Kaliforniya’nın Sonoran Çölü’nün güneydoğu köşesi, kendilerini “son özgür insanlar” olarak tanımlayan son derece ilginç bir yerleşim yerine ev sahipliği yapıyor.
Çöldeki seyrek maden kasabalarının, tozlu çiftliklerin arasından geçtiğinizde, Meksika sınırına 45 mil kala sizi onlarca yıldır terk edilmiş bir kontrol noktası karşılıyor. Bu kontrol noktasının hemen yanındaki elle boyanmış tabelada ise şu yazı göze çarpıyor:
“Muhteşem Slab Şehri’ne Hoş Geldiniz.”
II. Dünya Savaşı’ndan kalma Camp Dunlap askeri üssünün geride bıraktığı beton levhaların adıyla anılan şehir bugün teknik olarak bir kasaba tanımlamasına sahip olmasa da, burası kesinlikle bir yerleşim yeri. Evet belki elektrik, su, kanalizasyon gibi temel altyapıları bulunmuyor, bölgede herhangi bir yerel yönetim veya polis gücü yok ama bu Slab City sakinlerinin yaşamak için bu bölgeyi seçmelerindeki en önemli sebepler.
Sağlık hizmetlerine erişimin neredeyse imkansız, su kaynaklarının da son derece sınırlı olduğu Slab City, dünyaca ünlü kanunsuz topraklar arasında gösteriliyor.
Slab City: Çölün Ortasında Bir Kaos ve Yaratıcılık Adası
Slab City’nin sürekli değişen nüfusu genel olarak sanatçılardan, maceraperestlerden, evsizlerden ve toplumsal düzenin dışında kalmayı tercih edenlerden oluşuyor. Kış aylarında sayıları iki bini bulan bu insanlar Slab City’de toplumsal normlardan ve kurallardan uzak, kendi belirledikleri yaşam tarzına sadık bir yaşayış sürüyorlar. Evet, burada devletin düzenlemeleri ve kuralları geçerli değil. Bu durum her ne kadar Slab City’nin kendine özgü kültürünü oluştursa da birçok güvenlik zafiyeti oluşturduğunu göz ardı etmemek gerek.
Gelelim Slab City için “Yaratıcılık Adası” başlığını atma sebeplerimize. Slab City kimilerine göre bir cenneti tanımlayan bu kuralsızlık ortamında ziyaretçilerini oldukça etkileyici bir görsel şölenle karşılıyor. Şehir sokak sanatı ve diğer yaratıcı projeler için adeta bir açık hava galerisi gibi.
Tabi burada şehir kelimesi biraz yanlış bir adlandırma, yukarıda da bahsettiğimiz gibi Slabs adı verilen sakinlerin ana elektrik şebekesine bağlantıları yok, bizim için son derece sıradan olan hizmetlerden -mesela çöplerin toplanması!- muaflar, daha doğrusu tüm temel haklardan desek daha doğru. İnsanlar çoğunluğu kurtarılmış malzemelerden inşa edilen barınaklarda ve olabildiğince sade kamp alanlarında yaşıyorlar. Yazın çöl sıcaklarının dayanılmaz yüksekliklerle ulaşması nedeniyle sayıları 100-150’lere kadar düşse de kış mevsiminin başlamasıyla tüm Slab City’liler gönülden bağlı oldukları şehirlerine geri dönüyorlar.
Slab City’de her sokağın bir ismi var, mahalleler de kendine özel kuralları ve kültürleri olan küçük kamplardan oluşuyor. Gezerken yiyecek satan birkaç işletmeye ve küçük bir kütüphaneye rastlıyorsunuz. Tabi birçok insanın Slab City’nin girişinde bulunan ünlü Salvation Mountain (buna ayrı bir başlıkta değineceğiz)’dan öteye gitmediğini düşünürsek, bu işletmeler de yalnızca şehrin sakinleri tarafından kullanılıyor. Burada Airbnb’den kiralanan birkaç yer de bulabiliyorsunuz.
Yani özetle Slab City’nin hangi yönden bakarsanız bakın kendine özgü bir görünümü var. İster Sanatçılar Kolonisi, ister evsizler şehri, ister anarşi yuvası olarak adlandırın (veya haber kuruluşlarının tanımıyla "anarşinin minyatür bir fiili yerleşim yeri") dev lastikler, ilginç sanat eserleri, yanmış ve asla yeniden inşa edilmemiş evler, boyanmış karavanlar ve kazıklarla tutturulmuş çadırlarla dolu Slab City gerçekten de bambaşka bir dünya.
Salvation Mountain
Eğer ünlü Into the Wild filmini izlediyseniz Salvation Mountain’a da aşinasınızdır ama bilmeyenler için bu sanat eserinden özel olarak bahsetmek istedik. Slab City’nin dünya çapında üne sahip olan sakini Leonard Knight tarafından yaratılan bu sanat eseri, kerpiç, saman ve yüz binlerce galon kurşunsuz boyadan yapılmış. Knight’ın, çoğu şehirli tarafından çöp olarak nitelendirilebilecek atık malzemeyi toplayarak yarattığı bu eseri görmek için her gün en az elli ziyaretçi buraya geliyor, tabi dağın ötesine geçmekten imtina ederek.
Folk Art Society of America’nın 2000 yılında “Korunmaya değer bir halk sanatı alanı” ilan ettiği Salvation Mountain, çok sayıda duvar resmiyle, Hristiyan sözleriyle ve İncil ayetleriyle bezeli ama hikayesi de en az sanat eserinin kendisi kadar etkileyici.
Aslen Vermontlu olan Leonard Knight 36 yaşındayken “Tanrı Sevgidir” mesajını tüm dünyaya duyurmaya karar verdi ve dünyanın en büyük sıcak hava balonunu inşa etmeye koyuldu. Fakat daha proje tamamlanmadan Nebraska sıcağı balon kumaşını çürütmeye başlayınca 1984’te Güney Kaliforniya’ya geldi. Buradaki denemesi de başarısız olunca Slab City’ye taşındı ve dört yıl boyunca çimento, kum ve çöplükte bulduğu eşyalardan bir eser meydana getirdi. Fakat bu kez de çimentonun ve molozların ağırlığı galip geldi ve dağ çöktü.
Knight’ın azmi gerçekten de takdiri hak ediyordu, sanatçı pes etmeyip ertesi sene bu kez yerel malzemeleri kullanarak yeni bir dağ inşa etmeye başladı. Kerpiç, kil ve saman kullanarak yaptığı bu dağ eskisine göre çok daha yüksek ve çok daha sağlam olmuştu. Yıllar içinde ziyaretçilerin bağışladığı boyalarla (500.000 galon kullanıldığı tahmin ediliyor) bugünkü etkileyici görünümüne kavuşan Salvation Mountain’ın yaratıcısı bugün hayatta değil, eseri ise kar amacı gütmeyen bir grup insana emanet. Bu gönüllüler anıtın acımasız çöl ikliminde hayatta kalabilmesi için gereken boya ve saman katmanlarını günlük olarak eklemeye devam ediyorlar.
East Jesus Sanat Komünü
East Jesus Sanat Komünü, Charlie Russel isimli bir sanatçının yüksek teknoloji alanındaki işini bırakarak tası tarağı toplayıp Slab City’e taşınır taşınmaz hayalini kurmaya başladığı bir sanat enstalasyonu. Burning Man festivalini andıran bir havaya sahip olduğunu söyleyebileceğimiz komün, bugün büyük ölçekli sanata adanmış 30 dönümlük geniş bir müze. Elbette bir giriş ücreti yok ama eser yaratmaya devam edebilmeleri için gerekli araç gereçleri alabilmek için küçük bağışçılarla varlığını idame ettirmeye çalışıyor. Atıksız ve sürdürülebilir bir dünyanın olanaklarını görmek için haftada binlerce kişinin buraya geldiğini düşünürseniz, East Jesus’un etki alanı konusunda biraz daha fikir sahibi olabilirsiniz.
Hurda heykellerin, eski lastiklerden inşa edilmiş fillerin, manken parçalarının sergilendiği bu büyük açık hava müzesinde eserlerini sergileyen ve kendisine “Wizard” ismini veren eski bir alkol danışmanının Slab City betimlemesiyle yazımıza son verelim:
"Akıl hastalarının çölde kendi oyun alanlarını inşa etmelerine izin verirseniz olacağı budur."