Sonsuz Düzlük Serengeti

Sonsuz düzlük anlamına gelen Serengeti, Tanzanyanın en önemli milli parklarından biri. 14.763 kilometrekarelik alanı ile dünyanın en büyük vahşi yaşam koruma alanları içerisinde yer alıyor. Tanzanya'nın en önemli safari parklarından biri olan serengeti özellikle ‘Büyük Göç' sırasında ziyaretçi akınına uğruyor.

Dünyanın en büyük ve en uzun göçüne ev sahipliği yapan Serengeti , bu özelliği ile belgeselcilerin favorisi. National Geographic bir çok belgeselini bu parklarda çekmektedir.

Sonsuz Düzlüklerde Haziran – Ekim arası kuru sezon. Bu dönemde daha çok Serengeti’de sabit olarak yaşayan hayvanları görmek mümkün. Kasım’dan Mayıs ortasına kadar ise yağışlı sezon. Dolayısıyla bu dönemde kuru Savan alan da yeşermeye başlıyor. Göçün en yoğun görüldüğü aylar ise Nisan ve Mayıs ayları.

Serengeti düzlükleri Savan olarak tanımlanıyor. Savan, yılda yaklaşık 500-1000 mm yağış alan tek-tük ağaçlı otlaklar olarak tanımlanmakta. Bir savanın oluşmasındaki en önemli faktörler, yıllık yağış miktarı ve zamanlaması, toprağın yapısı ve fil sayısıdır.

Yılda 600 mm’nin altında yağış aldığı için kuru savan olarak tanımlanan Serengeti düzlüklerinin devamı ise Maasai Mara’dır. Tüm bu bölgeyi bütün olarak değerlendirirsek, burasının havyanların yaşaması için çok ideal bir nokta olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu bölgeye yağışlar kademeli yağdığından ve yağış miktarı çok düşük olduğundan topraktaki mineraller vek derine inmez dolayısı ile bu mineraller ile beslenen bitkilerin besin değeri yüksek olur. Bunun yanı sıra volkanik bölge olan Ngrongoro sayesinde verimli topraklar geniş bir alana yayılmıştır. Çünkü patlama sırasında ve sonrasında rüzgarın da etkisi ile bu volkanik küller çok geniş bir alana savrulmuş. Zaten bu patlamalar sayesinde Serengeti ovası ve bu ekosistem oluşmuş.

Bu kuru savanlarda otlaklar ve küçük koruların bir arada bulunması, hem etçil beslenen hem de ot, ağaç meyve ve yaprakları ile beslenen canlıları kendine çeker. Birçok antilop türü, gergedan, fil, zürafa, zebra, yaban domuzu gibi otçul canlıların yanı sıra etçil yırtıcı hayvanları ve sayısız kuş çeşidini görmek mümkün. Her sene aynı dönemlerde burada yaşayan iki milyon antilop, zebra, ceylan ve diğer otobur hayvan, daha yeşil otlaklara kavuşmak için kuzeye doğru bir yolculuğa çıkıyor. Aynı zamanda Serengeti yeryüzünde en fazla memeli hayvanı barındıran bir bölge ve bu bölgedeki hayvanlar, Afrika’nın diğer bölgelerinde görülenlere göre daha iri ve daha güçlüler.

Ngrongoro’dan Serengeti’ye ilerlerken sağımız ve solumuz tamamen düzlük. Ve bu düzlük insanda zaman ve mekansızlık hissi yaratıyor.

Ngrongoro bölgesinde gördüğümüz Maasailerin yoğunluğu ise, Serengeti’ye ilerledikçe azalıyor. Bu arada yollar o kadar bozuk ki, tangır tungur ilerliyoruz. Bu yolculuğa afrikalıların verdiği isim ise Afrika masajı… Ne masaj ama...

Serengeti Milli Parkı girişine geliyoruz. Giriş hiç alışkın olmadığımız granit bir kaya çevresinde. Bu granit kayalara verilen isim Kopjes.

Ngrongoro’daki volkanik faaliyetler sonucu bundan milyonlarca yıl önce yerin altındaki bu granit kayalar yeryüzüne çıkmış. Oldoinyo Lengai volkanı ise hala aktif ve ara ara volkanik patlamalar gerçekleştiriyor.

Naabi Hill adı verilen bu Kopje tepesine çıktığımızda müthiş bir manzara ile karşılaşıyoruz. Tepenin çevresinde yer alan birkaç ağaç dışında hiçbir yeşillik yok.

Aslında bu yeşillikler de hayvanların burayı tercih etmesi için bir sebep teşkil ediyor. Bu kayaların çevresinde çok sayıda kertenkele, yılan, yarasa, baboon görmek mümkün. Çitalar ve leoparlar için ise tepeden avını saptamakta yardımcı unsur. Kendi çevrenizde 360 derece döndüğünüzde ufukta gördüğünüz manzara değişmiyor. Alabildiğince uzanan düzlükler var. Okyanusun ortasında ıssız bir adada kalmışsınız gibi. Bu sebeple olsa gerek Afrikalılar kopjeslere “Otlak denizindeki ıssız ada” diyorlar.

Girişten sonra Milli park içinde otele doğru yolumuza devam ederken yolumuza bir antilop sürüsü çıkıyor. Bu antiloplar 11 metre uzaklığa ve 3 metre yüksekliğe kadar zıplayabiliyorlar. Aracı durdurup, önümüzden geçişlerini izliyoruz.

Bu bölgedeki tüm milli parklarda, hayvanları doğal hayatlarında rahatsız etmemek için önce onları beklemeniz gerekiyor. Diyelim ki yolun ortasında bir aslan yatıyor. Korna çalıp, çekilmesini isteyemezsiniz, ya o gidene kadar bekleyeceksiniz ya da yolun dışına çıkarak alternatif bir yoldan geçeceksiniz.

Yol üzerinde bu kez de bir fil sürüsü ile karşılaşıyoruz. Filler de aile olarak dolaşıyorlar. Ancak bekar erkek filler tek başlarına dolaşıyor. Filler, bu bölgedeki ağaçlar için en büyük tehlike aynı zamanda çünkü zaten volkanik kaya tabakası nedeni ile kökleri çok derine inemeyen ağaçları devirmektedirler. Ağaç sayısının azalması ağaç yaprakları ile beslenen böcekler ve karıncaların azalmasına, bu da böcek ve karınca ile beslenen canlıların azalmasına yol açmaktadır.

Filler genelde sosis ağacı adı verilen ağaçlar çevresinde görülebilmektedir. Ağaçlara meyveleri sosisi andırdığı için sosis ağacı adı verilmektedir. Ve bu bitkiler içerdiği uyuşturucu özelliği ile fillerin hafif çakırkeyf dolaşmalarına neden olmaktadır. Hamilelik süreleri ise 12 ay ve yavrular doğduğu gibi yürüyebiliyorlar.

Hazır fillerden bahsediyorken, fil dişine de değinmekde yarar var. 1970’lere kadar bölgede fildişi çok ucuzmuş. Bir kilo fil dişi için en fazla on dolar ödeniyormuş. Ancak günümüzde Bir fil dişi avcıya yaklaşık 2.000 dolar bırakıyor. Çünkü avcılık yasak. Gergedan boynuzu ise çok daha pahalı. Hatta bu gergedan boynuzunun pek çok hastalığı tedavi ettiğine inanıyorlar, özellikle de Uzakdoğuda.

Afrikalılar kaçak avcılığa bir hayli düşkün bunun sebebi ise ayda ortalama 50 dolar civarında kazanabiliyorlarken, tek bir fildişi ya da gergedan boynuzundan yıllık gelirlerini elde edebiliyor olmaları.

Ve nihayet bu bölgedeki otelimiz Serenora Lodge’a ulaşıyoruz.

Otelimiz de bir kopjes çevresinde konumlanmış. Bu granit kayanın içinden geçerek restorana ulaşabiliyorsunuz. İçerideki dekorasyonda da kayaların üzerinde resmedilmiş vahşi hayvan resimleri size nerede olduğunuzu asla unutturmuyor bir de eli tüfekli Rangerlar…

Otellerin etraflarını kapatmak yasak olduğundan ”Ranger” denilen silahlı bekçiler konaklamanız süresince size korumacılık yapıyorlar. Otelin terasından güneşin batışını izliyorum.

Ertesi sabah erken saatlerde safariye çıkmak için hazırlanıyoruz. Otelin bahçesinde vahşi hayat başlıyor aslında. Bahçede çok sayıda fare-sincap karışımı Hyrax denilen hayvan var. Tek başlarına sevimli görünseler de bahçede yüzlerce olduğu için tüm sevimlilikleri kaçıyor.

Artık safari vakti. Araçlarımıza binip, düzlüklere doğru yol alıyoruz. İlk gördüğümüz şey ise aslanlar. Toplam 12-14 tane bir arada geziniyorlar. Yerel rehberimiz bunların erkek ve kız kardeşler olduğunu söylüyor. Bir ara hepsi sıra halinde safari araçlarının gittiği yola çıkıp tek sıra halinde yürümeye başladılar. Biz de onların yanından yavaş yavaş ilerliyoruz.

Çok sakin ve miskin hayvanlar. Saatte 30 kilometre yol alabiliyorlar.

İleride ise bir Gnu yani öküz başlı antilop sürüsü var. Gnular yavruları dğğduğunda 3 dakika içinde ayağa kalkabiliyor ve 5 dakika içinde ise koşabiliyor. İki günlük bir yavru ise yetişkin antilobun hızını yakalayabiliyor. Serengeti düzlüklerinde sayıları yüzbinlerle ifade edilen Gnular aslanların favori yiyecekleri arasında.

Bu esnada aslanlar ağır hareketlerle bir arada toplanıyorlar. Ardından ava hazırlanmaya başlıyorlar. Tamamen bir taktik meselesi. Önden lider gidiyor, ardından diğerleri yavaşça ilerleyerek avlarının etrafını sarmaya başlıyorlar.

Burada gnulara “lion food”, Thomson ceylanlarına ise ''cheetah food'' diyorlar. Bu pusu kurma olayı epey bir zaman sürdüğü için sonuna kadar beklemedik. Ve yola devam ettik.

Yol üzerinde bu kez de sekreter kuşları ile karşılaşıyoruz. Bu hayvanların en önemli özelliği farklı bir yöntemle yılan avlayıp, yılanla beslenmeleri. Sekreter kuşu bir yılanla karşılaştığında gaga ile değil pençe ile saldırıyor. Eğer yılanın zehirli bir tür olduğunu farkederse, birkaç tüyünü ona yutturmaya çalışarak yılanın zehirini boşaltmasını sağlar. Zehir boşaldıktan sonra tekrar pençeleri ile saldırarak avını yakalar.

Ardından da akbaba sürüsü. Hepsi bir ağacın üzerine tünemişler.

Buradan sonra bir hippo havuzuna gidiyoruz. Küçükleri 600 kilogram olan su aygırlarının büyükleri ise 2 tonun üzerinde olabiliyor.

Evet ve nihayet bir leopar görüyoruz. Ama kendini  bir ağacın üzerine öyle güzel saklamış ki...

Leoparlar, kaplan ve aslana göre çok daha küçük ve hafifler. Kuyrukla beraber 210-270 cm boyunda, 50 kg kadar ağırlıkta olabiliyor. Açık sarı postunun üzerinde siyah halka şeklinde benekler yer alıyor. Beneklerin orta kısımları ise post renginden daha koyu. Bu nedenle halkalı görüntü veriyor benekleri. Çitalarda ise bu beneklerin içi dolu. Jaguarda ise koyu renk halkaların ortasında siyah küçük bir leke bulunuyor. Birbirlerine benzeyen bu 3 hayvan genelde karıştırılabiliyor. Üreme mevsimi dışında genelde tek başlarına dolaşırlar.

Leoparların en fazla saldırdığı hayvanlar sığır, maymun, geyik ve antilop. Sinsi ve yırtıcı olan bu hayvanlar genellikle gece ava çıkarlar. Ya pusuya yatarak avına saldırır ya da bir ağacın tepesine çıkarak ağacın altından geçen hayvanın üzerine atlayarak saldırı yapar. Avını ensesinden ısırarak, boynunu kırarak ya da şahdamarını keserek öldürürler. Ancak avını elinden almaya niyetlenebilecek diğer yırtıcılara karşı avını boynundan sürükleyerek bir ağacın tepesine çıkararak yer.

Ve leopar nasıl olduğunu anlamadığımız bir şekilde saniyeler içinde ağaçtan indi ve önümüzden geçerek yolun diğer tarafına geçti. Çok az rastlanır bir görüntüyü de kaydetmişolduk.

Sonrasında ise timsah görüyoruz. Bu timsah hiç hareketsiz boylu boyunca uzanmış vaziyette duruyor.

Arkasından bu bölgeye has simsiyah suratlı ve beyaz yülü bir maymunu yavrusunu emzirirken görüyoruz. Her canlı vahşi de olsa bebekken ayrı bir güzel. Harika bir görüntüydü.

Ardından bir su kenarında gördüğümüz bir antilop cinsinin acaba timsaha yem olur mu diye beklemeye başlıyoruz. Aramızdaki "timsah yaklaştı, uzaklaştı" konuşmalarından sonra artık bizim beklemeye halimiz kalmadığından hadi gidelim diyoruz.

Sonra Afrika’nın hatta dünyanın en uzun boylu hayvanları olan zürafalarla karşılaşıyoruz yeniden. Dişi yada erkek olduğunu muhtemel yerleri görememe riskine karşı boynuzlarından da anlayabilirsiniz. Eğer boynuzları uzunsa erkek, kısaysa kadın.

Ardından yine bir su kenarı ve su kenarında oynaşan filler.

Ve otele dönüş yolunda bir ağaca asılı kalmış ve leopara av olmuş bir hayvan iskeleti. Bu ağaç dalına asılı iskelet görüntüsü müthişti.

Ertesi sabah ise isteyenler Serengeti’de yapılabilecek alternatifler arasında yer alan Balon turuna katılıyorlar. Balon turuna katılmak için sabah saat 04:30 gibi kalkmalısınız. Çünkü balon turu güneşin doğuşu ile başlıyor ve yaklaşık 1,5 saat sürüyor. Bu düzlükleri tepeden izlemek de ayrıca keyifli olsa gerek. Ancak ben denemedim.

Balon turuna katılanlara tur bitiminde şampanya ikramı var. Ardından da uçsuz bucaksız düzlüklerde vahşi hayatın ortasında kurulmuş bir sofrada kahvaltı servisi.

Ve artık Maasai Mara’ya hareket zamanı...

TUĞÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

TUĞÇE YILMAZ

 Yaklaşık 15 sene Medya satın alma ve Planlama sektöründe çok uluslu şirketler ile çalıştıktan sonra kendi tutkusu olan gezi ve seyahate yönelerek Gezimanya.com’u kurmuştur.1997 - 1999 İstanbul Üni