THY’nin 1,5 saat süren uçuşundan sonra başkent Podgorica (Podgoritsa - c harfi ts okunuyor)’dayız. Havaalanına indiğimiz anda bir alev topunun içinde buluyoruz kendimizi. Kendisi gibi havaalanı da küçük olduğundan pasaport kontrolleri ve bavul alımı işlemleri oldukça hızlı. Kiralık araba için işlemlerimizi tamamlıyor ve arabamıza biner binmez klimayı çalıştırıp ferahlamaya çalışıyoruz, tam öğlen vakti ve araba 42,5 derece gösteriyor. Bayram tatilini değerlendirelim diye birkaç gün için kaçtık ama demek ki bu mevsim burası da çok sıcak. Bugünkü planımız yarım gün şehrin tarihi yerlerini gezip yarın sabah kahvaltıdan sonra Budva, ülkenin Bodrum'una gitmek.
Podgorica hakkında biraz bilgi... Eski Yugoslavya döneminde ismi "Titograd" olan Podgorica ülkenin başkenti ve en büyük şehri. 2. Dünya Savaşı sırasında defalarca bombalanmış ancak her defasında ayağa kalkmayı başarmış olan şehir 7. yüzyılda Roma halkı tarafından Ribnica ve Moraça nehirlerinin birleştiği yere kurulmuş. Podgorica’nın eski isimlerinden biri de zaten Ribnica. Bu nehrin iki yakasını beş köprü birleştiriyor, bunlardan Ribnica Irmağı üzerindeki Millenium Köprüsü modern bir mimari ile inşa edilmiş ve tarihi bir şehir olsa da şehre ayrı bir güzellik katmış.
Nefes almakta bizi zorlayan çok sıcak bu yaz gününde, biraz da hafta sonu nedeniyle, neredeyse bomboş sokaklar karşıladı bizi. Gerçi biz kalabalık şehirlere alışık olduğumuz için şehir nüfusunun 170,000 olduğunu unutuyoruz. Şehirdeki boş sokaklar, çok sayıda hatta neredeyse tüm yapıların eski, bakımsız, biraz komünist dönemin tipik aynı tip binalar gözüme çarpıyor. Geniş meydanlardaki resmi binalar ise oldukça modern.
Otelimiz Millenium Köprüsü'nü geçtikten hemen sonra, şehir o kadar küçük ki (hele İstanbul'dan gelenler için) kolayca buluyoruz otelimizi. Hotel Hemera - duvara sıralanmış yarım heykeller ile ilginç bir giriş koridorunun sonunda, resepsiyon denebilecek bankonun gerisindeki kadının ismimle hitap ederek sıcacık hoşgeldiniz demesi içimi ısıtıyor, anlaşılan küçük bir otel, geliş saatimi de biliyorlar ama yine de hoş.
Dört katlı, her katında 5-6 oda olan bir küçük bir otel. Ancak oda, daha önce kaldığım 5 yıldızlı otellere fark atacak bir büyüklük ve aklımda yer edecek bir güzellikte, tavanın yüksek ve ayna kaplı olması odayı daha da büyütmüş. Sabah ise beni hoş sohbet ve güler yüzle uğurlayan, kendimi çok özel hissettiren müdürün sohbetinden sonra bu otel benim favorilerim arasında yer aldı. Eminim tüm konuklarına aynı ilgiyi gösteren bu oteli kesinlikle tavsiye ederim. (Arkadaşlarım Ziya Otel’de kaldılar, benim otelime yakın, hoş butik bir otel ama oda ve lokasyon olarak kesinlikle Hemera derim)
Havanın biraz serinlemesi için odalarımızda biraz dinlendikten sonra akşamüzeri şehri gezmeye başlıyoruz, ancak hava hala çok sıcak. Şehir merkezinde boş sayılabilecek caddelerdeki dükkânların çoğu kapalı, hafta sonu olması, biraz da sıcağın etkisi ile olsa gerek. Bu arada yemyeşil güzel parklardan bahsetmeden geçmeyeyim, sürekli okurlarım bilirler, gittiğim ülkelerdeki güzel, yemyeşil ve büyük ve çok sayıda parkları olan şehirleri hep kıskanırım ve hayran olurum ve “benim ülkemde, benim şehrimde, neden??” diye hüzünlenirim.
Şehir merkezinden (Nova Varos), Osmanlılardan kalma birkaç parça eseri görmek için eski şehre (Stara Varos) doğru yürümeye başlıyoruz. Kent, Roma, Kelt ve Slav kültürlerinin etkisi altında kalmış, ama Osmanlı’nın izleri de hemen fark ediliyor. Osmanlılar, stratejik bir yere sahip olan Podgorica kalesini yeniden inşa ederek daha güçlü hale getirmiş ve kale yanında, kalenin içinde de birçok bina inşa etmişler ve batıya karşı seferlerini Karadağ toprakları üzerinden de yapmışlar. 2. Dünya Savaşı sırasındaki yoğun bombalardan ancak birkaç eser ayakta kalmayı başarmış. Osmanlı mahallesinin hemen girişinde karşımıza çıkan ilk eser, bu semte adını veren, Hacı Paşa Osmanagiç tarafından inşa ettirilen "Sahatkula" saat kulesi.
Osmanlı mahallesinin olduğu kısma doğru, eski, dar ve tarihi sokakları olan Eski Şehre doğru gidiyor ve yürümeye başlıyoruz. Osmanlı döneminde camiler, hanlar, hamamlar, köprüler ve daha birçok eser yapılmış, ancak defalarca bombalanan şehirde ayakta kalmayı başarmış iki cami sessizce ziyaretçilerini beklemekte. Sokaklardaki evler de oldukça eski, kimisi harap ama hepsi çiçekler içinde, güney bölgemizin sembolü olan begonvilleri burada da bolca görebilirsiniz. Tüm sokakların arasında dolaşıyoruz, zaten şehir küçük, Eski Şehir de küçücük.
Akşamüzeri olmasına rağmen hava halen sıcak, su almak için girdiğim bakkaldaki Karadağlı genç Türk olduğumuzu öğrendiği anda bizi şaşırtan bir ilgi gösteriyor ki bunu gezimiz boyu çok yaşayacağız. Tek tük Türkçe kelimelerle bizi sevdiğini anlatmaya çalışıyor, abartısı yok çok doğal, duyguların da samimi, belli halinden. Gezecek daha çok tarihi eser, müzeler var ancak birkaç saatte ve çok sıcak bir akşamüzeri ancak bu kadarla yetiniyoruz. Podgorica'ya çok da vakit ayırmadık doğrusu.
Sveti Djordje Kilisesi (Sveti, bundan sonra sık duyacağımız kelime Saint yani Aziz anlamında), 19. yüzyıl mimarisiyle Petroviç Sarayı ve daha birçok eser görülmeye değer diğer yapılar arasında.
Akşam yemeği için otelden tavsiye edilen restoranımız (Pod Volat) hemen saat kulesinin olduğu meydanda, hatta kulenin yanında, geldiğimizde kulenin ışıklandırılmış halini gördüğümüze de memnun olduk. Garsonumuz da yine Türk olduğumuzu öğrenip gülümseyen ve ilgi gösteren Karadağlılardan, hemen servise başlıyor. Karadağ’ın yerel yemeklerinde Türk yemeği isimleri ve Türk mutfağının etkisini görmek mümkün. Menülerinde çay, çorba ve burek görebilir hatta cezvede pişirilen Türk kahvesi bile bulabilirsiniz. Biz İnegöl Köftesi tadındaki Cevapcici (köfte) ısmarlıyoruz, porsiyondaki 10 köfteyi yememiz mümkün değil, üstelik bir de denemek için “yaprak” (yaprak sarma) ısmarlamışken. Yanında gelen buz gibi yerli Niksicko birası da çok lezzetli. Fiyatlar mı, inanamayacaksınız ama neredeyse bedava!
Bu arada otelimin altındaki restoran buranın en iyi restoranları arasında, kime sorsak Hemera ve Pod Volat (Trg Vojvode Bećira Osmanagića 1 +382 69 618 633) dediler. Otele yaklaşırken yan sokaklardaki barların önü tıklım tıklım, gençler bar masalarını doldurmuş, neşeli sesleri müzik seslerine karışıyor. Otelimin önüne geldiğimizde restoranımızın ve yanındaki kafelerin de inanılmaz kalabalığına şaşırıyoruz. Otel restoranının şehrin en iyi restoranlarından olduğunu söylemişlerdi, gece yarısı bara dönüşmüş. Meğer bu sokaklar şehrin en popüler, en hareketli bölgesiymiş, aklınızda bulunsun. Tekrar bu şehre gelecek olursam yine Hemera Otel’de kalıp, otelin tavsiye edilen restoranında yiyecek, gençlerin coşkusuna katılacağım kesin.
Şimdi yatma zamanı, sabah kahvaltıdan hemen sonra Budva'ya giderken yolumuzu biraz uzatıp Balkanların en büyük gölü ve ülkenin dört milli parkından birisi olan Karadağ - Arnavutluk sınırındaki Skadar Gölü'nü gezerek Budva'ya doğru yola koyulacağız.