Her Daim Dingin İsviçre

Rigi, Alpler’in yüce bir tepesi. Pırıl pırıl bir nisan günü, Rigi Tepesi'ne gitmek için Zug’tan yola çıktık. Az gittik uz gittik. Trafik kurallarına harfiyen uyuluyor. Yeşilliklerin ortasına oturtulmuş düzenli, bakımlı evler, kiliseler... Kiliselerin çan kulelerinin siluetleri karşılıyor insanı. Her taraf yeşil yemyeşil… Yol boyunca büyüklü küçüklü kantonlar. Her kantonun okulu, kilisesi, bayrağı var. İsviçre Alpleri'nin en yüksekteki Rigi Tepesi'ne çıkmak için teleferikte görevli bekledik. Ortalıklarda kimse yoktu. Teleferiğe bindik ve kapı kapandı. Şaşırdık. Teleferik hareket etti. Bizim bulunduğumuz teleferiği hareket ettiren insanın Rigi Tepesi'nde olduğunu fark ettik. Lozan şehrinde bulunan metronun insansız hareket etmesi gibi.

Teleferik yükseldikçe, tepeleri soğuk bir ışık demeti sarıp sarmalıyor. Yamaçlar, vadiler soğuk ama dingin bir bekleyişteler sanki. Alpler kirlilikten uzak, göllere, köylere tepeden bakıyor. Teleferikle çıkarken, trenlerin kaplan gibi dağlara tırmandığını, inerken kırkayak gibi istasyonlarda durup soluklanarak indiğini görüyorsunuz. Bu mevsimde genellikle yağışlı ve sisli olurmuş bu dağlar. Bugün, bu tepede hem güneş hem yağmur hem de kar vardı. Yer yer bulut parçaları dolaşıyordu gökyüzünde. Rigi’nin karşısında Pilatus’un doruklarında beyaz bir gelin tacı vardı. Bu tepeden görülen dağ manzaraları eşsiz. Her yer derin bir sessizliğe bürünmüş.
Rigi’nin tepe noktasında dağ manzarası izleyen biz ve birkaç insan. Doğa tertemiz, görüntü, ses kirliği yok. Sessizlik, enginlere, derin vadilere siniyor. Hiç kirlenmemiş bir aydınlık. Uzaklarda, sivri, kayalık, keskin zirveli, beyaz başlı tepeler. Göğe başını uzatmış dağlarla çevrili dört bir yan. Bazıları, yere diz çökmüş. Önümüzde vadiler, düzlükler. Düzlüklerin ortasında büyüklü küçüklü göller... Lauern, Zug Gölü ve Dört Kanton Gölü. Güneşli yamaçlardan bulut gölgeleri geçerken sıra sıra göllerin parıltısı göz kamaştırıyor. Bir yanda, beyaz bir yanda yeşil bir yanda mavi. Aman ha görmesinler dedim kendi kendime galiba sesli düşündüm. “Buraya ne güzel HES olur!” diyebilirler. Neden doğa bu kadar korunuyor? Şu manzarayı sizlerle birlikte izlemek isterdim. Yeşillikleri. Alplerin, ağaçları, yeşili, çayırı, çimeni, çiçeği, bayırı bir başka.

İsviçre, barış görüşmelerinin de yapıldığı bir ülke. Tepedeki teleskopla uzakları daha iyi görme fırsatını yakaladık. Böylece Kıbrıs görüşmelerinin yapıldığı Bürgenstock’un ufuktaki tepelerin arkasında olduğunu da öğrendim. İnme zamanı geldi. Doğayı seven, onunla bütünleşen insanlar, yaşamlarının doğaya bağlı, onunla sürdürülebilir olduğunun bilincindeler. Çevremizde, ne bir çöp ne bir cam kırığı, ne de bir naylon poşet... Ülkemizde de isteyip bulamadığımız bir temizlik. Ülkesini seven, koruyan bilinçli bir toplum. 30 kilometre git, 50 kilometre sağa, 40 kilometre sola fark etmez manzara hep aynı. Her yer yeni oluşmuş tazelik kıvamında. Dağlar göller, akarsular.  Aynı noktadaymış hissine kapılıyorsunuz.

Bu sekiz gün boyunca, Alpler ’in en güzel manzaralarını izledim.  Bir yanda karlı dağlar, öte yanda çayırlar, çalılıklar, yol boyunca açan çiçekler, onların arasından gümüş renginde akan çaylar, bir anda karşınızda beliriveren şelaleler, pencereleri çiçeklik dolu ahşap evler, üzerinden zevk ve heyecanla geçilen köprü yollar, sık sık girilen kilometrelerce tüneller, minik köy istasyonları. Tünellerden ve köprülerden geçerken doğaya hiç zarar verilmediğinin huzuru ile geçiyorsunuz. Hepsi birer mühendislik harikası. Rampa çıkarken ya da inerken gözlenen görüntülerde iç huzurunuzla baş başa kalıyorsunuz.

“Heeey Heidi,  senin zamanında, senin yaşadığın yerlerde doğmak geliyor içimden. Saçlarımı topuz yapıp taktığım çiçeklerle, tepesi karlı yüksek dağlar olasım geliyor. Börtü,  böcek, çiçek,  kuş, yağmur, bulut,  rüzgâr, karayel,  gök gürültüsü, Şimşek olasım geliyor.” diye bağırdım dağlara doğru.

CHUR

Bugün de İsviçre’nin en eski kantonlarından biri olan Chur’ a gideceğiz. Sabahleyin erkenden yola koyuluyoruz. Güneşli; ama serin bir hava. Zug’tan bir buçuk saatlik yolculuktan sonra Chur’a geldik. İsviçre’nin en eski kenti. Milattan 5000 yıl önce kurulmuş. Chur, Ren Nehri ile Plessur Çayı'nın birleştiği yerde Parke taşından sokakları bize eski İstanbul sokaklarını anımsatıyor. Mimari yapısını korumuş, tertemiz bir kent Chur. İnsan ile doğanın uyumuna en güzel örnek. Ayrılmak istemedim. Gözümüzü doğadan, doğanın güzelliklerinden alamıyoruz. Elimde fotoğraf makinesi ile her yeri kayıt altına almak istiyordum. Her kare baş döndürücüydü Heidland’e giderken. Bu dağlar, roman kahramanı Heidi’nin dağları. Adını roman kahramanından alan Heidiland. Dağların eteğinde,  göller, dağlardan gelen kar sularıyla besleniyor. Pırıl pırıl masmavi sularında yeşilbaşlı ördekler yüzüyor. Çevresinde kayak yapılan tepeler, dağlarda gördüğüm “Keçileri kaçırmayan keçiler.”  

Açık yeşille koyu yeşil arasına toprak renginin dahi gözükmediği yer yer, sarı, al, kırmızı renkler serpiştirilmiş sanki. Her yer alabildiğine yeşil. Sarı, turuncu, mor renkli kır çiçekleri. Çayırlar, otlaklar, ormanlar. Açık yeşil çamlar, koyu yeşil köknarlar, kestaneler... Nemli, ılık topraktan fışkıran çimenler. Meyve ağaçlarının bir yarısı yaprak,  bir yarısı tohum bir yarısı çiçek, en güzel çağında. Uzaktaki dağlar, ayak bastığımız çayırlar gözü gönlü açıyor. Dağ taş, dere tepe ormanlarla, çayırlarla, ekili dikili alanlarla kaplı.  Yol boyunca açık sarıçiçeklerle donanmış tarlalar. Bu sarıçiçek açan bitki Raps’mış. Tohumlarından yağ elde ediliyormuş. Taze sütlerden yapılan hediyelik çikolatalarımı da Chur’dan aldım.

Çayırlarda otlayan inekler, keçiler bakımlı, besili. Her çayırlık, otlak elektrikli telle çevrili. Hayvanlar, bir başkasının yerine geçemiyor. Gözlerimi bu manzaradan ayıramadım. Oteller, kayak evleri, serin bir havada çıktık sonuna kadar. Chur’dan Zug’a dönerken Sargan Kalesi’nde kafede dinlenip kahvelerimizi içtik ve Zug’a döndük.

ZUG

İsviçre’yi araştırdığımda Zug’da yaşayanların ülkenin en zengin kişileri olduğu yazıyordu.  Kuzenim Zug’da ikamet ediyor. Gerçekten en güzel manzaralardan birine sahip, huzurlu bir kent. Kaldığım süre içinde  hep etrafı izledim. Birbiriyle barışık ve dost insanlar Avrupa’nın en yüksek dağ kütlesini, durgun göl suyu eşliğinde huzurla seyrediyorlardı. Dağların üzerinde rengârenk paraşütler dolaşıyor. Burada kimsenin kornası ötmüyor!

Yollarda radar ve kesilen cezalar sürücüleri dikkatli olamaya zorluyor. Şehir içi sürat 50. İsviçre'de yola hangi canlı çıkarsa çıksın, araç duruyor, Trafik ışıkları uygun olmasa bile öncelik canlılarda. Korna yok buralarda. Kimse korna çalmıyor. Kimse yol benim demiyor.  Yani kimsenin kornası ötmüyor! Yaşlılar, hastalar,  bebekler rahat uykusunda. Evinde misafir olduğum kuzenim, "İsviçreliler, nüfusu artırma çabası içinde değiller." dedi. Doğanın içinde, modern çağı, sessiz sakin huzurluca yaşayan insanlar.  Eğitimsiz insanlarla dolu sokaklar yok. Kentsel tarihe ve estetiğe önem vererek, hayvanları dost ve sevimli yaratıklar olarak görüyorlar.

İsviçre’de dikkatimi çeken, kentlerde her bireyin doğaya rahatlıkla açılmasını sağlayacak önlemlerin alınmış olması, göl ve nehir kenarlarındaki bisiklet ve yürüyüş yolları, yeşil parklar, kalabalıkta yaşamamaktan dolayı huzur duyan insanlar. Tabii ki eğitim düzeyi çok yüksek. Hayvanlarına ve bitkilerine özen gösteriliyorlar.  Nüfusu artırıp kaynakları fazla insanla bölüşmek zorunda kalmamışlar. İnsanlar bir arada yaşamaktan oldukça mutlular. Her şey planlı. Kentsel tarihe ve planlamaya çok özen göstermişler.. Zug’da da bol bol fotoğraf çektim. Doğa gerçekten çok etkileyici. Uluslararası ekonomi ve finans çevreleri, Zug şehrini, para cenneti olarak değerlendiriyorlarmış.

LUZERN

İkinci gün için Zürih’in güneyindeki Luzern'e gitmeye karar verdik. Bu rotada İsviçre’nin en güzel manzaralarına rastlıyor, göl ve arkasını süsleyen karlı dağların manzarasına doyamıyorsunuz. Luzern aynı isimli göl kenarında yer alan turistik hoş bir kent. Luzern Köprüsü; “İnsan eliyle yapılan en uzun ahşap köprü” unvanını taşıyor. Reuss Irmağı üzerinde kentin sembolü. 1333 yılında yapılmış, 1993'te yangın sonucu büyük zarar görmüş ve 1994 yılında yeniden yapılmış.204 metre uzunluğunda. İlginç bir tasarım. Motorlu araçlar giremiyor. Yanında sekizgen Wasserturm (Su Kulesi) var. 19. yüzyıl yapımı olup 43 metre yükseklikte ve kule ilk hapishane olarak kullanılmış. Çok sevimli bir köprü. Çiçeklerle süslemeleri ayrı bir güzellik katmış. Tablo gibi, hem seyretmesi hem de gezmesi zevkli. Luzern’in simgesi. Tarihe sahip çıkmanın da güzel bir örneği. İsviçre’ye gittiğinizde görülmesi gereken belli baslı yerlerden bir tanesi. Şapel Köprüsü tam anlamıyla tarih kokuyor. Görülmeye değer. Köprü çevresinde bir gezinti iyi gider. Köprüyü izleyerek kahvenizi için.

GRÜNİNGEN

Üçüncü gün Grüningen’den arabayla, kuzeydeki Schaffhausen şehrine bir saatlik yolculukla gittik. Dünyanın en güzel 10 şelalesi arasında bulunan Rhine Şelalesi kente yaklaşık 3 kilometre uzaklıkta Avrupa’nın en büyük şelalesi özelliğine sahip. Turistlerin oldukça ilgisini çekiyor. Şelaleye üstten bakınca görsel bir şölen sunuyor size. Basamakları indikçe su damlacıkları yüzünüze çarpıyor. Gökkuşağının renkleri köpük ile dans ediyor. Şelalenin ortasında duran yüksek kayalık, yıllar boyunca çok az aşınmış. Doğa muhteşem, şelalenin oluşturduğu gölcüğün kenarına kurulmuş kafelerde kahve içmek çok zevkli. Şelale köpükleri üzerinde turist teknelerinin maceralarını izleyebilirsiniz.

İlkokul çağında okuduğum hikaye kitaplarının içindeydim sanki. Etler, sebzeler hormonsuz, taze lezzetli. Para ile değeri ölçülemeyecek kadar değerli yiyecekler. İsviçre; insanın yaşamak isteyeceği bir ülke. Her şey insan için yapılmış. İnsanlar birbirine saygılı ve her şey düzenli. Her yer yeşillik olmasına rağmen balkonlarından çiçekler sarkıyor. Hayran kaldım temizliğine-yeşilliğine, her yerde olduğu gibi trafikte araba kullananlar yayalara olan saygınlığına. Beni çok etkiledi. Parkların güzelliği... Sessizliğini ve güzelliklerini unutmak mümkün değil.

Sevgili dostlar; doğası çok güzel. Çok dakik, çok temiz, çok düzenli, çok pahalı, çok sakin, çok huzurlu, çok çok çok…“çok”ların ülkesi. İstanbul’a dönme vakti geldi. İçim kıpır kıpır. Nisan ayının son haftası -  mayıs ayının ilk haftasında Zürich merkezli bir Kuzey İsviçre gezisi yaptım. Aklımda kalanları sizlere yansıtmaya çalıştım. Hava sıcaklığı ortalama 16 - 17 derece,  gezinin tümü çok etkileyici idi. Özlediğim ülkem çok daha güzel. Eksik olan sanırım düzen ve kültür. "Vatan toprağı gerçekten bir başka tatlı" diyor İsviçre’de yaşayan kuzenim İsmet.  Kısa bir alışveriş sonrasında gezime son noktayı koydum.

Yine görüşmek dileğiyle….