Uzun zaman geçti. Yazı yazmayı da en az seyahat etmek kadar özlediğimi itiraf etmeliyim. İki yıldır doğru düzgün deniz bile görememenin ardından Kurban Bayramı'nda kızlarla Muğla'nın bir kısmını da olsa keşfe çıkmaya karar verdik. Bu aynı zamanda benim son bekar tatilimdi. Tahmin edebileceğiniz üzere bir sonraki yazımda büyük ihtimalle balayım olacak.
Bayramın ilk günü akşamı Sabiha Gökçen'den uçağa atlayıp bol sarsıntılı bir uçuşun ardından Dalaman Havalimanı'na ulaşıyoruz. Bayram zamanı olmasına rağmen ucuza uçak bileti bulmamın sebebi biletimi erken almış olmam. Havalimanından çıktıktan sonra yolumuz Ortaca'ya doğru. Zira bu yakın arkadaş grubunun içinden biri Muğla-Ortaca'lı dolayısıyla bize ev sahipliği ve tur rehberliği yapıyor :)
Akdeniz ve Ege'yi ayıran Dalaman Çayı'nın üzerinde bulunan Dalaman Köprüsü'nden geçip Ortaca'ya ulaşıyoruz. Konum olarak gerçekten Muğla'nın ortası sayılabilecek bir yerde. İstediğiniz her yere gidişiniz en fazla 45 dakika sürüyor. Şehir merkezinde konaklanabilecek küçük oteller de mevcut. Muğla'nın diğer turistik ilçelerine göre daha sessiz ve kendi halinde bir yerleşim yeri. İlk gecemizi Vizyon-Baron adındaki mekanda bira içerek ve canlı müzik dinleyerek geçiriyoruz.
Ertesi sabah Sarıgerme Plajı'na gitmek için erkenden hazırlanıyoruz. Plaja giden yol sazlıklar ile kaplı. Yol kenarında bol miktarda göreceğiniz bahçesi çiçeklerle süslü evler sizi de kendilerine hayran bırakacaktır eminim. Plaja gitmezden evvel yol üzerinde Şadırvan Restoran'da kahvaltı molası veriyoruz. Gözleme, katmer ve bazlama ile midemize bayram ettirdikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Osmaniye köyünün içinden geçiyoruz. Burası da nispeten turistik sayılabilecek, Sarıgerme plajına oldukça yakın bir yerleşim yeri.
Ortaca Belediyesi Sosyal Tesisi'ne ulaşıyoruz. Burada isteyenler çadır kiralayabiliyor. Çadır kiralamış iseniz plaja giriş için hiçbir ücret ödemiyorsunuz. Normal giriş ücreti ise 10 TL. Arkadaşımın ailesine ait halihazırda bir çadır olduğu için bizden giriş ücreti almadılar. Boylu boyunca uzayıp gidiyor plaj gözünüzün önünde. Sahil boyu yürüyerek SARÇED'e geçiyoruz denize girmek için. Sahil boyunca oteller ve ücretli plajlar mevcut. Hava şansımıza baya bir rüzgarlı. Sörfçülerin ise keyfine diyecek yok. Terliklerimizi çıkarıp denizin içinden yürüyerek öğleden sonra güneşinin keyfini çıkarıyoruz. Epeyce bir yürüdükten sonra eşyalarımızı kumların üzerine bırakıp kendimizi denize atıyoruz. Boyumuz kadar dalgaların içine atlayarak çocuklar gibi eğleniyoruz saatlerce. En sonunda açlığımıza yenik düşüyoruz ve çadıra geri dönmeye karar veriyoruz. Geldiğimiz yolu aynı şekilde denizin içinden yürüyerek ve sahilin enfes manzarasının tadını çıkararak geri dönüyoruz. Arada fotoğraf molaları vermeyi de ihmal etmiyoruz.
Bu plajda Türkçesi 'Kum Zambağı' olan 'Pancratium maritimum' bitkisi bol miktarda bulunuyor. Bitkinin nesli ne yazık ki tükenme tehlikesi altında. Ve bunun en büyük sebeplerinden biri ise sahil şeritlerinde giderek artan yapılaşma faaliyetleri. Böyle bir güzelliği bu kadar bilinçsizce bir şekilde yok eden bir toplumda yaşıyor olmak ise şahsım adına geçekten üzücü bir durum.
Çadırımıza geri dönüyoruz. Bu çadırların içinde günlük hayatı idame ettirebilecek herşey mevcut. Sadece duş ve tuvaletler ortak. Çadırın önünde rüzgara rağmen ufak bir ateş yakmayı başarabildik. Gün batımının muhteşem manzarasında dört hatun yemeğimizi hazırlayıp afiyetle oracıkta yedik. Ancak akşam bişeyler içmek için Dalyan'a gitmek niyetinde olduğumuzdan yemekten sonra eşyalarımızı toplayıp çadırdan ayrılıyoruz. Arabaya doğru giderken diğer çadırlarda tatilini geçirmekte olan yazlıkçıkara takılıyor gözüm. Kimisi çadırının önünde kitabını okuyor, kimi dostları ile koyu bir sohbette, kimisi içerde televizyon izleyip örgü örüyor. Laptopunu dışarı çıkarıp film izleyenler bile vardı. Özetle herkes halinden memnun tatilinin tadını çıkarıyor.
Eve uğrayıp üst baş değiştirdikten sonra Dalyan'a doğru yola çıkıyoruz. Aracımızı park edip yürüyüşe çıkıyoruz. Yol boyu rengarenk, ışıl ışıl restoranlar ve dükkanlar gözümüze çarpıyor. El işi takılar ve hediyelik eşyalar satan tezgahlar zaten yazlık bölgelerde en sevdiğim görüntü. Arada bunlardan alışveriş yapmayı da ihmal etmiyoruz tabiki.
Jazz Bar isimli bir mekanda oturup birer içki sipariş ediyoruz. Alternatif rock tarzında çalan iki genç müzisyen çıkıyor mekanda. Pek tarzım olmasa da müzikal anlamda gerçekten başarılılar. Canlı müzik dinlemekten keyif alıyorsanız mutlaka uğrayın derim. Hatta kızlarla bir peçetenin üzerine istek parçalarımızı bile yazıp gönderiyoruz. :) Kırmıyorlar tabiki bizi fakat yazdıklarımızın tamamı repertuarlarında olmadığı için yalnızca benim isteğim olan ''Stairway to heaven'' çalınabiliyor. Eğlenceli bir akşamın ardından mekandan ayrılıp eve dönüyoruz. Ertesi gün yine erken kalkmamız gerekiyor zira.
Ertesi sabah yeniden yola çıkıyoruz. Göcek tünelinden geçip Fethiye'ye doğru ilerliyoruz. Tünelden geçiş 4.5 TL. Bir dipnot olarak belirtmek gerekirse HGS veya OGS bulunmuyor tünel girişinde. Eski usül gişe var. Göcek ve İnlice'yi geride bırakıp ormanlık yolların içinden geçerek ilerliyoruz. Mola vermek için Günlüklü Koyu'na sapıyoruz. Günlüklü Koyu'na giriş ücreti 17 TL. Bir kaç saat denize girip güneşlendikten sonra yeniden yola devam ediyoruz.
Biraz daha ilerleyip yol kenarında Katrancı Koyu'nu kuş bakışı gören enfes bir tepede duruyoruz. Küçük bir minibüsten bozma bir kebapçı var bu tepede. Katrancı Koyu'nun mükemmel manzarasına karşı kebap keyfi. Keşke aç gelseydik dedim içimden ama artık çok geçti tabi ki. Kısa bir fotoğraf molasının ardından yola devam etmek için ayrılıyoruz.
Nihayet Fethiye'ye ulaşıyoruz. Şehir merkezine uzakta uygun fiyatlı oteller mevcut. Bir çoğunun kendine ait havuzu bile var. Şehir merkezine yakın olmak istediğimiz için hemen karar vermeyelim deyip arayışa devem ettik fakat bayram zamanı olduğu için bırakın odayı boş yatak bile bulmak imkansız merkezde. En sonunda merkeze birkaç kilometre mesafedeki Kilim Apart Hotel'e dönüp yerleşmeye karar verdik. Bu esnada gece çıkıldığında dönüşte arabayı kullanacak şanslı isim ben olacağım için direksiyon başına geçmiş bulundum. Otele geçmeden önce içecek birşeyler almak için bir marketin önünde duruyoruz. Marketten çıktığımızda arabadan dumanlar çıktığını görüyoruz. Motor su kaynatmış ve ne yapmamız gerektiği konusunda en ufak fikrimiz bile yok. Neyse ki yoldan geçen kalabalık bir aile imdadımıza yetişiyor. Motorun soğumasını bekliyor ve bu arada aracın başında bişeyler içip cips yiyoruz. Bu da başımıza geldiğine göre gerçek bir road trip yaşamış olduk diye kendi aramızda eğleniyoruz. Motora yeniden su doldurup devam ediyor ve başımıza başka bir felaket gelmeden otele ulaşıyoruz.
Kilim Apart Hotel, oldukça rahat ve bizim gibi gelişi güzel bir şekilde gezen insanlar için lüks bile sayılabilecek bir otel. Oda-kahvaltı şeklinden apart oda kiralıyoruz. Bir yatak odası mutfağı ve salonda iki yatağı daha var odamızın. Dört kişi rahatlıkla konaklanabilecek kadar büyük. Oda-kahvaltı fiyatına akşam yemeğinin de dahil ettirip kişi başı 100 TL ödüyoruz. Odaya yerleştikten sonra koşa koşa havuza iniyoruz.
GoPro ile su altı fotoğrafı denemesi için mükemmel bir zamanlama. Cihazı aldığımdan beri ilk defa bu kadar verimli kullanabiliyorum. Akıllı telefonunuzdaki GoPro app ile cihazı kontrol edebiliyorsunuz. Kamerayı uygulama ile senkronize edip video kaydını başlatıyor ve havuza dalıyorum. Daha sonra videodan fotoğraf karelerini kesmek için açıp izlediğimizde gülmekten karnımızı ağrıtacak kadar komik görüntülerle karşılaşıyoruz. Yine de güzel kareler de yakalamış olmaktan dolayı gururluyum. GoPro ile ilk su altı denemem herkesten geçer not alıyor :)
Havuzda çocuklar gibi koşturup atlayıp zıplamanın bize vermiş olduğu yetkiye dayanarak açık büfe akşam yemeğine de aynı şekilde balıklama dalıyoruz. Yan tarafımızda milletler karması şeklinde oldukça gürültülü bir turist kafilesi var. Yemeğimizi yedikten sonra havuzun kenarındaki çardaklara yayılıyoruz ve birer kahve siparişi veriyoruz. Bu arada bardan yüksek sesle Serdar Ortaç, Demet Akalın şarkıları çalmaya başlıyor ve yaşlı turist kafilesi havuzun etrafında dans etmeye başlıyor. Kendi çaplarında eğlenmeye başlayan bu yaşlı teyzeler bizi de pas geçmeyip ''bak valla ben de senin düğününde oynamam'' diyen düğün sahibi akrabalar gibi bizi dansa kaldırmaya çalışıyorlar. İlerleyen saatlerde ise işin rengi değişiyor. Ankaralı Turgut ve muadili tarzda müzikler çalmaya başlıyor. Ağlasak mı gülsek mi bilemedik ve Fethiye'ye gidip birer içki içmeye karar verdik. Aslında bulunduğumuz otele yakın bir yerden Fethiye merkez'e giden dolmuşlar kalkıyormuş. Hatta otelin önünden geçtiklerini duyunca taksi çevirmekten vazgeçtik. Uzun bir bekleyişin ardından dolmuş geçmeyince taksiye binmek durumunda kaldık. Otelden Fethiye merkez 20 TL tutuyor. İstanbul ile kıyaslanınca her şehirde taksilerin ateş pahası olduğuna bir kez daha şahit olmuş bulunuyorum.
Sahil yolunda taksiden inip yürümeye başlıyoruz. Sahilden bakıldığı zaman Amintas Kaya Mezarları'nın sağında Fethiye Kalesi göze çarpıyor. Kesin yapılış tarihi bilinmiyor ancak 15. yüzyılda Rodos Şövalyeleri tarafından onarıldığı zannediliyor. Gece vakti olduğu için net bir şekilde fotoğraflama imkanım olamadı.
Paspatur Çarşısı'na doğru ilerliyoruz. Eski kent anlamına geliyormuş bu isim. Her yıl binlerce turiste ev sahipliği yapıyor bu mekan. Fethiye Marina'ya oldukça yakın ve konum olarak inanılmaz kolay ulaşılabilecek bir noktada. Halı, deri, kuyumcu mağazaları, gümüşçüler, hediyelik eşya dükkanları, aktarlar ne ararsanız var. Aynı zamanda bol miktarda restoran, bar, nargile kafeler ve gece kulüpleri de mevcut. 24 saat ayakta neredeyse. Fethiye'de görmeden dönmeyin listemin başında geliyor.
Çarşının ismiyle ilgili küçük bir efsane de varmış. Buna göre çarşı içinde yer alan Paspatur suyundan bir kez içen buraya bir daha gelirmiş. Hatta burdan bir daha ayrılamazmış. Önceki gidişimde bu sudan içmemiştim ama yeniden gittim. Bu gidişimde de içmedim ama yeniden gideceğime adım kadar eminim. Ama efsane adı üstünde sadece bir efsane.
Fethiye'de görmeden dönmeyin listesinin ikinci sırasında benim için balık pazarı yer alıyor. Yiyebileceğiniz en keyifli akşam yemeklerinden biri olacağının garantisini çok rahatlıkla verebilirim. Pazarın ortasında balık tezgahlerı yer alıyor. İstediğiniz tezgahtan gidip taze balığınızı ve deniz mahsülünüzü alıyorsunuz. Daha sonra bunları pazarın içinde dilediğiniz restorana götürüp pişirtebiliyorsunuz. Tabi oturmuş olduğunuz restorandan istediğiniz mezenizi, içkinizi, salatanızı da sipariş ediyorsunuz. Biz buraya daha önce yoga eğitmenliği sınavları için Kabak Koyu'nda geçirdiğimiz 4 günlük keyifli bir kampın sonunda 36 kişilik bir grupla gitmiştik. Gerçekten tadı hala damağımdadır orda yaptığım rakı-balık keyfinin. Denizden babam çıksa yerim hatta yanında da bir büyük içerim diyorsanız mutlaka ziyaret edin. Gerçi demiyorsanız da ziyaret edin. Her zevke uygun tatlar mevcut ne de olsa.
Çarşının içinde ne tarafa baktığınızın, hangi açıyı gördüğünüzün, ışığın hangi taraftan geldiğinin ya da kaç mm lens ile çekim yaptığınızın hiç bir önemi yok. Çektiğiniz her karenin kendine has bir güzelliği var. Yeter ki fotoğraflamak isteyin.
İsmi ''Şaman'' olan bu dükkan benim gibi Uzakdoğu meraklıları için cennet gibi bir yer. Eğitmenlik sınavları için geldiğim yıl hocamız bahsetmişti buradan. O zaman yaklaşık 1 buçuk saat gibi bir süreyi bu mağazada geçirdiğimizi hatırlıyorum. Tüm ürünler Tayland ve Hindistan'dan geliyor. Fiyatlar biraz yüksek de olsa bütçenize uygun seçenekler de bulabilirsiniz. Binlerce takı ve kıyafet var bu ufacık mağazada. Çarşı içinde kızlardan bir süreliğine ayrılıp bu dükkanı bulmak için yürüyüşe çıkmıştım. Bulamam yeniden diye düşünüyordum ki bir anda karşıma çıktı. Eski kamp ve yoga eğitmenliği günlerimi hatırlayıp gözlerimin dolduğunu da belitrmeden geçmeyeyim. Nişanlıma küçük bir hediye ve kendime bir kaç bluz aldıktan sonra istemeyerek dükkandan çıkıp kızların yanına gidiyorum.
Kızlarla ilk durağımız Car Cemetery Bar oluyor. Daha öncede belirttiğim gibi çarşı içinde her zevke uygun restoran ve bar mevcut. İster hafif müzik çalan retro bir pub, ister club, ister rock bar. Car Cemetery Bar'da pop-rock karışık müzik yapan bir grup çalıyor. İki bayan vokalisti olan başarılı bir grup. Fiyatlar da böyle bir tatil bölgesi için oldukça uygun. Biralarımızı içip gruba eşlik ederek müziğin keyfini çıkarıyoruz.
Car Cemetery'den çıktığımızda saat ilerlemiş oluyor. Club tarzı mekanların en hareketli saati. Hatunlar club'a gitmek istiyorlar. Club Ruj adındaki mekan'a geçiyoruz. Bangır bangır Demet Akalın tarafından karşılanıyoruz. Mekan olarak bakıldığında güzel ve şık bir mekan. Ancak club tarzı yerler çalan müzikler ve eğlence anlayışıma uygun olmadığı için bana pek hitap etmiyor. Onun dışında dediğim gibi club seviyorsanız aradığınız adrestesiniz. Megadeth'i en önden izlemiş bir metalci olmama rağmen içerdeki yüksek sese en fazla 15 dakika tahammül edebiliyorum ve kızlara iyi eğlenceler dileyip otele dönüyorum.
Sabah otelde kahvaltımızı yapıp küçük bir havuz keyfinin ardından yeniden yola çıkıyoruz Kayaköy'e doğru. Aslında ulaşımı çok kolay olmasına rağmen biz ne hikmetse kaybolduk. Daha doğrusu bir an için kaybolduğumuzu düşündük ve bir gün önce araba ile ilgili yaşadığımız sıkıntıyı hatırlayıp bu virajlı ve eğimli yollarda aracımız bozulursa ne yaparız diye tedirgin olduk. Buraya ulaşım için iki yol var: birincisi Fethiye Kalesi'nden güney yönünden ilerleyerek gidebileceğiniz eğimli ve ağaçlık bir yol diğeri ise Ölüdeniz-Hisörönü Mahallesi'nden geçerek ilerleyebileceğiniz yine bol yeşillik manzaralı olan yol. Her iki yolda da Kayaköy tabelaları mevcut. Biz ikinci yoldan gitmeye çalışırken kendimizi ilk anlattığım yolda bulduk. Tabelaları görmemize rağmen yanlış yolda olduğumuzu düşünmemizin sebebi ise ilk tabeladan sonra bir daha hiç bir yönlendirme ile karşılaşmamız oldu. Arabayı yol kenarına çekip gelen geçene soralım bari dedik. Şahsi araç yok ise Fethiye şehir merkezinden Kayaköy'e giden dolmuşlar da mevcut.
Manzaranın tadını çıkararak Kayaköy'e doğru ilerliyoruz. Harabelere doğru giden yol düzlüğe ulaştığında çevrede mavi pencereli beyaz evler görüyoruz. Yol kenarında apart oteller ve restoranlar da var. Ulaşım konusunda çok rahat olmamasına karşın konaklama için güzel bir adres. Bölgede aynı zamanda şarap evleri de var.
Aslında Kayaköy bir müze olduğu için giriş ücretli. Ücretin ne kadar olduğunu bilmiyorum. Çünkü biz arka taraftan tırmanarak girdiğimiz için bu gezinin ücrete tabi olduğunu çıkışta ücret toplayıp bilet satan görevliyi gördüğüm zaman öğrendim. Biraz tuhaf bir durum.
Burası terkedilmiş eski bir Rum köyü. Dar sokakları ve eski taş evlerin mimarisi ile ilgi odağı haline gelmiş. Evler dik bir yamacın üzerinde bulunuyor. Bölgedeki bilinen en eski yerleşim Likya uygarlığının Karymlassos kentine ait. Karymlassos Hayalet Kent ismi ile de anılıyor. Köyde kiliseler, hastaneler, okullar, dükkanlar mevcut. Daha doğrusu şuanki hali ile kalıntıları mevcut. Köyün çevresi trekking için oldukça müsait. Köyün içinde ise dar sokaklar boyu bazen yokuş inerek bazen çıkarak ilerliyorsunuz. Bu yollar boyu ilerlerken küçük tezgahlar ile karşılaşmanız da mümkün.
Kayaköy ile ilgili öğrendiğim en önemli detaylardan biri de bu köyün ülkemizde alt yapı sistemi olan ilk yerleşim yeri olduğu bilgisi. Kayaköy'de bulunan her evin kendine ait bir kanalizasyon çukuru varmış ve bunların hepsi daha sonra bir yerde toplanıyormuş.
Öğle sıcağında yokuş inip tırmanmanın sonucu olarak bitkin düştük. Köyün çıkışında gözleme yapan teyzelerin olduğu köy evi gibi bir yere geçip oturuyoruz. Teyzelerin pişirdiği gözlemeleri ve ayranı afiyetle mideye indirdikten sonra Hisarönünden geçip Fethiye'ye dönüyoruz. Sonrasında ise yolumuz yeniden Ortaca'ya.
İlk bölüm maceralarımız burada sona eriyor. Devamında bol deniz ve güeş dolu bir yazı için hazır olun :)