Bir yolculukta sizin nelerin beklediğini bilmemek ve plan yapmamak emin olun planlı bir geziden kimi zaman daha güzel olabilir. Hele bir de tek başınıza çıktıysanız o geziye, biraz da heyecan olması çok normal. Gidilecek ülke Ortadoğu ya da Afrika ülkesi olduğunda ise adrenalini bir “tık” yukarı çıktı bilin.
Hayattaki sloganım her ne kadar "bilmek güzeldir" üzerine kurulsa da bu tip geziler için bu düşüncemin aynı olduğunu söyleyemem. 23:25'te Türkiye'den Mısır'a bu kez benim yolculuğum. Sina Yarımadası'nın tam ucuna yani Şarm El Şeyh'e. Mısır'ı 7 gün boyunca benimle birlikte gezmek istiyorsanız buyurun okuyun...
Şarm El Şeyh Havaalanı'na varmak yaklaşık 2,5 saatinizi aldı. Bu uçak yolculuğunda yanıma aldığım Mısır cep kitabımı yarıladım ki bu da o ülke için merak katsayımın yükselmesi anlamına geliyordu.
Akıllı telefonum bizimle aynı saat diliminde olduğunu gösterse de bu durumun yanlış olduğunu otele gidince anladım. Sanırım yaz saati uygulamasına geçmemelerinden kaynaklı ve bu durumda ülkemden bir saat gerideyim. Antalya'dan Akdeniz boyunca haritada elinizi güneye indirdiğinizde parmağınız önde Kıbrıs'ı teğet geçerek, Süveyş Kanalı'na girer ve oradan da geçmeyi başarırsa bilin ki artık Kızıldeniz'dedir parmağınız. Kızıldeniz'in doğusundaki yarımada Sina Yarımadası. İşte o yarımadanın ucunda Şarm El Şeyh'i göreceksiniz.
Mısır'a gelmek istediğinizde en az 1 ay öncesinden vize başvurunuzu mutlaka yapın ve 70 TL karşılığında vizenizi alın. Süre bakımından uğraştırma sebebi ise aramızda yaşanan siyasi problemler. Bana bu geziler için ne kadar bütçe ayırdığım çok soruluyor. Bu gezimin gidiş uçak bileti 105 TL, dönüş bileti 250 TL. Unutmayın 105 TL'ye bizim ülkede İstanbul'dan Antalya'ya otobüsle gidiliyor.
Havaalanında indikten sonra Türk bir çift ile tanıştım ve ortak taksi tutup ucuza getirme konusunda anlaştık ve 15 dolara bir taksiye atladık. Doğrusu Murat sağlam pazarlık yaptı. Benim otelim belli olmadığı için ben de onların gittiği otele gidip yerleştim ve böylece benim de bir otelim olmuş oldu.
Yerleştiğimiz otel Radisson Blu. Oldukça büyük ve güzel bir otele benzedi bu beş yıldızlı otel. Girince resepsiyonda ne olduğunu bilmediğim bir meyve suyu ile karşıladılar. Bu Mısır’da aldığım ilk tat. Sabahın 4'ünde kısa bir uykuya daldım ve saat 07:00'de gözlerimi o merak ettiğim şehre açtım. Açık büfe kahvaltısı bize biraz ilginç gelen yiyeceklerden oluşuyordu. Gözüme farklı gelen şeylerden seçmeye çalıştım ki bu ülkenin tadını yiyeceklerinden de alayım.
Kısa bir çarşı turu yapmak üzere otelden çıktığımda buraların Alanya, Kemer, Didim, Kuşadası tarzı çarşılara sahip olduğunu gördüm. Onlara göre biraz daha eski, biraz daha düzensiz. Ama garip olan bir şey saat 9:00'da hiçbir esnaf dükkanını açmamıştı. Bankaların açılma saati bile saat 10:00.
Tekrar otele dönüp bugün için bir dalış etkinliği yapmak üzere görüştüğümde hayal kırıklığına uğradım. Dalışın bugün olmadığını ancak yarın yapabileceğimi, bugün çok daha güzel etkinlikler benim için organize edebileceklerini söylediler. Bu söylediklerinin fazlasıyla doğru olduğunu şimdiden söyleyebilirim.
Dünyanın en önemli dalış bölgelerinden birisi olan bu bölgede bugün aslında daldım ama dalgıç kıyafetleri ile değil. Çünkü katıldığım ilk etkinlik Sab Marine denilen bir etkinlik. Yani denizin altındaki o nefes kesen 1.000'den fazla balık çeşidi ve 150 tür mercanın olduğu Ras Muhammed Ulusal Parkı'nda, özel olarak yapılmış Sab Marene'lerle yaptık dalışı. Sadece vücudumuz suya temas etmiyor bu dalışta. Yoksa daha bile keyifli olduğu söylenebilir.
Bu araç denizaltına benzeyen, ancak tamamen suyun altına batmayan, hem üzerinden Kızıldeniz'i izleyebildiğiniz hem de alt katı yaklaşık 2,5 metrelik cam pencerelerin olduğu ilginç bir deniz aracı. Mercanlara ve balıklara yakınlığımız o kadar güzel ki onları bu tür dipten bir araçla görmek çok eğlenceli geldi. 2 saatlik bu etkinliğe otellerden toplanan 15 kişilik bir turist grubu ile gittim. Aralarında tek Türk bendim. Rus turistlerin otelde ve tur etkinliğinde ezici bir çoğunluğu olduğundan balıkların tanıtımı Rusça yapıldı.
İkinci etkinliğim saat 15:00 civarında başlayıp beş bölümden oluşuyordu. Paket olarak satın aldığım 7 saatlik bu etkinlik kapsamında; çölde ATV turu, deve turu, akşam yemeği, Arap Gecesi ve gökyüzünü teleskopla izlemeden oluşuyordu.
Öncelikle diğer gruplarla birlikte bir toplanma bölgesinde toplanıp satın alınan paketlere göre gruplara ayrıldık ve yaklaşık yirmişerli gruplar halinde çöle doğru açıldık. Şuna dikkat ettim, turist çiftlerde genellikle ATV'yi kullananlar kızlar, takdir ettim doğrusu. Birkaçı ile Tarzanca da olsa anlaşmaya çalıştık.
1 saatlik bir gezinin ardından kayalardan oluşan bir bölgede kayaların arasından güneşin aşağı süzülmesini ve birbirimizi fotoğrafladık. Bu arada sürekli yanımızdan gelen, bizi kameraya alan bir cip ve fotoğrafçıların olması olaya daha bir keyif katıyor, kendinizi bir şey zannediyorsunuz. Kayalıklarda grup halinde bazı sözcükleri hep bir ağızdan yüksek sesle bağırdık ve sesimiz kayalardan bize tekrar dönüp yankı yaptı. Anladım ki bunun için bizi bu kayalara getirdiler. Sonra ATV'lere atlayıp bir bedevi çadırında yapılan çay ikramlarını kabul ettik.
Fas'ta şekerli nane çayından bıkmıştım, neyse ki burada çay normal. Üçüncü yolculuk develere binmek üzere başka bir yere yolculuktu. Orada da Fas'ta da bindiğim ve pek yabancı olmadığım develere bindik. Buradaki develer diğerlerine göre çok daha küçük.
Sonraki durağımız Arap gecesinin yapılacağı ve kenarında ışıklandırılmış kayaların bulunduğu ve şehir ışıklarını da görebildiğimiz alandı. Döşekler ve kilimlerle bezenmiş güzel çadırlarda oturup önce akşam yemeğimizi yedik. Annem aklıma geliverse de (her yurt dışı gezisinin her öğününde periyodik olarak gelir aklıma) yemekleri yerken zorlanmadım. Üzerimizin toz topraktan olması, ellerimizin motor yağı olmasından dolayı yemeğin temizliğini pek düşünmedim. Ama içime sinen bir yemekti: Pilav, makarna, tavuk, patates, salata.
Yemek yerken öncelikle Arap gecelerinin vazgeçilmezi dansöz çıktı sahneye. Diğer turistler aval aval bakarken bir Türk olarak tabi ki bana çok yabancı olmayan bir görüntüdür oryantal oyunu. Ama ablanın hakkını vermek lazım iyi kıvırdı. Sonrasında bir erkek çıkıp çok güzel bir Arap müziğinde ilginç renkli kıyafeti ile mühtiş bir sema gösterisi sundu. Aslında bizim Mevleviler gibi dönüyordu ama kıyafeti ile yaptığı ilginç biçimler ve müzik ile mevlevilerden kat kat güzel bir görsel şölen sundu bize. En son çıkan kişi ise eline aldığı ip ve sopalarla ateş dansı yaptı.
Bu gösterilerden sonra bulunduğumuz yerin hemen yanı başında teleskopla gökyüzünü izledik. Öncelikle bir kişi elindeki lazer ile gökyüzündeki yıldızları ve yıldız kümelerini bize tanıttı. Kişi sayısı fazla olduğu için teleskopla sadece Ay'a bakabildik. Bugün benim soyadım yeni "Yeniay" yoktu gökyüzünde. Ondan daha iyisi olan Dolunay vardı ve bu bizi daha şanslı yaptı. Teleskopla Ay'ın yüzeyini görmek, daha doğrusu gökyüzünü ilk defa bu kadar yakından canlı olarak görmek meraklı olduğum Astronomi'ye ilgimi bir nebze daha pekiştirdi.
Yeri gelmişken "Her Şeyin Teorisi" (Stephan Hawking'in hayatı) filmini tekrar önereyim sizlere. Gökyüzünü gözlemlerken Emre Kongar'ın o beğendiğim sözü yine aklıma geldi: "Astronomi ile Astroloji'yi karıştırdığımız için uygarlık savaşında ileri gidemiyoruz." O halde size bir tavsiye daha burçları bırakın ve astronomi okuyun. Emin olun yeni şeyler öğrendikçe, gazetedeki burcunuzun size söylediği şeylerden daha fazla mutlu edecek sizi. Geçenlerde evime gelip duvarımdaki terazi biçimli aynayı gören arkadaşım "Sen terazi burcuydun" değil mi demişti. Ben de evet dedim. Ama o terazi şekilli aynayı asmamın sebebi benim terazi burcu olmam değil, hukukçu olmamdı ve terazinin de hukukun temel değeri olan adaleti simgelemesiydi...
Bugün dolu dolu geçen ve birçok şeyi aynı anda yaşayabildiğim bir gündü. Otele geldiğimde aşk parçaları canlı olarak söyleniyordu ama yorgunluğuma yenilip odama kaçtım. Mısır tarihini okurken kitabın neresinde uyuduğumu bile hatırlamıyorum. Yarın Kahire’ye bilinmez başka bir yolculuk…