmasına sebep olan yer olarak geçiyor.
Büyük çarşının önüne geldiğimizde şoförümüz bize çantamıza dikkat etmemiz gerektiğini hatırlatıyor.Eski bir Osmanlı çarşısı burası. Tam ortasında girişte çeşme bulunuyor. Hemen bitişiğinde ise Gazi Hüsrev Begoviç camisi var. Kafelerin, restoranların ve çeşitli dükkanların olduğu, dar sokaklı parke taşlı büyük bir tarihi çarşı burası. Sırtımızda çantalarımız, elimizde fotoğraf makinaları büyük meydandan dar sokaklara yöneliyoruz.
Bosna-Hersek, Osmanlı’nın uzun süre elinde tuttuğu en batıdaki ülke. 1463 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından alınan Bosna’yı, Kanuni Sultan Süleyman tamamıyla Osmanlı topraklarına katmış. 1585- 1878 arasında Bosna Osmanlı’nın bir eyaleti gibi yönetilmiş. 1878’deki Berlin antlaşması ile Bosna Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’na bırakılmış. 415 sene Türk hakimiyetinde kalan Bosna, 2. Dünya savaşı sonrası Yugoslavya’nın 6 federe devletinden biri oluyor ancak Yugoslavya dağılınca 1992’de bağımsızlığını ilan ediyor. 1992’de ise savaş başlıyor ve 1995’e kadar yaklaşık 300.000 Bosnalı bu savaşta hayatını kaybediyor. 1995 senesinde yapılan Dayton anlaşması ile savaşın sona erdiği Bosna halen yaralarını sarmaya çalışıyor.
Sağlı sollu dükkanların olduğu ara sokaklarda gezerken bir Boşnak börekçisinin önünde durup oturmaya karar veriyoruz. Siparişimiz almaya gelen kız İngilizce bilmediği için zorlanıyoruz. Tam o sırada arka masamızdan gelen ses “isterseniz ben yardımcı olabilirim” diyor. 60 yaşlarındaki beyefendi burada tekstil işi yapan bir Türk.
Gelen Boşnak böreği müthiş. Size tavsiyem mutlaka yoğurt ile tatmanız. Etrafımızda insanlar ayran içiyorlar diye düşünerek, ben de aynısından istiyorum Ama koyu ayran kıvamında olan içeceğe onlar yoğurt diyorlar. Muhteşem ziyafetten sonra Mostar’a gitmek üzere otogara doğru yola çıkıyoruz. Otogar merkez çarşıya yaklaşık 10 Km uzaklıkta.
Ancak otobüsleri görünce 2 saatlik yolun 5-6 saat sürebileceğini anlıyor ve 60 Euro karşılığında bir taksi ile anlaşarak Mostar’a gitmek üzere yola çıkıyoruz. Muhteşem doğa, küçük köyler, göller, kaymak gibi bir asfalt eşliğinde Boşnakça bize etrafı anlatan şirin şoförümüzle keyifli ama bir o kadar da hüzünlü bir yolculuğa başlıyoruz.
Şoförümüz bize yol kenarındaki yıkılmış, yanmış evleri gösteriyor. “Bom bom” diyerek yaşanan acıyı anlatmaya çalışıyor. İnsanlar burada çok acı çekmişler, tarifi zor bir acı hem de.