Bütün yaz gelmesini beledikten sonra en nihayetinde Lizbon'dayız :) Arkadaşımın vizesinin çıkmasını son ana kadar beklediğimizden epey heyecanlı bir bekleyişti doğrusu... Cumartesi gece yola çıkacaktık ve Cuma günü ancak pasaportunu alabildi konsolosluktan. Portekiz vizesinin epey meşakkatli olduğunu ve Macaristan konsolosluğu üzerinden alındığını hemen yeri gelmişken anlatayım...
Yola çıkma hikayemize başlamadan... Ola ki Portekize gidecekseniz ve öncesinde geçerli bir vizeniz yoksa mecburen bu ülkeden vize başvurusunda başvuracaksanız sizi Macaristan konsolosluğuna yönlendiriyorlar. Site üzerinden randevu alıyorsunuz ancak bizim gibi 1 ay önce sayfayı ziyaret ederseniz süprizle karşılaşıyorsunuz aylar sonrasına randevu veriliyor.
Tabi ki aracı kurumları kullanmak için bir oyun! Konsolosluğu arayıp seyahatimize 1 aylık zaman olduğunu (vize almak için yeterince zamanımız var yani ) ve nasıl olur da 2 ay sonrasına randevu verdiklerini sorduğumda hemen aracı kurumlara yönlendirdiler. Biz de kendimize yakın gelen bir vize aracı kuruluşunu seçip yolumuza devam ettik..İlerde bu vize işine el atıcam biri bana hatırlatsın! ne paralar dönüyor!
Belem kulesi
Macaristan konsolosluğunda sistem değişikliği olduğu için 3 gün de çıkacak vize 1 ayda anca çıktı efendim... Tuğba'nın "ya çıkmazsa,çıkmıycak biliyorum,hissediyorum" olumsuz enerjileri arasında arada sırada bana da "çıkmazsa bir de" hissiyatları doğmadı değil :) neyse ki iyi enerjileri çağırdık ve ilk vizesi olmasına rağmen cömert davranıp 6 ay vermişler :) şimdi artık yola çıkalım değil mi?
Yaklaşık 5 saatlik bir uçuşla bizden 2 saat geride olan Lizbona 10:30 sularında vardık. Gitmeden önce ana hatlarıyla neler yapmak istediğimizi konuşmuştuk. Normal şartlarda ben her güne plan yapar yola öyle çıkarım bu kez planlamayı Lizbon'da yapmaya karar verdim. Gitmeden önce yaptığımız tek plan havaalanında lizbon kart almak oldu çünk herkesin az çok bildiği gibi Lizbon tepelerden oluşuyor ve yürümek her zaman kolay olmayacaktı. Tramvay ve finüküler kullanacaktık.
Üstelik Turist bilgilendirme ofisine uğradığımızda öğrendik ki özellikle görmek istediğimiz sintra ve cascais'e giden trenleri de bu kartla kullanabiliyoruz. Yani kart (pek çok şehirde gereksizdir) Lizbon' da epey hesaplı dolaşmanızı sağlıyor. 72 saatlik kart için 38.50 Eur verdik kişi başı ve kartın bir güzel özelliği daha ne zaman kullanırsanız o zaman geçerli oluyor ( enteresan bir nokta kartın üstünde ilk kullanım saati ve tarihini yazacağınız alan var müzelerde buraya bakıyorlar yani size güveniyorlar :) manyetik kart sadece ulaşım araçlarında okutuluyor ) havaalanından şehir merkezine metro var ancak bağlantılı hatlarla bizim otelimize en az 3 metro hattı ve bir de finüküler kullanmamız gerektiğinden ve yine dayanamayıp bavulları doldurduğumuzdan ( özellikle ben :)) kartı ertesi gün sintraya giderken aktif hale getirmeye ve otele taksi ile gitmeye karar verdik. Taksi diğer avrupa şehirlerinde ki kadar pahalı değil havaalanı şehre 15-20 dk mesafede ve yaklaşık 12-18 eur arasında tutuyor.( ilk gün için ve dönerken bavullarınız varsa mantıklı ulaşım aracı)
Jardim do Príncipe Real
Otelimize vardık bavullarımızı odaya koyduk ve kendimizi yollara attık ve küçük çaplı bir kaybolma yaşadığımızı ancak akşam otele dönerken fark ettik :)) ( kaybolmak güzeldir şehirlerde kaybolun :)) Bu şehirde heryerden deniz zannettiğimiz Teco nehrinin göründüğünü ancak ilk günün akşamında fark ettim ( bu da benim yanılgım olsun ilk güne dair ).Suyu görünce haritayı da ona göre tersten okumaya çalışırken akşama oteli bulmakta zorlandık ama yine de bulduk :)
Efendim ilk günümüz oduğundan kendimizi şehrin akışına bıraktık ve fotoğraf makinesi elinde Tuğba ve ben bulduğumuz her güzelliği seyrede seyrede nehre kadar indik...ilk gün kendimizi yemek konusunda zorlamayalım dedik baktık acıkmışız da gördüğümüz deniz kenarındaki (istasyonun o taraf) mc donalds'a atı verdik. Karnımızı da doyurunca yürümeye ve keşfe devam ettik.Nehir kenarından yürümeye devam ettik karşımıza güzel bir beyaz kubbe bina çıktı ne müzesi bu neresiymiş diye bakınırken baktık ki bloglarda okuduğumuz önerilen toplu restaurantlardan birine gelmişiz (arasak bulamayız ki arayıp da bulamadığımız dibimizde olan yerler vardı).
Mercado da Ribeira
Mercado da Ribeira
Time out Mercado da Ribeira, Cais de Sodre tren istasyonunun karşısında bir toplu yemek alanı.isterseniz taze deniz ürünlerini alıp evinize gidebilirsiniz ya da ortada yer alan masalarda arkadaşlarınız ailenizle birlikte yiyebilirsiniz.Bize pek hitap etmedi yemek kokusu iştahınızı kapatıyor. Ama ben kokudan etkilenmem gördükçe de yiyesim gelir diyenlerdenseniz burası size göre. Sizi bu güzel binada bırakıp biz yolumuza devam ederiz...
Biraz daha yürüyüp istasyonun ilerisinde Nehir kenarında soluklandık biraz fotoğraf çektik. Köprüyü seyreden insanlarla birlikte biz de bu şehrin ışığına kapıldık. İlk izlenimimiz güzeldi. Şehirde ilk soluklanmanız da "iyiki geldim" diyorsanız o şehir sizi tekrar çağırır demedi demeyin ;)
Praça do Comercio
Praça do Comercio
Dinlendik manzara seyrettik yürümeye devam... Karşımıza bu sefer yine bloglarda Lizbonla ilgili her fotoğrafta karşımıza çıkan kocaman bir meydan Praça do Comercio (Ticaret Meydanı) nehrin hemen kenarında... Hemen arkasında Arco da Rua Augusta (Augusta kapısı) ve ona doğru nehre koşan rua Augusta caddesi... Manzara güzel insanlar güzel.
Kaleyi görüyoruz uzaktan gidelim istiyoruz ama daha fazla da yürümek fikri pek hoşumuza gitmiyor... Tuktukları görüyoruz yukarı doğru yürürken. Lizbonda her yerde tuktukları görmeniz mümkün... Yokuşları tırmanamayan insanların tercihleri olsa gerek diyoruz. Ben bir pazar araştırması yapıyorum bakalım ne diyorlar diye. Çok pahalı gereksiz olduğuna hızlıca karar veriyorum uzaklaşmak istiyorum ama ne mümkün. 30 eurodan başlayan pazarlık nerdeyse 10 euroya kadar düşecek... Prensip olarak olumlu enerji almadıysam ortamdan 5 eur ya düşseler uzaklaşırım..hoşlanmadım ve yolumuza devam ettik...kaleye çıkmak için 15 eur kabul ettiler bu arada fiyatları vereyim 50 eur kale ve civarında mekanlar için alıyorlar. Bence gereksiz yürüyerek yada tramvay kullanarak lizbon kartınız yoksa bile daha keyifle daha ucuza dolaşabilirsiniz. Yukarı yürüyerek otelimize doğru yol alıyoruz artık...
Rua Agusta
Akşam olmak üzere üstümüzü değiştirip listemizdeki restoranlardan birine gidicez... Haritadan bakıyorum bakıyorum bir türlü bulamıyorum oteli sonunda taksiye biniyoruz ve yakın mesafedeki otele gidiyoruz (taksici de başta yanlış anlayıp bizi 1 sn ötedeki snt. justa asansörüne götürüyor neyse zar zor tekrar otelin yerini gösterdim haritada götürdü). Takside ilerlerken haritayı yanlış tuttuğumu otelin iki tarafından da nehrin göründüğünü keşfettim ki yıkıldığım andır :) taksiye binmeyip defalarca önünden geçtiğimiz finükülere binip yukarı çıksak otele varacakmışız ki otelimizin yerinin de ne güzel olduğunu anlamış olduk meğer her şey yanı başımızdaymış :) hatalı yoldan ne zaman dönerseniz dönün kardır...
Miradora
Üstümüzü değiştirip kendimizi bu kez doğru yoldan rossio meydanına doğru yollara atıyoruz. Otelimizin hemen yakının Miradouro de São Pedro de Alcântara bulunuyor. Miradouro seyir terası anlamına geliyor ve şehrin heryerinde güzel manzaralarıyla sizi bekliyorlar..yemeğe geçmeden burada biraz oturuyor bu parkın seyir terasının keyfini çıkarıyoruz... Dürbünlerle şehri izleyebiliyorsunuz burada ayrıca akşamları özellikle sokak sanatçıları müzik yapıyor onu da bir akşam keyfini çıkararak dinledik :)
Miradora
Churrasco Restaurante
Churrasco Restaurante
İlk akşam için bloglarda lezzetine epeyce atıfta bulunulmuş bir tavukçuya gittik.. Tavukçu dediğime bakmayın tabi restoran. Finükülerle restourades metro durağına inip yolun karşısına geçtik ama bir türlü gidemedik sürekli yolumuzdan alan bir şeyler var bizi :) Bu seferde bir cadde üstü cafede müzik bizi çağırdı. Bir grup çok da eğlenceli müzik yapıyordu biraz onları dinledik... Sonra midemizden gelen zil seslerine kulak verip Churrasco Restaurante'ye yöneldik... Yorumlar çok lezzetli gözünüzün önünde pişecek tavukları yiyeceksiniz şeklinde...
Yanlız bizim damak tadımıza göre öyle muhteşem şeyler beklemeyin. Evet lezzetliydi ama bizim alıştığımız şekillerde pişmediğinden beklediğiniz gibi gelmeyebilir, nitekim Tuğba kendi yediği köri soslu tavuğu çok beğenmedi (tavuk tam yarım şeklinde bütün haliyle geliyor :) bu şekilde yemeğe alışık değilseniz menüyü iyi inceleyin derim ) şaraplar güzeldi onlara lafımız yok nerede şarap içsek beğendik.
Gloria finüküler
Yemeğimize yine bir sokak sanatçısı müziği ile eşlik etti. Avrupayı bu yönüyle seviyorum. Her yerde müzik ve huzur. Bizde olsa sokakta durmana izin vermezler! Neyse anladınız işte :) İlk akşam için fazla yorulmaya gerek yok diyerek otelimize dönüyoruz muhteşem (!) kocaman(!) rahaaat(!) yataklarda uyumak için... Otelimiz konumu çok güzel,çalışanları yardımsever olmasına rağmen yatakları konusunda aynı güzel sözleri söyleyemiyoruz... Otantik eski tip yatakların çıkardığı seslerden gece uyumak oldukça zor.
Penna sarayı
Penna sarayı
Penna sarayı
Penna sarayı
2. gün için erkenden yollara düşüp rossio tren istasyonundan sintra trenine biniyoruz.40 dk süren bir yolculuk sonrasında Sintra merkezine varıyoruz .Tren istasyonundan çıktığımızda bloglarda yazılanlara istinaden yürüyerek gidebileceğimizi düşünüp soruyoruz nerden yürüyebiliriz yön neresidir Pena sarayı için.Ancak öğreniyoruz ki öyle yürümelik bir yol değil 1 saat sürer belki fazla diyorlar. Gidiş-dönüş 5 eur kişi başı otobüsler var oraya giden saraylara ulaşımı sağlayan onlarla gidin diyorlar (akıllıca!) tren istasyonundan çıktığınızda sağınızda kalan duraktan kalkıyor bu otobüsler hangi hatta nereyi görebileceğiniz yazıyor.
Penna sarayı
Biz öncelikle gözümüze en güzel görünen sarayı Penna sarayını görmeyi sonrasında avrupanın en uç noktası olan Coba do Roca'yı ve ordan da cascais sayfiye şehrini görmeye karar verdik. Hemen başında söyleyeyim eğer vaktiniz varsa kesinlikle sabah erken saatte sintra'ya gitmelisiniz ve bir tam gün ayırmalısınız.
Penna sarayı
Tek bir sarayı dolaşmamız bile saatler aldı. Penna sarayı için az biraz bilgimiz olsun önceleri kilise olarak kullanılıyormuş bu amaçla yapılmış ve meşhur 1755 depremi ile neredeyse yıkılmış. Kral ve kraliçe 1842 yılında saray olarak kullanılmasını istemiş ve buna göre inşa edilmiş.
Penna sarayı
Penna sarayı için az biraz bilgimiz olsun önceleri şapel klise olarak kullanılıyormuş bu amaçla yapılmış ve meşhur 1755 depremi ile neredeyse yıkılmış. Kral ve kraliçe 1842 yılında saray olarak kullanılmasını istemiş ve buna göre inşa edilmiş.
Penna sarayı
Masal gibi bir yer bolca fotoğraf çekeceğiniz bu nedenle de epey vaktinizi alacak bir yer. En tepede olduğundan gerçekten yürüyerek ancak 1 saatte çıkılabilir, evet bahçe içinden ormanlık alandan yürümekte keyifli olabilir ama günlerce burada kalacaksanız ve bol vaktiniz varsa!
Aman dikkat planlama açısından.diğer sarayların dış görünüşleri beni çok çekmedi vakit kaybetmeye gerek görmedim ama dediğim gibi diğerlerini de gitmişken görmek gerek vaktiniz varsa tam gününüzü sadece sintra'ya ayırıp tüm sarayları gezebilirsiniz.
Penna sarayı
Penna sarayı için lizbon kartınız varsa indirimli olarak yararlanabiliyorsunuz biz 9 eur verdik kişi başı fiyatlar değişebilir tabi ki siz gidene kadar fikriniz olması için yazıyorum ;)
Otobüsten indiğinizde 4 ağaç kulube göreceksiniz buralardan biletlerinizi alabiliyorsunuz.
Penna sarayı
Eğer sarayın sadece teraslarını gezmek isterseniz ayrı içini de gezerim derseniz ayrı fiyatlama var.
Penna sarayı
Bence içine de girin gezilesi bir yer.keyifle her köşesini gezebilirsiniz yüksekten korkmuyorsanız muhteşem fotoğraflar da çekebilirsiniz.
Bu arada otobüsten indiğimiz yerden saraya ulaşmamız için de bir 10 dk yürümek gerekiyor yürümem derseniz onun için de 3 eur ya shuttle var. Dönüş için aynı yerden otobüsle sintra merkeze gidliyor ve sonraki istikamet için yine gidiş dönüş aynı fiyatla diğer otobüslere binebiliyorsunuz.
Caba da Roca
Biz Caba da Rocaya geçip ordan da sintraya dönmeden denize girmeyi planladığımız cascaise geçtik. Yol uzun yaklaşık 1 saat sürüyor. Avrupanın en uç noktası olması dışında bir deniz feneri dışında birşey yok isterseniz turist ofisinden Avrupa kıtasının en uç noktasındaydım sertifikasını alabiliyorsunuz bence turist tuzağı o nedenle biz daha sağlam bir şey yapıp fotoğralarımızı çektik herkes gibi :)
Caba da Roca
Caba da Roca
Rüzgar şapkalarımızı defalarca savursa,tehlikeli atraksiyonlara bizi sevk etse de bence Lizbona kadar gitmişken burayı da pas geçmeyin. 15 dk'dan fazla durmayacağınız bir yer ama zaten biz gezginler insan ömründe bir kez yapılacak şeyler için yaşamıyor muyuz? :)
Sonraki durağımız cascais son durak tren istasyonun arkası otobüsten inince sokaktan kaşıya geçiyorsunuz küçük bir plaj sizi karşılıyor.artık akşam üstü olması nedeni ile su soğuktu ama keyifliydi.
Cascais plajı
Eğer deniz tatili yapmak istiyorsanız 1-2 gün bu sayfiye kasabasında konaklayabilirsiniz. Lizbon'a 10 dk bir trenler var 40 dk da varıyorsunuz. Aynı treni Beleme giderken de kullanıyorsunuz.
Cascais plajı
Akşam plaj sefamızı da yaptıktan sonra hemen plajın biraz ilerisinde tren istasyonunun karşısındaki bir restoranta gidiyoruz. İtalyan ve hint mutfağını sunuyorlar. Makarna yiyerek geziyi sonlandırıyoruz. Servis ve yemek güzeldi tavsiye ederim. Fiyatlar da Lizbon ortalamasında yani uygundu.
Bir tren yolculuğu daha yapıp lizbona dönüyoruz dönüşte cais sodre durağında inip metroya geçmemiz gerek turnikelerden geçerken önümüzde ilerleyen bayan döndü ve "Türksünüz" dedi :) ben de hep aynı tepkiyi veriyorum. Özellikle lizbon gibi turistlerden çok gezginlerin tercih ettiği yerlerde. Metroya ilerlerken sohbet ettik biraz Brezilyadan dönüyormuş aktarma için 1 gün Lizbon'da konaklayacakmış. Çok hoşuma gitti tabi benim, hemen kafamda bir gün hayal ettiğim Arjantin ya da Brezilya (ya da ikisi bir arada) turu yaparsam aktarmalı uçup Lizbonda biraz vakit geçirebilirim düşüncesi :) Sürekli seyahat hayal etmek böyle bişi işte...
Neyse biz Lizbon'u anlatmaya devam edelim. Salı günümüzü Belem'e ayırmıştık. Kilise, kule, müzeler bir yana aklımızda Belem turtası yani Nata denilen tatlıya kavuşmak vardı. Ne hayallerle gittik düştük yollara bir bilseniz :) Gittik ne oldu? Az sonra :)
Kaşifler anıtı
Belem'e Cais Sodre istasyonundan trenle gidebilirsiniz (25 nolu tramway ile ve otobüslede gidebiliyorsunuz ama ineceğiniz durağı bilmeniz ve ineceğim demeniz gerekirmiş önceden ve yaklaşık 40 dk sürermiş. Tüm bunları otelimizdeki görevliden öğrendik.)trenle yaklaşık 15 dk sürüyor ve tam da Jeronimos manastırının hizasında iniyorsunuz. Biz sıralamayı önce Kaşifler anıtı ordan Belem kulesi yapıp oradan geri yürüyerek en son manastıra varmak yaptık çünkü hemen manastırın devamındaki Pastais belem ve onun ilerisindeki krailyet arabaları müzesini görmek istiyorduk. Nata ları öğle vaktine tatlı yiyebileceğimiz bir aralığa getirmek istedik. Üstelik çokta mantıklı oldu. Kaşifler Anıtından sonra karşıya manastıra gelmek isteseniz üst geçitlere geri yürümeniz gerekiyor ve sonra tekrar Belem kulesi için o tarafa geçmeniz gerekiyor.Yani anlayacağınız naçizane önerim eminim sizde trenden inince aynı planı yaparsınız.Önce nehir kenarında Kaşifler anıtı ordan Belem kulesi sonra hemen kulenin ordaki üst geçitten geçip Manastır tarafına geçmek.bu arada arada kalan Ulusal müze ve kültür merkezini de vaktiniz varsa gezebilirsiniz. Bu kadar söylem yeter... Gelelim Kaşifler anıtına kim yapmış neden yapmış.
Padrão dos Descobrimentos
Kaşifler anıtı
15-16. yüzyıllarda Tejo nehrinden başka yerleri keşfetmek için denize açılan denizciler anısına yapılmıştır ve yelkenleri açık bir karavele benziyor. 52 metre yüksekliğindeymiş kule epey yüksek gelmişti banada :) Lizbon kartınız varsa 4 eur vererek terasına çıkıp Belem ve Tejo nehri manzarasını izleyebilir fotoğraflayabilirsiniz. Biz çıktık pişman değiliz keyifliydi asansörle çıkıp Merdivenle iniyorsunuz. 1940 yılında Portekizli sanatçılar Cottinelli Telmo ve Leopoldo de Almeida tarafından yapılan anıt önce dayanıksız olarak yapılmış sonrasında anıttaki figürlerden biri de olan Prens Henry'nin ölümünün 500. yılı nedeni ile 1960 yılında beton olarak sağlamlaştırılmış. Namı diğer Denizci Henry anıtta en öndeki kaşif oluyor efendim Onun arkasında dünyaya keşifleriyle ufuklar açmış 30 kaşif var.
Belem kulesi
Anıtın yanında beresinde fotoğraflarımızı çekilip hemen önünde yere yapılmış piri reis haritasını inceleyip,tepesine de çıktığımıza göre görev tamamlandı! İstikamet Belem kulesi ileri!
Belém Kulesi (Portekizce: Torre de Belém)
Belem kulesi
16. yüzyılın başlarında Vasco da Gama anısında yapılan kule gotik mimarinin devamı ve lizbonda çokça göreceğiniz manuelin tarzında yapılmış ve UNESCO tarafından Dünya mirasları listesine alınmış. Şehrin önemli simgelerinden biri olup pekte şirindir.Kuleye doğru ilerlerken hemen önündeki parkta bir sürü yeme içme amaçlı küçük karavanlar gördük ki sonra çok şirin pötikare örtüler üstüne oturmuş insanlar gördük..bir yerlerden aldıklarını düşündük çok şirindi hasır sepetler çiçekler ve örtüler) tabi ben dayanamadım hemen sordum nereden aldınız örtüleri? Meğerse hemen yandaki karavandan yiyecek aldığınızda burada oturup sandviçlerinizi yemeniz için yapılmış. Biz bir şaşır bir sevin (mutlaka o örtülerde oturmalıydık :) yaşasın piknik !) hemen sandviçlerimizi aldık biralarımızı alıp manzaranın keyfini çıkardık. Karşıda Belem kulesi yanınızda arkadaşınız ( sevgiliniz olsa pek romantik olur ki öyle yapanlar vardı :)) ohh deymeyin keyfinize.Bakınız aşağıda biz :)
Yani efendim yolunuz düşerse buyrunuz oturunuz yiyiniz içiniz mekanın keyfini çıkarınız derim üstelik 5 eur sandviçlerde güzel.
Belem kulesi
Keyif kısmısını da yaptıktan sonra kuleye doğru ilerledik. Bu şirin kuleyide içine girip gezebilirsiniz ama çook sıra olduğu için biz girmeyip dışardan gözlemlemeyi tercih ettik. Açıkçası zaten kaşiflere çıktık yüksekten gördük birde sıra bekleyip burdan görmeye gerek yok dedik. Kulenin orda da yine Türklerle karşılaştığımızı da unutmayalım bir grup öğrenci (muhtemel erasmus öğrencileri) yaşanan terör olaylarına üzüntülerinden suya notlar yazıp Türkiye'ye sesleniyorlardı : ) Hayat işte...
Kule ve çevresinde çok eğlendik ama gün bitmeden belem turtasına kavuşmak için şimdi gitme zamanı...kulenin biraz ilerisinde üst geçiti kullanarak karşıya geçiyoruz ve istesekte vakitsizlikten içine giremeyerek Belem kültür merkezi ve müzeyi es geçip jeronimos manastırına varıyoruz.
Jerónimos Manastırı
Jerónimos Manastırı (Portekizce: Mosteiro dos Jerónimos) 1501 yılında inşaatına başlanmış ve 70 yıl sürmüş. İnce işlemeleri muhteşem bu manastırın yapımının finansmanı yılda 70 kg altına mal olmuş ve baharat ticareti ile karşılanmış. Etkilenmemek elde değil...
Manastırın üst katına çıkıp mutlaka yukarıdan kilise kısmını izleyin gerçekten büyüleyici bir etkisi var.
Pastais Belem
Tuğba'nın ve benim midelerimiz artık Turta turta diye dövünmeye başladığından bir bilene sorup Pastais Belem'i sorduk ki gerek yokmuş manastırdan Lizbon yönüne doğru yürüdüğünüzde yaklaşık 500 metre ilerde gerek kuyruktan gerek güzel kokulardan anlarsınız yerini :)
Pastais Belem
Dışarıdaki kuyruk paket almak isteyenlerin sırası siz beklemeyip eh yorulmuşsunuzdur da içeri girip boş yer varsa oturun derim.
1 porsiyonda 2 nata getiriyorlar.tadından emin olamadığımız için biz önce 1 porsiyon alıp tadına baktık sonra 1 porsiyon daha aldık.Milföy hamuru içine puding konmuş gibi tanımlayabilirim sanırım benim gibi sütlü tatlıları şerbetlilere tercih edenlerin seveceği bir tad. Güzel Lizbon' a gittiyseniz mutlaka deneyin derim ama pek çok blogda yazıldığı gibi nata için gidilir demeyeceğim. Bizim gibi yemek tatlı kültürü gelişmiş bir ülkede sıradan bir tatlı.Zaten savaş yıllarında rahibeler tarafından yapılan bir tatlıymış.Anlayacağınız gitmişken yenmelik güzel bir tad ama öyle uğruna ölünmez (lafın kısası bir katmer değil)
enerjimizi de aldığımıza göre yola devam!
Ulusal At arabası Müzesi
Museu Nacional dos Coches, (Ulusal At arabası Müzesi)
Bina eski bir binicilik okuluymuş, 1726 yılında İtalyan mimar Giacomo Azzolini tarafından yapılmış. Dünyadaki en geniş Kraliyet arabaları koleksiyonu burdaymış. Sindirella olası geliyor insan..ah ah diye iç çekerek o günlerde yaşasak nasıl olurdu diye düşnüyoruz... Müzenin üst katında O muhteşem arabalara binen Kraliyet ailesinin portreleri var. Ayıp olacak ama biz çok eğlendik..içlerinde çook ilginç tiplemeler var:)
Ulusal At arabası Müzesi
Bu kadar müze ziyareti yeter diyerek yuvamız evimiz otelimize geri dönmek için tren istasyonunun yolunu tutuyoruz. İstasyon dediğim iki sıra tahta bank! Bir gar aman bir istasyon beklemeyin ,şaşırmayın.
Akşamın mekanı ,önünde sıralar oluşan yer bulmak için saatlerce beklenen pek meşhur (Ayhan Sicimoğlu önerisidir) Ramiro (cervejariaramiro.pt) İki metro durağının arasında independente de inip aşağı yürüyebilirsiniz ya da Martim Moniz de inip yukarı yürüyebilirsiniz. R.Palma caddesi üzerinde.Zaten caddede yürürken fark etmemeniz imkansız ,önünde hep sıra var :) Ben akıllı davranıp gitmeden mail ile rezervasyon yaptırdım.Hemen uyarayım hangi saati veriyorlarsa orda olun aman diyim bizim gibi geç kalmayın. Hemen yerinize başkalarını alıyorlar.Biz biraz rahat davrandık ve otelden geç çıktık finükülerin hareket etmesini bekle durağı bul filan derken nerdeyse 30 dk geç kalınca onlar da bize " e biraz bekliyceksiniz" dediler.Neyseki çok beklemedik.
Ramiro
İğne atsan yere düşmez şekilde kalabalık mekan oldukça da büyük aslında.Sıramız gelip masamıza alınınca tablette gelen menüyü incelemeye başladık.Balık restoranı diye gittiğimiz mekanda balık yoktu :O eminim ki çok lezzetli ama bize uygun olmayan deniz canlıları içinden birtek sarımsaklı karidesi gördük kendimize yakın ve sevindik .En azından yiyebileceğimiz birşey bulmuştuk.Biz karidesle yetinirken yan masalarda tabak tabak garip yaratık yiyen komşularımız bize acımıştır eminim :)
Aç kalmadık buna da şükür diyerek karidesimizi yiyip ekmeği suyuna banıp geceyi sonlandırmak üzere otelimizin yakınındaki parka gittik...Biraz keyif yapıp sohbetten sonra (fonda müzik tabi ki) Otelin yolunu tuttuk. Gezgin erken kalkar, yol alır :)
Largo do Carmo
4.günümüzü Lizbonu şöyle baştan sona gezmeye ayırmıştık.İlk gün gidemediğimiz yerler yiyemediklerimiz..hepsi bugünün programı..Önce kendimizi yola şöyle bir bırakıp Baxia-Chiado metro durağına doğru yürüdük..burada aradığımız Ünlü Şair Fernando Pessoa'nın uğrak yeri olan Cafe A Brasileria ..
Largo do Carmo
Pek de uzağımızda olmadığını görünce sevindik.Yeri bulduk ama oturmak henüz sabahın erken saatinde anlamlı olmayacağı için günlerdir tepesini görüp yakınından geçtiğimiz ama bir türlü kendisine ulaşamadığımız Largo do Carmo kilisesini bulmaya karar verdik.E o da hemen bir üst sokakta değilmiymiş :) Lizbon gezimizde böyle sürekli "aaa bu da burdaymış" durumu yaşadık...
Müzeye Lizbon kartımızı kullanarak indirimli girdik yine..Bu muhteşem görsellik eminim akşamda çok güzel fotoğraflar veriyordur ,bir sonraki lizbon gezimde akşam halini görmek istiyorum.Largo do Carmo 1389 yılında Dönemin kralı Nuno Alvares Pereria tarafından yapılmaya başlanmış ve 1423 te tamamlanmış..
Gel gör ki onca zahmet emek 1755 depreminde yok olmuş yıkılmış.Neyseki kalan direkler kilise olarak olmasa da müze olarak yaşamaya devam etmiş.Bu arada içerde küçükte bir arkeoloji müzesi var mezarlar ve iki mumya varki evlere şenlik...ürkünç bir manzara...
Müze ziyaretimizi de yaptığımıza göre yolumuza devam edebiliriz...
S.Justa asansörü
Bu şehir tepelerden oluşuyor demiştik ve finiküler dışında bir de asansörler var, eh bunların da ünlüleri var.
En ünlüsü S.Justa asansörü. Bu asansör Baxia-Chiado bölgesi ve Barrio Alto bölgelerini bağlamak için yapılmış ve 1900 yılında Eiffel ustanın öğrencilerinden biri olan Porto'lu Raul Mesnier de Ponsard tarafından yapılmış.
Zaten görünce aklınıza ilk olarak Eiffel kulesi gelecek eminim :)
Gezdik gördük yorulduk acıktık birşeyler içme zamanı geldi :) Cafe A Brasileria'ya doğru yol alıyoruz ve sabah kahvesi yanında, kıskançlıkla yan masada gördüğümüz kakaolu kekten sipariş veriyoruz.Tek kelimeyle eğer ki giderseniz ısrarla talep etmeniz gereken bir tat...biz bayıldık..sponge cake ( sünger kek) imiş adı.Buraya gelenlerin çoğu Şairin heykeli ile birlikte fotoğraf çektirmek ve onun belki ilham aldığı bu mekandan nasiplenmek amacında..oldukça kalabalık olduğunu yer bulmakta zorlanacağınızı da hatırlatalım.
Araya da üstadın bir sözünü katalım:
"Mutsuzluğunun farkında olmayan bunca insanın mutluluğu beni ürpertiyor. - Fernando Pessoa"
28 nolu tramvay
Bu kadar dinlenmek yeter diyerek hemen yanımızdaki metro istasyonundan Martim Moriz durağına geçiyoruz ve meşhur 25 nolu tramvayın ilk durağına ulaşıyoruz.Oldukça hızlı ve seri şekilde tramvaylar gelse de en az 3 tur beklemeyi göze almalısınız yada dolu tramvaya herhangi bir yerde binebilirsiniz.
Pek çok yerde aman çok kalabalık gerek yok dense de benim tavsiyem bizim yaptığımız gibi (hele ki lizbon kartınız varsa) ilk duraktan oturacak şekilde tramvaya binmeniz. 1 tur lizbon almanız :)
Se katedrali, kale vs heryeri gezip son durakta inip ters yöne tramvaya binerek bu sefer Kale durağında indik biz ve kale ziyaretimizi yaptık.
Tabi durakta miradora da fotoğraf çekmeyi unutmadık..Durakta inince yaklaşık 10 dk yukarı yürümeniz gerekiyor .tuktuklar burda da heryerde onları da kullanabilirsiniz ama yürümek keyifli yürüyün derim.Girişteki bankolardan biletlerimizi alıp Kaleyi keşfetmeye başladık..
Oldukça geniş bir alan ve manzarası çok güzel..25 nisan köprüsü ve tüm lizbon ayaklarınızın altında...surların üstünde yürürüm yükseklik korkumda yok derseniz oldukça keyifli zaman geçirebilirsiniz.Hatta bir sonrakinde ben içecek yiyecek stoğumu yapıp bir süre manzaraya karşı keyif yapmayı düşünüyorum :)
Castelo sao Jorge (s.jorge kalesi) depremlerle pek çok kez karşılaşmış ve günümüzdeki haline en son 1910 yılında restore edilmiş.M.Ö. de var olduğu düşünülen kalenin en akılda kalan yanı Vasco do Gama'nın Hindistan deniz yolunu keşfedişinin kale de kutlanması aslında..Şimdilerde manzarasıyla gözde olan kale kim bilir nelere şahit olmuş zamanında ah ahhh..
Kaledeki gezintimiz bitince salıyoruz kendimizi Se Katedraline doğru..bu arada tabi gelen giden tramvayları ve fotoğraf çekilebilecek mekanları da kaçırmıyoruz..
Katedrale inen yolda sol tarafta pembe mor çiçekli ağacıyla dikkatinizi çekecek bir mekan var.
Kullanılmayan bir mekan olduğunu anlıyoruz ama bakıyoruz ki insanlar manzara seyrinde ,e görselliği de güzel fotoğraflamaya koyuluyoruz. Aklınızda olsun bir uğrayın hem manzarayı seyredin hem fotoğraf çekin bizim gibi...
Az gittik uz gittik toplasan 500 metre etmeden köşede Se Katedraline vardık :)
Bu arada katedral ve kalenin şehrin Alfama bölgesinde olduğunu ve bu bölgeye özellikle 1 gününüzü sadece sokaklarında dolaşmak için ayırmanız gerektiğini önemle vurgulamak istiyorum !
Şimdi nerde kalmıştı....hımmm hani şu kartpostallarda bir kilisenin önünden geçen tramvay var ya ,o işte tam bu köşede oluyor.
Katedral 1147 yılında yapılmış bilinen lizbondaki en eski kilise, tabi pek çok depremle zarar görüp tekrar yapıldığı için pek çok akımın izlerini taşıyor.
Çift kulesinin göründüğü ön cephesi oldukça meşhur.Bana biraz Notre Dame Kilisesini hatırlattı. (hala favorim kendisi)
Se katedrali
Kilisenin içini de gezdikten sonra rua Agusto'nun akşam halini görmek üzere devam ediyoruz yola..yol üstünde bir şarap evi görüp hem eve götürmek hem de akşam gün batımını izlerken içmek için şarap alıyoruz.cadde üstünde sağlı sollu dükkanlar var biz sağdakinden aldık .
Tadına baktıklarımız güzeldi .Bu arada plastik kadehte lazım derseniz caddenin solundan aşağı yürüdüğünüzde 1001 çeşit 1 TL ci tarzı bir çinli dükkan var ordan alabilirsiniz. Caddenin akşam halinide şöylebir teneffüs ettikten sonra gün batımını yakalamak için koşar adım otele döndük ama Finüküler bekle filan derken yetişemedik. :(
Son akşam için yemeği Lx factory bölgesine gidip yemeği düşünüyorduk ancak bir önceki akşam Barrio Alto bölgesinin salaşlığından Tuğba hoşlanmadığı için gitmeme kararı aldık.Hem taksiyle gitmemiz gereken bir yer olması hem de hoşlanmazsak ( ki hoşlanmayacağı kesin ) geri dönüş tehlikeli ve zor olacağından vazgeçmiş bulunduk.
Rua agusta
Otelin karşısında günlerdir çok eğlenceli bir yer gibi görünen Tapas bar'a gitmeye karar verdik. Yemekler fena değildi ve sahibi ve garsonları sıcak kanlıydı :) gidilebilir bir alternatif.
Lizbon sokakları
Madem gün batımı izleyemedik akşam keyfi yapalım son akşamımız da diyerek şarabımızı kadehlerimizi de alıp seyir terasına gidiyoruz ama ne yazık ki il akşamımız da şarap sonrası miğrenim tuttuğundan korkudan ben fazla eşlik edemiyorum Tuğba'ya ne de olsa ertesi gün 5 saatlik bir uçak yolculuğu baş ağrısı ile çekilmez. Üstelik sonrasında hiç dinlenmeden,uyumadan Antalya'ya uçacağım) biraz sohbet muhabbetle Lizbon'da son akşamımızı da sonlandırıyoruz.
Son gün aslında yarım gün .yarım günde yapabileceklerimiz Cafe A braseleria'ya tekrar gidip kek yemek (evet çok sevdik yanımıza da alalım dedik) ve sonrasında manzarasının güzel olduğuna inandığım ve konserlerinde yapıldığı Eduardo VII. parkına gitmek.
İlk istikamet Park diyoruz ve düşüyoruz yollara..biraz koşuyoruz zira lizbon kartımızın son saatleri hiç değilse giderken kullanalim istiyoruz.Ama Tuğba kartını bulamadığını fark ediyor ,parkın ortasında çantayı bir karıştırışımız var :) tüh gitti kart nereye koydum derken tam umudu yitirdiğimiz anda kitabın arasında çıkıyor ..bir maceralı yolculuk daha diyerek finükülere ordan da metroya adeta koşuyoruz.Kısa günün karı giderken kartlarımızı son kez kullanmış oluyoruz. Eduardo VII. parkı gerçekten çok güzel bir Lizbon manzarasına sahip.
Araştırmalarım sırasında burada pek çok konserde verildiğini öğrendim hatta bizim gittiğimiz ilk gün Pazar günü bir konser vardı ama tanımadığım biri ve ilk gün olduğu için gitmeye gerek duymadım.Parkın içinde bir sera ,Pavilyon ve kitap fuarı var .İsmini İngiliz kralı Eduard VII.dan alıncaya kadar Özgürlük parkı adını taşıyormuş, öyle kalsa olurmuş bence :))
Neyse efendim Lizbon'da son saatlerimizi geçirmek için Sünger keklere doğru koşuyoruz ve ne yazık ki kalmadığını öğreniyoruz. Neden o keklere bu kadar aşık olduğumuzu anlayamayan garson kız ilerideki alışveriş merkezinin içinde cafe de olabileceğini söyledi ama ne yazıkki orda da yoktu :( ama alışveriş merkezinin içinde kiko mağazası bulduk :) her işte hayır vardır derler . Kiko uygun fiyatlarla kozmetik ürünler satan bir italyan marka.
Aklınızın köşesinde kalsın (R.Garret caddesinden dümdüz devam edince tam karşınızda kalıyor bina ) Umduğumuza kavuşamamanın verdiği üzüntüyle kart postallarımızı postalamak için postaneyi buluyoruz ve sonrasında son fotoğraflarımızı çekip eşyalarımızı almak için otelin yolunu tutuyoruz. Yol üstünde Lizbon'da almanız gerekenlerden biri olan ( benim için çok tatlı ama siz deneyin ) Ginjinha alıyoruz . vişne aromalı bir likör Ginjinha ve biz bir akşam önce tapas restoranda bir türlü anlatamamıştık.
Lizbon'da dikkat etmeniz gereken şeylerden biri şarap ve içki tadımı :) her girdiğiniz dükkanda tadım yaparsanız o günü kaparsınız söylemedi demeyin :)
Her zaman olduğu gibi geldiğimiz bavula sığamayarak dönüş yoluna geçiyoruz.Lizbon havaalanı oldukça büyük ve kapınızı bulmanız epey zaman alabiliyor. O nedenle erken gitmenizde fayda var. Allahtan yavaş değiller italyanlar gibi,bir de yavaş olsalar vay halimize :)
Ve bir güzel yolculuk biter...anılarda Lizbon hoş bir edayla kalır...
Bakalım zaman bizi bundan sonra nereye götürücek?
kaşifler anıtı önündeki harita
Yapmadan Gelme:
- Sintra'yı görmelisin
- Nata yemelisin
- Mirodora'da gün batımı (gün doğumu da olur) izlemelisin
- Belem'i görmelisin
- Tramvaya mutlaka bin
- Alfama sokaklarında başıboş dolaş
- Porto şarabı al