İlhamını Esirgemeyen Güney Fransa

Dünyanın en güzel ve en çok ziyaret edilen seyahat noktalarından biridir Güney Fransa. Uzun sahilleri, rengarenk mimarisi, deniz ürünlerinin ağırlıklı olduğu mutfağıyla her yıl pek çok turistin uğrak noktası olması çok şaşırtıcı değil elbette. Fakat söz konusu Güney Fransa olunca sadece Nice,Cannesve St. Tropez üçgeninde kalmak da pek doğru değil. Nitekim bölgenin her şehri ve hatta her köyü ayrı bir çekiciliğe, tarifi zor bir büyüye sahip. Öyle ki tarih boyunca pek çok sanatçı bu büyüye kapılmış, en verimli dönemlerini buradaki küçük kasaba ve köylerde geçirmiş. Hayatının büyük bir kısmını Fransa'da geçiren Fikret Mualla örneğin. Rahatsızlığının artmasıyla tedavi görmek üzere bir güney kasabasına yerleşmiş ve bir daha Paris’e hiç dönmemiş. Yalnız o da değil... Picasso’dan Van Gogh’a sanat tarihinin unutulmayacak isimleri Güney Fransa’nın ilham saçan atmosferinden nasiplenerek çok sayıda değerli esere imza atmış. İşte sanatçıların kendilerini alamadıkları bu ilham kaynağını biraz anlamak, Güney Fransa’yı daha yakından tanıyıp kendine alternatif bir rota çıkarmak isteyenlere birkaç güzel öneri...

Aix-en-Provence: Cezanne’ın izlerini takip edin

Lavanta kokulu sokakları bir yana en çok ünlü ressam Cezanne’ın şehri olarak bilinir Aix-en-Provence. Marsilya’dan yarım saatlik bir tren yolculuğuyla ulaşabileceğiniz bu küçük şehir, tarihi ve kültürel dokusuyla favoriniz olmaya aday. Gündüzleri dar sokaklarında dolaşmaktan, akşamlarıysa sokak konserlerinde dünyanın en kaliteli şaraplarını yudumlamaktan sıkılmayacağınız bir tatil vadediyor. Üstelik haftanın üç günü kurulan şahane bir pazarı var. Güneyin her türlü lezzetini bulabileceğiniz, hem gözlerinize hem de damak tadınıza hitap eden gerçek bir şölen bu pazar. Ziyaretinizi kısa tutmak zorunda kalırsanız üzülmeyin. Nitekim yaklaşık üç saatte tamamlayabileceğiniz bir yürüyüş parkuru hayatınızı kurtaracak. Yerdeki Cezanne sembollerini takip etmeniz gereken parkur boyunca bir taraftan sanatçının doğduğu evi, atölyesini ve şehirdeki diğer izlerini görecek; diğer taraftan da hızlı bir şehir turu yapabileceksiniz. 


Antibes: Güney sahillerinin yeni durağı 

Cote d’Azur’un incileri olarak anılan Nice ve Cannes arasında konumlanmış, en az onlar kadar keyifli bir kıyı şehri Antibes. Ülkenin en önemli yat limanlarından birine sahip. En çok da bu özelliğiyle turist çekiyor. Mimarisi ve plajlarıyla tam bir Akdeniz şehri; ama özellikle de mutfağıyla… Öyle ki burada yiyeceğiniz midyenin tadı başka yerde zor bulunuyor. Aralarında Max Ernst, Picasso gibi isimlerin de bulunduğu pek çok sanatçıya ev sahipliği yapmış vaktiyle. Üstelik Picasso’nun buradayken yaptığı eserler, zamanında Monaco kraliyet ailesinin yaşadığı Grimaldi Şatosu’nda sergileniyor. Şehrin her yerinden kolaylıkla görülebilen şato, artık Picasso Müzesi olarak anılıyor. Antibes’in bir başka sürprizi ise Absinthe Müzesi. Burada uzun yıllar yasaklı kalan içkinin tarihine yolculuk yapabilir; bir taraftan da kristal bardaklarda servis edilen Absinthe’in tadını çıkarabilirsiniz. 


Arles: Teras Cafe'ye yolculuk

Van Gogh’un en meşhur işlerinden biri olan "Teras Kafe" isimli eserini bilirsiniz. Hatta belki de o kafeye oturup etrafı izlemeyi hayal edenlerdensiniz. “Peki ama nerede bu kafe?” diye soracak olursanız yolunuzu mutlaka Arles’ye düşürmelisiniz. Çünkü Teras Kafe, tıpkı Van Gogh’un resmettiği gibi sizleri bekliyor bu küçük şehirde. Marsilya’ya 90 km uzaklıkta olan Arles, tam bir açık hava müzesi. Nitekim her sokakta ayrı bir sergi ile karşılaşmak mümkün. Ayrıca Van Gogh’un "Ayçiçekleri” serisi, “Arles’deki Yatak Odası”  gibi en önemli işleri, Maupassant’ın başyapıtı kabul edilen "Güzel Dost" başlıklı romanı gibi pek çok eser burada hayat bulmuş. Siz de en yakın zamanda kendinize bir fırsat yaratıp Arles’nin dar sokaklarında dolaşarak şehrin sanatsal ruhuna kendinizi bırakabilirsiniz. 


Lourmarin: Kaliteli şarabın adresi 

Söz konusu Fransa olunca zihinlerimizde ilk beliren şeylerden biri de kaliteli şarap oluyor. Lourmarin, ülkenin şarap rotalarından belki de en kıymetlisi. Nitekim Chateau de Lourmarin sunduğu seçenekler sayesinde bu amaçla yola çıkan herkesi baştan çıkaracak kadar iddialı. Yaklaşık bin kişilik nüfusuyla şehirden çok küçük bir köy burası. Üstelik binlerce yıl öncesine ait bir havası var. Şarap tutkunları haricinde turistler tarafından henüz keşfedilmiş sayılmaz. Dolayısıyla sessiz ve huzurlu bir tatil vadediyor ziyaretçilerine. Yemyeşil bir ormanın içinde konumlandığı için özellikle ilkbaharda görülmeye değer bir görüntüsü var. Öte yandan ünlü yazar Albert Camus’nun mezarı bu köyde bulunuyor. Bir dönem Lourmarin’de yaşayan yazar, bir trafik kazasında hayatını kaybettikten sonra buraya gömülmüş. Bu küçük yerleşkenin hemen yanı başında bulunan ve değirmenleriyle dikkat çeken Bonnieux de ziyaretinizin güzel bir eklentisi olabilir, denemekte fayda var. 


Sète: Balıkçı köyünden kıyı kentine

Küçük bir balıkçı köyünden kıyı kenti olma yolunda ilerleyen Sète, Güney Fransa’nın belki de en can alıcı destinasyonlarından. Montpellier yakınlarındaki bu küçük kasaba, bir tarafına St. Clair Dağı’nın heybetini, diğer tarafına ise Akdeniz çekiciliğini alıyor. Languedoc bölgesinin en güzel sahillerinden birine sahip. Rengarenk kepenkleri ve çiçekli süslemeleriyle güneyin mimarisine Sète de ayak uyduruyor. İlk bakışta St. Tropez’ye çok benzediği bile düşünülebilir. Burada yapılması gereken turistik aktiviteler sayıca fazla olmasa da ziyaretçilerinin gönlünü yerel hayatın cıvıltısıyla fethediyor Sète. Nitekim balıkçıların hakimiyetindeki günlük hayat bile ziyadesiyle hareketli burada. Ünlü Fransız yönetmen Agnes Varda’nın bu kasabada çekilen 1955 yapımı “Paralel Yaşamlar"ı izleyenler bilir, enerjik ve samimi bir yer Sète. Bu yüzden de bir-iki günlük bir ziyareti fazlasıyla hak ediyor.