Keşfedilesi Serengeti
Sene 1913 ve Afrika’nın büyük bir kısmı beyaz adam için hala bir muamma iken Amerikalı bir avcı, Stewart Edward White Nairobi’den yola çıkar. Güneye doğru ilerlerken şunları kayda alır: “Cayır cayır yanmış topraklarda kilometrelerce yürüdük…
Daha sonra ağaçlar görünmeye başladı. Birkaç kilometre daha ilerledikten sonra kendimi cennetin ortasında buldum.” Serengeti’yi bulmuştu.
White’ın keşfinden sonraki yıllarda birçoğumuz için Serengeti cenneti simgeledi. Binlerce yıldır sığırlarını otlatan Masai insanı burayı hep cennet olarak düşündü.
Onlar için buranın adı Siringitu – yani, “toprağın sürekli hareket halinde olduğu yer”…
Serengeti, Serengeti Ulusal Parkı, Ngorongoro Koruma Alanı, Maswa Doğal Yaşam Koruma Alanı, Loliondo, Grumeti ve Ikorongo kontrollü bölgeleri ve Kenya’daki Masai Mara Ulusal Koruma Alanı’nı kapsamaktadır.
Her yıl bölgeyi 90.000’in üzerinde turist ziyaret etmektedir.
Günümüzde Serengeti Ulusal Parkı, Ngorongoro Koruma Alanı ve Tanzanya sınırının ötesinde Kenya sınırları içindeki Maasai Mara Ulusal Koruma Alanı dünyadaki karada yaşayan doğal yaşamın en büyük ve en çeşitlisini muhafaza etmektedir. Ayrıca dünyadaki bozulmamış birkaç büyük göç sistemininden birine de ev sahipliği yapmaktadır.
Tanzanya’daki korunan alanları bir taç olarak nitelersek Serengeti bu tacın en kıymetli mücevheridir. Ki bu alanlar ülkenin topraklarının %14’ünü oluşturmaktadır. Öylesine bir koruma rekoru ki pek başka bir ülke bu seviyeyi yakalayamaz.
30.000 km karelik bir bölgede iki Dünya Kültürel Mirası Alanı ve iki de Biyosfer Koruma Alanı oluşturulmuştur.
Serengeti ekosistemi dünyanın en yaşlılarından biridir. Geçtiğimiz son bir milyon yıl içinde mevsim, flora ve faunasının temel özellikleri hemen hemen hiç değişmemiştir. Erken insan da iki milyon yıl önce Serengeti’deki Olduvai Kanyonu’nda ortaya çıkmıştır. Bazı yaşam, ölüm, ortama uyum sağlama ve göç kalıpları hemen hemen çevrelerdeki tepeler kadar eskidir.
Belki de bu göçler Serengeti’yi bu kadar ünlendirmiştir. Bir milyonun üzerinde öküz başlı antilop ve 200.000 civarında zebra her yıl Ekim ve Kasım aylarındaki yağışlarla birlikte neredeyse uçarcasına kuzey tepelerinden güneydeki otlaklara doğru ve sonrasında da Nisan, Mayıs ve Haziran aylarındaki uzun yağışlarla birlikte batıya ve kuzeye göç ederler.
Bu tarihten gelen içgüdü öylesine güçlüdür ki ne kuraklıklar, ne dar kanyonlar ve ne de timsahlarla dolu nehirler onların bu yolculuğu tamamlamasına engel olabilmektedir.
Yaşlı Kıta ve Serengeti
Afrika kimilerine göre Avrupa ve Kuzey Amerika’dan daha yaşlı bir kıtadır. 4 milyon yaşında olduğu söyleniyor. Bunu dağların aşınmasından ve uçsuz bucaksız düz ovalardan anlamak olasıdır. Bir istisna ile.
İki fay hattının birbirlerinden koparak uzaklaşması sonucu oluşan bu coğrafi yapı Çatlak Vadisi ve onu çevreleyen yanardağları meydana getirmiştir. Kilimanjaro, Kenya ve Meru Dağları ve Ngorongoro en ünlü yanardağ örnekleridir. Serengeti’nin oluşması bu yanardağların aktiviteleri sonucudur.
Olduvai Kanyonu Serengeti’nin en önemli noktalarından birisidir. Olduvai Kanyonu’nda yapılan kazılarda bu bölgedeki insan varlığının iki milyon yıl öncesine kadar gittiği belirlenmiştir. Homo habilis 1.9 milyon yıl, Paranthropus boisei 1.8 milyon yıl, Homo erectus 1.2 milyon yıl öncesinde bu bölgede yaşamış. Homo sapiens’in ise 17.000 yıl önce bu bölgede yaşadığı tesbit edilmiş.
Safari
Serengeti’yi dünyanın ilgi odağı yapan en önemli unsurlardan biri, belki de en önemlisi sağladığı safari olanaklarıdır.
Kiswahili dilinde safari basit anlamıyla “seyahat” demektir. Zamanla bu batı dillerinde Afrika savanalarında doğal yaşamı izleme, gözlemleme macerası anlamına bürünmüştür.
Safariye katılan her insanın en çok gözlemlemek istedikleri “Büyük Beşler”dir; aslan, gergedan, fil, leopar ve buffalo (Afrika mandası).
Yüz yıl kadar önce bunlar en korkulan ve en çok avlanan hayvanlardı. Şimdi ise hepsi koruma altındadır. Bunların arasında leopar ve gergedan ciddi anlamda yok olma tehlikesi ile karşı karşıyalar.
Bu beşliden ikisini gözlemlemek sayılarının fazla olması nedeni ile kolaydır; fil ve buffalo. Aslanlarla karşılaşmak zor olsa da bir safari etkinliğinde mutlaka uzaktan da olsa bir görüntü yakalanabilir.
Ancak, gergedan ve leopara gelince iş biraz zorlaşıyor. Gergedanların sayılarının az olmasının kesinlikle bunda etkisi var. Leoparlarda ise genelde gece avlanıp gündüz olabildiğince gizlendikleri için ve hem de sayılarının çok az olmasından görmek gerçekten zor. Örneğin, Güney Afrika’daki Kruger Ulusal Parkı’ndaki safari deneyiminde leopar görememiştik. Serengeti’de ise, üç-dört günlük araştırmamızda ancak çok uzaktan bir tane görebildik.
Büyük Beş Nedir ve Neden
Afrika’ya gitmeden önce mutlaka Büyük Beş’in namını şu veya bu şekilde duyacaksınız. Günümüzde safariye katılan herkesin mutlaka görmeyi istediği şeydir Büyük Beş. Yüz yıl kadar önce keşfedilmemiş ve bilinmezlerle dolu olan kıtada bu Büyük Beş avlanmak üzere en fazla peşine düşülen hayvanlardı. Bunlar en azgın ve de tehlikeli olan hayvanlardı; öyle ki avcıyı avlayan hayvanlar gözü ile bakılmaktaydı. Öylesine tehlikelilerdi. Bu tabii ki artık uysallaştılar anlamına gelmiyor. O zamanlarda kaşifler Doğu Afrika’daki keşiflerinden sonra bu hayvanlar hakkında değişik öykülerle dönerlerdi ülkelerine; Afrika otlaklarında saklanan aslan ve leoparlar, insan kokusunu aldığı anda saldırıya geçen gergedanlar, yüksek çalılar arasında saklanan Afrika mandaları ve kızgın fillerin kaşiflere saldırıları. Artık bugün kaçak avcılık dışında genelde görüntü avcılığı yapılmakta.
Bu memeliler ilk kaşiflerin anlayabildiğinden çok daha ilginç hayvanlardı. Şimdi kısaca bunlara tek tek bir göz atalım…
ASLAN (Panthera leo)
Afrika aslanı, dünyanın en büyük dört kedisinden (kaplan, aslan, jaguar, leopar) biridir. Erkek Afrika aslanı ortalama 200 kg’dır. Dişiler ise bunun neredeyse yarısı kadardır. Postu kahverengimsi sarıdır. Erkeğin yelesi kahverengimsi sarıdan siyaha kadar değişir. Geniş alınlı, güçlü çeneli, uzayıp çekilebilen tırnaklı, sarımtırak kısa ve yatık tüylüdür. Kuyruğunun ucu püsküllüdür. Erkek aslanın başının etrafı uzun ve güzel bir yele ile süslüdür. Omuzlarının üzerine kadar dağılan bu perçem, kızdığı zaman kabarır. Pençelerinin büyük olması, yere sağlam basmasını sağlar.
Aslanlar birbirleriyle bölgeleri için kavga eder. Genellikle bu ölümle sonuçlanabilir. Aslanlar dünya üzerinde yaşayan kedi türleri içinde en sosyal cinstir. Diğer tüm kedi cinsleri antisosyal olup yalnız yaşamayı tercih ederken aslanlar büyük gruplar oluşturan tek kedi cinsidir. Grup oluşturmalarının en büyük sebebi kendilerinden çok hızlı olan avlarını grupsal pusu kurarak yakalamak olduğu bazı bilim dünyasınca öne sürülmektedir.
Savunmada ve av sırasında birleşen aslanlar, avlarını kovalar ya da pusuya düşürür. Günün büyük bir bölümünü dinlerek geçirirler ve akşamüzeri hareketlenirler ama gündüz de avlandıkları görülmüştür (Bizim tanık olduğumuz gibi…) Genellikle gece avlanırlar. Av esnasında genellikle kükremezler. Fakat avı kovalarken birbirleriyle bağlantıyı sürdürmek için homurdandıkları olur. Genelde büyük otçullarla, antilop, zebra ve manda gibi, beslenirler. Ancak buldukları taktirde leş yemekten de geri durmazlar. Aslanlarda av paylaşımı hiyerarşik bir düzende olur. Avdan ilk olarak yararlanma ayrıcalığı erkek aslandadır fakat sürünün erkek aslanı av mahallinde mevcudiyet gösterene kadar avı yere düşüren dişiler öncelikli faydalanır. Ortalama bir Afrika aslanının hızı saatte 55 km’yi bulabilir. Ancak bu hızını yalnızca kısa bir süre devam ettirebilir. Hız almadan 2 m yüksekliğe zıplayıp, 8 metre uzaklığa atlayabilir.
Afrika Aslanları 2 yaşında çiftleşmeye başlarlar. Fakat tam olgunluğa 5 yaşında erişir. Akraba dişiler bir sürü oluştururlar ve ekip halinde avlanırlar. Yabancı erkek gurupları veya tek, güçlü erkekler diğer erkeklerle mücadele ederek bir sürüyü sahiplenirler. Ancak yabancı erkekler sürüyü sahiplendikten sonra kendi soylarını devam ettirmek maksadı ile sürüdeki bütün bebek yavruları öldürürler. Erkekler poligamdır, yani birden fazla eşleri vardır. Çiftleşme sırasında ve öncesinde erkek sürekli kükrer. İşe karışan erkeklerle kavga edebilir. Gebelik süresi 105-112 gün arasında değişir. Dişi bir doğuruşunda 2-5 arası yavru dünyaya getirir. Yeni doğan yavrular kördür. Ayrıca kürkleri de beneklidir. Gözleri doğumdan 6 gün sonra açılır. Dişi, 3 aylıkken yavruları sütten keser ve onları avlanma dersleri vermeye başlar. Bir yaşındaki yavrular bunu kendileri başarırlar. Yavrular arasındaki ölüm oranı fazladır. Bunun nedeni yavruların en son beslenmesidir. Bu yüzden yavrularda vitamin eksikliği görülür. Fakat bu doğal bir nüfus kontrol yöntemidir. Bir aslanın ömrü genellikle 20-25 yıl arasında değişir. İyi şartlarda yaşayan ve beslenen bir aslan 30 yıl yaşayabilir.
Aslanların doğal düşmanı azdır. Hayati tehlike arzeden insanlar ve timsahlar olmak üzere sadece iki doğal düşmanı bulunur. Afrika aslanı korumaya alınmış bir tür olmasına karşın günümüzde Afrika aslanı için en büyük tehlike insanlarca avlanması değil, yaşam alanının insan tarafından bozulmasıdır.
LEOPAR (Panthera pardus)
Leoparlar kendilerini gizleyebilecek yeteri kadar ağaç olan Afrika’nın her tarafında yaşarlar. Yaşam alanları Güneydoğu Asya’ya kadar uzanır. Hatta yakın zamanda nesli tükendiği düşünülen Anadolu leoparı olduğu düşünülen bir leopar, maalesef vurularak, Siirt bölgesinde ele geçirilmiştir. Yalnız yaşamayı tercih ederler. Çok sinsi avcılardır. Avını kovalayarak yakalamak yerine pusu kurup öyle yakalamayı tercih eder.
Genelde insanlara bir tehdit oluşturmazlar ama hemen hemen canlı ne bulurlarsa yerler; böceklerden gazellere, babunlardan köpeklere kadar herşeyi yerler.
Leoparla ilk kez karşılaşan insanlar bir şaşkınlığa düşer ve onların çita mı leopar mı oldukları konusunda bir ikilemde kalırlar. Bitki ve hayvanlar hakkında geniş bilgileri olan yarı göçmen Maasai insanları bu iki kediyi de aynı isimle adlandırmaktadırlar. Leoparlar çitalardan daha ağır ve daha güçlülerdir ama aslanların ancak üçte biri kadardırlar. Benekleri ortaları boş kara rozet şeklindedir. Bitkilerin yoğun olduğu alanlarda gece avlanmayı tercih ederler. Avları birkaç metre yakınlarına gelene kadar pusuda beklerler.
Davranış
Leoparlar gün boyu ağaçların yüksek ve geniş dallarında uyuyarak dinlenirler. Avlarını yakaladıktan sonra aslanlar ve sırtlanlardan korumak için en yakın ağaca tırmanarak yüksekçe bir dala çıkarırlar ve orada bırakırlar. Bu avı tümüyle bitirmeleri birkaç gün sürer.
Aslanların aksine tüm yaşamları boyunca yalnız yaşarlar. Kendileri için bir bölge oluşturur ve bu bölge için mücadele ederler ve yalnızca çiftleşmek için bir araya gelirler. Leoparlar iki yaşında olgunluğa erişirler ve bundan sonraki her iki yılda bir yavrulayabilirler. Anne leoparların yavrularının bağımsızlıklarını aldıktan sonra kendi bölgelerine girmelerine izin verdikleri ve hatta birlikte de avlandıkları tespit edilmiştir.
İletişim
Leoparlar kükreyerek ve koku yolu ile iletişim kurarlar. Kükreme genelde bölgelerini belirleme veya tehlike anında çıkardıkları seslerdir. Kokuyu ise diğer kediler gibi anal (kıçsal) bir salgı ile oluştururlar. Bu salgıyı bölgelerini belirlemek için çalılara ve ağaçlara fışkırtırlar.
Serengeti Leoparları
Serengeti leopar nüfusu gözlerden olabildiğince uzak kalmaya çalıştıkları için aslanlar ve çitalara kıyasla haklarında daha az bilgi var ama genelde sağlıklı olarak addediliyor. Buna neden de iyi gizlenmeleri ve çok çeşitli beslenme alışkanlıkları olmasıdır. Serengeti’de bir leoparla karşılaşabilme şansı çok azdır ve genelde ağaç tepelerinde görme olasılığı yüksektir.
GERGEDAN (Rhinocerotidae)
Dünyada beş tür gergedan vardır ve bunlardan iki türü Afrika’da varlıklarını sürdürmektedir; “Beyaz veya Kare Dudaklı Gergedan (Ceratotherium simum) ve “Siyah veya Kanca Dudaklı Gergedan (Diceros bicornis). Serengeti-Ngorongoro ekosisteminde yaşayan siyah tür Diceros bicornis michaeli’dir.
Türler arasında çok belirgin farklar yoktur. Fakat D.b. michaeli’nin bazı bireylerinde iki özellik vardır ki bunları diğerlerinden ayırt etmenize olanak verir. Öncelikle bunların kulaklarındaki kıllar daha yoğundur ve ikinci olarak gergedanın yan taraflarındaki deri yiv şeklinde oluklu bir görünümde olduğu için sanki kaburgaları belirginmiş gibi görünür. Bunun yanı sıra siyah gergedanların bazılarının da doğumdan itibaren derileri düzgün ve kulaklarında da çok az kıl olur.
Siyah gergedanların sayısı bir zamanlar Serengeti düzlüklerinde bayağı fazla idi. Ancak boynuzlarının Uzakdoğu’da bazı ilaçların ve Arap dünyasında da kama sapı yapımında kullanılmaları sonucu yasal olmayan avlanma sonucu sayıları çok azalmıştır. Maalesef bu talep hala devam etmektedir. Bunun sonucu silahlı korucular az sayıda kalan bu gergedanların soyunun tükenmesini önlemek amacıyla çok titiz bir şekilde bu kaçak avcıları engellemek için uğraşmaktalar.
Serengeti’de beyaz gergedan bulunmaz.
AFRİKA MANDASI (Syncerus caffer)
Devasa boynuzların ardındaki yarım tonluk ağırlıklarıyla Afrika mandası (buffalo) çok tehditkârdırlar. Boyutları, saldırganlığı, bir hayli gelişmiş geviş getiren mideleri ile mandalar Afrika’nın en başarılı büyük hayvanlarındandır. Bazıları bunları Anadolu, Ortadoğu, Asya ve Kuzey Afrika mandaları (bunların hepsi aynı türdür) ile karıştırırlar. Afrika mandası bu iki tür arasında daha iri olanıdır. Kendi sınıfında irilik bakımından Kuzey Amerika’daki buffalodan sonra gelir.
Afrika mandası Sahra’nın güneyinde bütün Afrika’da yaşar. Aslında mandalar ve filler Afrika’daki memelilerin en kalabalık cinsleridir. Ancak manda diğer geviş getirenlere göre su tutma niteliklerine sahip olmadıkları için sürekli su içmek zorundadırlar. En yoğun olarak yaşadıkları alanlar sulak ve otlak alanlardır. Koşulların iyi olduğu durumlarda Afrika mandası beş yaşına doğru olgunlaşır ve doğurabilir. Onsekiz yaşına kadar yaşarlar. Evcil sığırlar gibi mandanın alt sıra dişleri, geniş sert dudakları ve esnek uzun dilleri vardır ki bunları beslenmeleri için tercih ettikleri otları toplamak için kullanırlar.
Afrika Mandası Toplulukları
Afrika mandası sürü halinde yaşar ve sayıları binlerce olabilir ama genelde 100 ile 300’lük guruplar halinde gezinirler. Bunlar bölgeci hayvanlar değillerdir ve mevsimlerin değişimine göre iyi kalite yiyecek veya su peşinde seyahat ederler.
Her sürü kendi içinde alt sürüler oluştururlar. Bunların bir 30 ile 60 dişiyi kapsayan ve genç ve yeni doğmuşlardan oluşan sürülerdir ve diğerleri de aynı yaşlardaki dişi ve erkeklerden oluşur. Egemen erkekler yalnız dolanır ve sürü içinde çiftleşme fırsatları ararlar ve egemenliklerini sürdürebilmek için de sürekli diğer erkeklerle sürtüşme içindedirler. Erkekler yaşlanıp gençler tarafından dışlandıktan sonra kendi başlarına yaşamaya başlarlar. İşte avcılar korku salan ve çok değerli boynuzları elde etmek için bunların peşindedirler. Afrika mandasının yalnızca iki düşmanı vardır, aslan ve insan.
Afrika mandaları vücut hareketleri ve değişik sesler çıkararak iletişim kurarlar. Ses aralıkları sığırlar gibi çok geniş değildir. Çıkardıkları çoğu ses beslenirken çıkardıkları homurdanmak ve mırıldanmak şeklindedir ve belki de bunlar aralarında bir iletişim kurmak için çıkardıkları seslerdir. Anneler tehlike anında yavrularını çağırmak için gargara yapar gibi bir ses çıkarır ve yavrular da hemen buna tepki verirler. Korktukları veya sinirlendikleri zaman çok yüksek ve sanki bir patlama sesi gibi homurdanırlar. Eğer Afrika’da yaptığınız safari yürüyerek yapılan cinsindense ve siz bu sesi yakınınızda duyarsanız hemen en yakın ağaca tırmanın.
Birçok büyük hayvanda olduğu gibi mandalar da tehdit edildiklerinde hemen yan dönerler ve ne kadar iri olduklarını gösterirler. Savunmak için yapabileceklerinden bazıları da sanki havayı koklar gibi kafalarını olabildiğince kaldırmak veya tam aksine tamamen eğerek o muhteşem iri boynuzlarını göstermektir. Tüm boynuzlular gibi mandalar da rakiplerini tehdit etmek için boynuzlarını yerlere sürerler. Eğer kendini tehdit altında hissediyor veya kızmış ise yüzü dönük, başını iyice kaldırmış olarak hücum eder ve son anda başını eğerek boynuzları ile rakibini boynuzlar ve havaya kaldırır. Bir tehdit karşısında kendini zayıf görürse başını eğer ve gerekirse kaçabilmek için biraz döner. Mandalar düşük statüde olduklarını göstermek için başlarını baskın erkeğin karınlarının altına sokarlar.
Serengeti Mandası
Serengeti mandası 19. Yüzyılda çok yüksek sayılara ulaştı. Ancak 1890 yılında ortaya çıkan sığır vebası sonucu sayıları inanılamz ölçüde düştü. Hesaplara göre 10.000’de biri ancak hayatta kalabildi. Sonraki 60 yıl zarfında yavaş yavaş sayıları artarak 1969 yılında 65.000’lere ulaştı.
Bu dönemden sonra parkın çevresindeki yavaş yavaş artan nüfus kaçak avcılığı artırdı. Mandalar kaçak avcıların tuzaklarına karşı çok zayıflar ve bu nedenle 1990’lara yaklaşıldığında sayıları 16.000’e kadar düştü. Son yıllarda nüfusları kıyasla sabit kaldı ama insanı üzecek kadar az.
FİL (Loxodonta africana)
Serengeti’de bir zirveye çıktığınızı hayal edin ve altınızda gözün alabildiğince fil var. O kadar çoklar ki önce bunları volkanik tepecikler (Kopje) sandınız ama ağır ağır hareket ediyorlar, dönüyorlar, havayı kokluyorlar ve beslenmeye, tiz sesler çıkarmaya, guruldamaya ve onları birer Afrika fili yapan sayısız şey yapıyorlar. İşte bunlar hayvan dünyasının ünlüleri.
Afrika fili kara canlılarının en büyüğüdür. Yetişkin bir fil dört araba ağırlığındadır, 3.000 – 5.000 kilo. Onları görmeye alışkın insanları bile büyüklükleri ve ağırlıkları ile hayrete düşürür. Hem dişi hem de erkek filler yiyecek arayışı sırasında tam yetişkin bir ağacı bile kökünden sökebilirler. Bununla beraber parmak gibi kullandıkları hortumları ile ufacık tohumları, fıstıkları bile alabilirler.
Filler önceleri Afrika’nın Sahra güneyindeki her bölgede çokça görülen hayvanlardı. Ancak artan insan nüfusu ve kaçak avcılık onları genelde ulusal parklara ve koruma alanlarına doğru itmiştir. Yine de onlarla Afrika’nın çeşitli yaşam alanlarında, bataklıklardan ormanlara ve düzlüklerden geniş otlaklara kadar hatta Namibya çölünün sonsuz boşluklarında da, karşılaşabilirsiniz.
Sosyal Örgütlenme
Fillerin çoğu sayıları 2 ila 24 arasında değişen anaerkil sürüler halinde yaşarlar. Liderleri en yaşlı dişi olur ki bu da 60 yaşında bile olabilir. Bir sürü bir veya birkaç aileden oluşur. Her gurupta yaşlı liderin doğurgan kızları ve onları çocuklarından oluşur. Erkekler ergenlik çağına gelene kadar sürüde yaşarlar sonra ayrılır bekar sürüleri içinde veya yalnız yaşamlarını sürdürürler. Yağmur mevsiminin sonuna denk gelen çiftleşme döneminde filler 100 – 200 bireylik gruplaşmalar halinde birleşirler.
Fil toplulukları yaşa göre örgütlüdür, en yaşlı olan lider dişiden aşağı doğru. Yaşlı filler gençlere nasıl davranacaklarını ve muhtemelen çevreyi ve yiyebilecekleri nesneleri öğretirler. Sık sık yetişkinlerin gençleri hortumlarını veya seslerini kullanarak uyardığı görülmüştür. Sürü lideri üretkenliğinin çok ötesinde yaşar ve bu da o ek yaşam süresinde genç nesillere eğitim vermesi olanağı sağladığını düşündürür. Filler ve insanlarda görülen bu özellik hayvanlar arasında çok ender rastlanılan bir özelliktir. Diğer fillerin yemek yemeleri veya harekete geçmeleri konusunda lider dişi karar verir. Genelde hareket etmeyi veya yemeyi durduran odur ve sürünün diğer bireyleri ondan ve sürünün diğer bireylerinden en fazla 50 metre uzaklaşırlar. Bir tehlike anında da liderin etrafında bir araya gelir savunmaya geçerler.
Tipik Bir Fil Günü
Tipik bir fil günü o iri cüsselerini sağlıklı tutabilmek için 16 saat beslenmeyle geçer. Bu beslenme insanlar gibi öğünler şeklinde olur, sabah erken, akşamüzeri ve gece. Filler günde 4- 5 saat bir ağaca yaslanarak, yatarak veya ayakta uyurlar. Diğer zamanlarını yeni yiyecek, su birikintileri arayışı veya itişip kakışmakla geçer. Filler eğer su bulabilirlerse her gün su içmeyi tercih ederler ama su kıtlığı olduğu dönemlerde birkaç gün su içmeden de durabilirler. Görünen su kaynaklarından yararlandıkları gibi kuru nehir yataklarını ve bataklıkları kazarak ta suya erişebilirler. Su gereksinimlerini karşıladıktan sonra suda yuvarlanır, hortumlarıyla kendilerini yıkar ve aynı işlemi toz toprakla yaparlar ve bir çamur tabakasıyla bedenlerini örterler. Bunu kendilerini böcek ısırmalarından ve parazitlerden korumak için yaparlar.
Fillerin İletişimi
Fillerin çok geniş ve çeşitli görsel ve işitsel dilleri vardır. Bunlar bir annenin yavrusunu kuyruğundan iterek yönlendirmesinden kulaklarını öne doğru açarak korkunç bir şekilde saldırıya geçmesine kadar farklılıklar gösterir. Fillerde genel olarak iki türlü görsel iletişim vardır: saldırgan ve savunma veya baş eğme.
Saldırgan davranış genelde filin tehdide doğru yönelmesi, tüm cüssesini gösterme, kulaklarını öne doğru açarak kendisini olduğundan daha iri göstermeye çalışma ve sıklıkla da kafasını aşağı yukarı sallamayla belli eder. Fazla tehdit edilirlerse blöf yaparak hızla hücum eder ve hedefin yanından geçerler. Ancak bu tehdidi ciddiye alıyorlarsa veya ürktülerse hücum eder ve tehdit unsurunu yok etmek üzere temas kurarlar. Temas kurduklarında düşmanlarını dişleri ile havaya kaldırarak fırlatırlar veya yere yatırır ve üstüne çökerler.
Savunma veya baş eğme durumunda ise, kulaklarını vücutlarına yapıştırarak, sırtlarını yere doğru indirir, kuyruklarını yukarıya kaldırır ve hortumlarını sağa sola sinirli bir şekilde sallayarak geri çekilirler. Genç ve yavru filler ise hemen hortumlarının ucunu ya annelerinin ya da tehdit eden büyük filin ağzına pes dercesine sokarlar.
Fillerin en yaygın sesli iletişimleri ise gürlemek veya homurdanmak ve trompet çalar gibi bağırmaktır. Gürlemelerinin uzun süre karından geldiği düşünülürdü fakat sonradan ortaya çıktığı gibi meğerse onlar da bu homurdanmayı bizim bağırdığımız şekilde çıkarıyorlarmış. Filler homurdanmayı uzaklarla iletişim kurmak için kullanırlar. İnsan kulağının duyamayacağı tarzdaki derinden homurdanmaların kilometrelerce uzaktan duyulabildiği tespit edilmiştir. Bir fil kızgın, huysuz veya birden şaşırtılırsa homurdanması daha yüksek sesle olur ve gürlemeye benzer. Trompet çalar gibi bağırmada ise ses hortumlarından çıkar ve hortumu kasıp gevşeterek bir enstrüman gibi kullanırlar. Bu sesleri ya çok heyecanlandıklarında ya da çok kızdıklarında çıkarırlar. Eğer fillerle biraz zaman geçirirseniz iki değişik sese daha tanık olabilirsiniz; sızlanırcasına tiz bir ses ve çığlık. Yavrular korktuklarında bu tiz sesi çıkarırlar. Bu sesi duyduğunuzda eğer canınızı seviyorsanız sakın anne ile yavru arasına girmeyin. Çığlık sesi de yavruların sızlanma sesinin yetişkin halidir. Bu sesleri genelde üstünlük gösterileri sırasında veya aşırı derecede sinirlendiklerinde çıkarırlar.
Serengeti Filleri
1930’larda yeni gelen park bekçileri ve yöneticiler yalnız birkaç filin Serengeti’ye girişlerine tanık oldular. 1940 ila 1960’larda Serengeti’nin fillerin doğal yaşam alanı olmayıp o yıllarda o bölgeye ilk defa yerleşmeye başladıkları düşünülüyordu. Ancak eski avcıların ve kaşiflerin kayıtlarına bakıldığında görüldü ki 1900’lerden önce de filler Serengeti’de yaşıyorlardı. Fakat Doğu Afrika’daki 1880 ve 1890’lardaki fildişi ticareti sayılarını son derece azaltmıştı. Bu dönemde inanılmaz boyutlarda bir fil katliamı yaşandı ve kaçabilenler insanların ulaşamayacağı bölgelere kaçtılar. 1900’lerin başından itibaren düşen fildişi ticareti sonucu filler yeniden kendilerini toparlamaya ve yeniden eski yaşam alanlarına dönmeye başladılar.
Bundan sonra 1960 ve 1970'lerde Serengeti’de filler çoğalarak sayıları 2.460’a kadar çıktı. 1970’lerin ortasından 1980’lerin sonuna kadarki dönem filler için kara bir dönem oldu. Fildişi fiyatlarının bu dönemde artması sonucu kaçak avcılık birden hortladı ve fil nüfusuna büyük bir darbe indirdi. 1990’a gelindiğinde Serengeti’de kalan fil sayısı 500’e düştü. 400-500 kadarının Kenya’ya kaçtığı düşünülüyor. Kalan 1.500 fil ise katledilmişti. 1989 yılında dünya çapında fildişi ticaretine getirilen yasak yine fillerin imdadına yetişti. Günümüzde Serengeti’deki nüfusları tekrar 2.000’in üstüne çıktı. Fakat maalesef hala eskisi kadar olmasa bile fildişi ticareti yapılmakta.