Safari Gezimiz Bölüm 3 - Serengeti Düzlükleri

Ngorongoro’nun ardından uzun bir yolculuk sonunda adını hep belgesellerden duyduğumuz ünlü Serengeti Milli Parkı’na; namıdiğer Serengeti Düzlükleri’ne ulaşıyoruz. İlk izlenimimiz; gerçekten de her yer göz alabildiğine düz, yani bu isim boşuna verilmemiş. Zaten Serengeti kelimesinin yerel dilde anlamı da “sonsuz düzlük” demekmiş.

Serengeti Milli Parkı’na ilk girişte rehberimiz gerekli bürokratik işlemleri hallederken, biz de etrafı dolaşıyoruz. Hemen 5 dakikalık mesafede bir manzara alanı var ve biz de arabadan inmiş olmanın verdiği mutlulukla hemen oraya koşturuyoruz. Safarinin sanırız ki bizi en zorlayan yeri araçta geçirilen sürenin oldukça uzun olması. Bu hem belli bir parkta “game drive” yaparken hem de bir yerden başka bir yere giderken bu şekilde. Özellikle milli parklar arasındaki yollar oldukça kötü ve bu nedenle de 100 kilometreyi bile 2-3 saatte gittiğimiz oluyor. Hatta Serengeti Milli Parkı’nın içerisinde bulunan çökmüş ve hafif su basmış olan köprünün üzerinden de birkaç defa geçmek zorunda kaldık çünkü kaldığımız yere gidebilmemizin başka bir yolu yoktu. Yağmurun yağdığı bir gün suların da yükselmesinden dolayı köprüde ciddi bir su birikmesi olmuştu ve tam biz geçmeden evvel üzerinden yavru bir timsah karşı tarafa geçti.

Bugünkü planımız; parka giriş yaptıktan sonra safari yapa yapa kalacağımız yer olan Serengeti Tented Camp‘e varmak. Bize oldukça farklı bir deneyim yaşatan bu kamp için ayrı bir bölüm ayırmamız gerekiyor sanırız. Öncelikle yaptığımız safari turumuz boyunca Milli Park’ın içinde kaldığımız tek yer burası oldu ve Milli Park’ın içerisinde olmanın getirdiği en önemli farklılık da kalınan yerin çevresinde herhangi bir çit, duvar gibi koruyucu bir şeyin olmaması. Yani çadırımız tam olarak savananın ortasındaydı. Tabii ki bu sebepten dolayı kamp alanımızda özellikle geceleri alanı koruyan silahlı korumalar bulunuyordu ve çok gelişmiş silahlara sahiptiler. Örneğin bir akşam yemeğe gitmek istediğimizde (etraf çok karanlık ve vahşi hayvan dolu olduğundan doğal bir yöntem) bize verilen düdüğü çaldık ve 3-4 dakika sonra bir koruma geldi. Elinde tam olarak bir ok ve yay vardı.

Çadırımızın içinde yatakların bulunduğu bir bölme ve de tuvalet ile duşun bulunduğu ayrı bir bölme vardı. Her iki bölmede de birer ampul içerisini aydınlatmaya çalışıyordu. Tabii ki bu sadece akşam 22.00’ye kadar sürüyordu çünkü jeneratör bu saatte kapatılıyordu. Gecenin geri kalanı için çadırdaki mumdan başka bir imkânımız bulunmuyordu. Aynı zamanda çadırın içinde bir elektrik prizi de bulunmuyordu ve bu nedenle şarj edeceğimiz tüm cihazlarımızı restoran bölümüne götürüp şarj ediyorduk. Tüm bu imkânsızlıklara rağmen çadırın içinde, hemen yatağımızın yanındaki bir sehpanın üzerinde bir İncil bulunuyordu. Evet, belki elektriğimiz yoktu ama İncil’imiz vardı.

Tabii geceleri uyuma konusu ayrı bir zorluktu çünkü dışarıdan gelen ve bilmediğimiz onlarca sesi bastırıp uykuya dalmak o kadar da kolay olmadı. Hatta pek de uzak olmayan bir yerlerden aslanların kükremelerini de duyabiliyorduk. Aynı zamanda gecenin ortasında çadırımıza sürünen ve ne olduğunu hâlâ bilmediğimiz hayvanları da saymamız gerekir sanırız. Sonuç olarak kaldığımız bu çadır kampı bizim için oldukça maceralı oldu. Tekrar kalmak ister miyiz? Şuan değil ama daha sonra neden olmasın.

İlk gün kamp alanına gidinceye kadar şansımız yine yaver gitti ve bir çita daha görmeyi başardık. Aynı zamanda bu çita hareketli de olmadığından oturup biraz güzelliğini izleme imkânımız da oldu. Bunun yanında Ngorongoro’da olmayan ve bizim çok görmek istediğimiz ilk zürafamızı da gördük. Bir de gördüğümüz büyük suaygırıhavuzundan da bahsetmezsek olmaz. Sanırız en büyüğü ve en fazla sayıda suaygırının bulunduğu havuz bu ilk gün gördüğümüz oldu.

İkinci gün tüm günlük bir safari için yine yollara düştük. Serengeti Milli Parkı çok büyük bir park. Yaklaşık 15.000 kilometrekarelik bir alanı kapsıyor. Kaba bir hesapla İstanbul’un yüzölçümünün 9-10 katı kadar. Varın ne kadar büyük olduğunu siz düşünün. Bu kadar büyük olmasının da etkisiyle hayvanları görebilmek için uzun süreler gitmeniz gerekebiliyor. İkinci günümüzün başlangıcını güzel bir fil ailesiyle yapıyoruz. Aracımızın çok yakınından adeta bize sürünürcesine yolun karşısına geçişlerini izlemek bizi oldukça heyecanlandırıyor. Serengeti’de en çok gördüğümüz hayvanlardan olan zürafaları da sürüler halinde farklı yerlerde görme imkânımız oldu.

Yemek için herkes gibi biz de milli parkın içindeki dinlenme tesisine gidiyoruz. Burada yemek için ayrılmış bir alan var ve herkes yanlarında getirdiği kumanyaları açıp yemeğini burada yiyor. Yemeğimizi yerken tombul ve çok tatlı bir kemirgen de bize eşlik ediyor. Yemeğimizin ardından orada bulunan yerel bir rehber bizi dolaştırıyor. Burada büyük göçün ve Afrika’daki doğal yaşamın korunmasıyla ilgili yapılan çalışmaların da anlatıldığı genişçe bir alan bulunuyor. Burada her bir istasyonun başında duruyoruz ve rehberimizin anlatımını dinliyoruz. Kesinlikle yapın, oldukça bilgilendirici bir sunum oldu bizler için.

Bu dinlenme alanı oldukça çalılık ve çevrede de insanların yemek yemelerinden dolayı çok sayıda kuşa da ev sahipliği yapıyor. Kuşsever birisiyseniz sırf banklarda otursanız bile farklı cins birçok kuşu görme imkânınız olacaktır.

Yemeğimizin ardından safari turumuza devam ediyoruz ve rehberimiz bir ağacın üstünde leopar görüldüğünü söylüyor. Nereden biliyor derseniz; tüm safari araçlarında telsiz bulunuyor ve şoförler sürekli olarak birbirleriyle iletişim halinde kalıyorlar. Böylece birisi bir yerde ilginç bir hayvana ya da olaya rastladığında hemen diğerlerine bunu duyurabiliyor. Biz de bu gelen haberle beraber hızlıca oraya doğru yönümüzü çeviriyoruz ve nihayet Big 5 listemizde bulunan bir hayvanı daha görüyoruz. Leopar, savanada bulunan yırtıcıların belki de en utangaç olanı. Bu nedenle toprak üstünde görmek neredeyse imkânsız. Avını yakaladıktan sonra mutlaka bir ağacın dallarına çıkıyor. Hem avını burada tüketiyor hem de avına başka yırtıcıların ulaşmasını da engellemiş oluyor. Bizim gördüğümüz leopar yemeğini yeni yemişti sanırız ki kocaman bir göbeği vardı.

Ufak bir bölgede ilginç şeyleri ardı ardına görme imkânımız oldu. Leoparın bulunduğu ağacın çok yakınlarında genelde havuzunun içinde olması gereken bir suaygırını gördük. Rehberimizin söylediğine göre bu hayvanları dışarıda görmek pek mümkün değilmiş. Yani bu da baya bir şansımıza olmuş. Yine bugünün en ilginç manzaralarından bir tanesini ise bir ağacın altında yatıp dinlenen bir aslan ailesi oluşturdu. Saydığımız kadarıyla toplam 9 tane küçüklü büyüklü dişi aslan, tek bir ağacın altına uzanmış, güzel bir uyku çekiyorlardı.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; Serengeti’de beklediğimiz kadar çok vahşi yaşam göremedik. Sebebini ise Masai Mara’ya gidince anladık aslında çünkü bütün hayvanlar oradaymış. Safariye gelirken mutlaka hangi dönemde hangi hayvanların ağırlıklı olarak nerelerde olduğuna mutlaka bakın. Hayvanlar yiyecek peşinde sürekli olarak hareket ediyorlar ve onlarla beraber avcılar da aynı şekilde hareket ediyor. Yani Serengeti’de bir şey göremezken, Masai Mara’da inanılmaz görüntülere şahit olabilirsiniz ya da tam tersi. Ama ne yaparsanız yapın mutlaka ölmeden önce Afrika’da safari yapın.

SAFARİ GEZİMİZ BÖLÜM 1 - NGORONGORO FARM HOUSESAFARİ GEZİMİZ BÖLÜM 2 - MUHTEŞEM NGORONGORO KRATERİ

Not: Yazının daha bol fotoğraflı halini https://yoldaikigezgin.com blog sayfasında bulabilirsiniz.