Nostaljik Tramvaylar Kenti Lizbon

Seyahat eden çoğu kişi ziyaret ettiği şehir ile İstanbul arasında benzerlik kurmaya çalışır. Hatta bu yönüyle İstanbul’a en fazla benzetilen kentler arasında San Francisco ve Lizbon başı çeker. Hangisi daha çok benziyor derseniz bence her ikisinin de İstanbul’u andıran farklı noktaları var.

Atlantik okyanusundan 13 km kadar içeri giren Tagus Nehri, kentin içinden geçiyor. 25 Nisan ve Vasco de Gama köprüleri ise kentin iki yakasını birbirine bağlıyor. Köprüleri en güzel fotoğraflayacağınız yerler San George Kalesi’nin tepesi ya da Belem Kulesi. Manzara size İstanbul Boğazı’nı anımsatacak.

Portekizliler’in ataları Keltlerden kalan tek anıt olan San Jorge Kalesi, Tagus Nehri'ne ve şehre hakim bir tepe üzerine kurulu. M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen kale sırasıyla Keltler, Fenikeliler, Yunanlılar, Kartacalılar, Vizigot ve Magribilere ev sahipliği yapmış. Kalenin mimarisinde Arap tarzı ve Magribi usulü göze çarpıyor.

Lizbon merkezine yaklaşık 10 dakika sürüş mesafesinde yer alan Belem semti, Lizbon’un en fazla ziyaret edilen bölgelerinden biri. Burayı popüler kılan yapılar ise Belem Kulesi...

1515-1520 seneleri arasında gözetleme kulesi olarak nehrin içine inşa edilen kule 1755 senesindeki deprem sonrası nehrin yatağının değişmesi ile karaya yanaşmış. Stratejik önemini kaybetmesi sonucu sırasıyla sağlık merkezi, telekomünikasyon binası ve hapishane olarak kullanılmış. Manuelin mimarisi denilen gotik ve Rönesans mimari karışımının en güzel örneklerinden biri olan 4 katlı kule, 1983 tarihinde dünya mirasları listesine dahil olmuş.

Portekiz’e özgü Travella gemisinin ön yüzüne benzetilmiş olan Keşifler Anıtı, Belem Kulesi’ne yürüme mesafesinde olup yüksekliği 54 metre. Prens Henry’nin ölümünün 500’üncü yılı olan 1960’ta Prens Henry’i onurlandırmak için yapılan anıtın en önünde Prens Henry, arkasında kaşif ve denizciler okyanusa bakar şekilde resmedilmiş. Prens Henry hiç denize açılmamış olsa da denizcileri ve gemicileri yeni keşifler yapmaları için motive etmiş. Bu motivasyon sayesinde ise Portekiz, 1500’lü yıllarda dünya denizlerinde altın çağını yaşamış. Anıtın girişinde yerde renkli mermerden yapılmış devasa bir dünya haritası var. Bu haritada tarihleri ile birlikte Portekiz denizcilik tarihinin kısa bir özetini görebilirsiniz.

Tamamı beyaz kesme taştan yapılmış ve dış süslemelerinde deniz ve denizciliğe özgü figürler kullanılmış olan Jeranimos Manastırı, Manuelin mimarisinin bir diğer örneği. 1983’ten beri UNESCO Dünya Mirasları Listesi'nde yer alan manastır 1501’de Vasco de Gama’nın Hindistan yolculuğundan sağ salim dönmesini kutlamak için yapılmış. 1501’de yapımına başlanan manastır 1571’de tamamlanmış. Santa Maria Kilisesi ve Jeranimos manastırının oluşturduğu kompleks 19. yy’a kadar ayrı birer yapıymış, 19.yy’da birleştirilmiş. Vasco de Gama’nın kabrinin de yer aldığı manastırın girişinde uzun kuyruk olacağını ve gezinin en az 2 saat süreceğini unutmamalısınız.

Belem’e gelip de meşhur Belem Pastanesi'ne uğramamak hata olur. 1837’den beri hizmet veren pastanede tadılması gereken en önemli lezzet ise Pastel de Nada. Görünüm olarak tartı andıran bu tatlı üzerine tarçın serpilerek servis ediliyor. Kayısı marmelatı ise pastanenin bir diğer spesyali.

Lizbon’da bölgeler arasında çok fazla merdivenli sokak var. O nedenle yürüyerek gezmek çok keyifli olmasının yanında biraz da yorucu. Bazı mahalleler arasında ise ulaşım asansörler ile sağlanıyor. En meşhur asansörü ise Elevator Santa Justa. Gustave Eiffel’in öğrencisi Raoul Mesnier Du Ponsard tarafından tasarlanana asansör 1902’de yapılmış. Yaklaşık 35-40 metre yükseklikteki yukarı şehre mutlaka bu asansörle çıkmalı, asansörün tepesindeki seyir terasından kenti izlemelisiniz. Lizbon’un kalbi Bairro Alto tepesi ile Sao Jorge Kalesi'nin konumlandığı iki tepe arasında kalan Tagus Nehri kıyısından başlayan Praço de Comercio (Ticaret Meydanı)’ndan kuzeye doğru uzanan Rua Augusta bulvarı ve ona paralel diğer caddelerden oluşuyor. İşte tam tepeden bunu net olarak görebiliyorsunuz.

Asansör ile yukarı çıktığınızda hemen yakınında yer alan Arkeoloji Müzesi saat 17:00’e kadar ziyarete açık. Vaktiniz olursa uğranabilecek bir müze.

Bir diğer ulaşım yöntemi ise nostaljik tramvaylar. Bu tramvaylar kentin simgesi haline gelmiş. 40-45 derecelik eğimi bulan daracık sokaklarda işleyen bu rengarenk tramvaylar her turistin objektifine takılıyor. Bu tramvaya binerek şehre hakim bir tepe üzerine kurulmuş.olan Bairro alta bölgesine ulaşabilirsiniz. Paris Montmarte tepesini andıran bölgede aynı zamanda Lizbon gece hayatının da merkezi. Burada 1784 yılında hizmet vermeye başlayan Travers Rico isimli restorana yemek yemek için olmasa da bir fotoğraf çekmek için uğrayın.

Lizbon’un en popüler yerlerinden biri olan Rossio Meydanı pek çok ünlü mağazaya, restorana ve kafeye ev sahipliği yapıyor. Bu meydanda dolaşırken çok sayıda sokak sanatçısı ile de karşılaşmanız mümkün. Rossio meydanı bir zamanlar hayvan pazarı, boğa güreşlerinin yapıldığı arena ve engizisyon döneminde de infaz alanı olarak kullanılmış. Bu meydan yüzyıllar boyunca şehrin kalbini oluşturmuş. 4. Pedro’nun heykeli de burada yer alıyor.

Rossio Meydanı'nın başlangıcında yer alan 7. Eduardo Parkı şehrin en güzel parklarından biri. Parkın önünde Portekiz’in en önemli devlet adamlarından Marques de Pompal adına yapılmış bir meydan bulunuyor. 1755 depreminden sonra Pompal bir yıl gibi kısa bir sürede depremlere dayanıklı binalarla, çok geniş bulvarlarla şehri yeniden yapılandırmış. O dönemde bu geniş bulvarları utopik bulanlara “Bir gün gelecek bu bulvarlar yetersiz kalacak” diyen çok ileri görüşlü bir devlet adamı imiş.

Rossio Meydanı'nın biraz kuzeyinde yer alan Praça dos Restaurodores pek çok elit mağaza ve restoranın bulunduğu bir bölge. Rossio meydanının güneyine doğru ilerlediğimizde ise sahile iniyoruz. Buradan inen birbirine paralel sokaklarda yine pek çok restoran ve mağazalar sıralanmış. Pek çok sokak sanatçısı da müzik yapıyor. Bu caddeden düm düz yürüdüğünüzde sahilde Praca de Commercio liman bölgesine ulaşacaksınız.

Son olarak da Lizbon’a gelen herkesin merak ettiği Fado’dan bahsetmek gerek. Portekiz’in Blues müziği olarak adlandırabileceğimiz Fado da Lizbon’un daracık sokaklarında doğmuş. Denize açılan dönemeyen sevgililere, eşlere yakılan ağıtlar önceleri tavernalarda söylenmeye başlamış. Arjantin Tangosu gibi daha sonraları popüler olmaya başlamış. Fado özlem, yakarış biraz da isyan içeren duygu yüklü bir müzik. Sözlerini anlamasanız bile sizi hüzünlendiren bir müzik türü. Fado’yu Fadista denilen kadın solistler söylüyor. Soliste 12 telli Portekiz gitarı eşlik ediyor. Fadista’lar mikrofon kullanmıyorlar. Ancak Fadista şarkıya başlamadan önce restorandaki servisler kesiliyor, etrafta tam bir sessizlik oluşturuluyor. Gelmiş geçmiş en ünlü Fadista Amalia Rodrigues. Yeni nesil Fadista’lara en iyi örnekler ise Mariza, Monica Molina ve Madre de us. Lizbon’da bu müziğin yapıldığı pek çok bar var. Bunların en meşhuru Clup de Fado. Lizbon’a gelip de bu duygu yüklü, hüzünlü müziği mutlaka dinlemelisiniz. 

TUĞÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

TUĞÇE YILMAZ

 Yaklaşık 15 sene Medya satın alma ve Planlama sektöründe çok uluslu şirketler ile çalıştıktan sonra kendi tutkusu olan gezi ve seyahate yönelerek Gezimanya.com’u kurmuştur.1997 - 1999 İstanbul Üni