Güller, şövalyeler, tanrılar, ceylanlar, kelebekler adası… Rodos tarih boyunca pek çok isim ile anılmış…
Efsaneye göre, diğer on iki tanrıyı da yanına alarak Olympos dağına yerleşen Zeus, Güneş Tanrısı Helios’un kendisine kırıldığını öğrenince, gönlünü almak için, denizin altındaki bir kara parçasını çıkarıp, ona armağan etmiş. Helios, ceylanların, güllerin ve kelebeklerin olduğu bu adayı öylesine sevmiş, öylesine sevmiş ki, ışığını başka hiçbir yerde görülmeyecek şekilde adanın üstüne yansıtıvermiş. Bu nedenle derler ki, işte o gün bugün Rodos’ta güneş bir başka parlarmış…
Tarih boyunca Dor, Bizans, Saint Jean Şövalyeleri, Osmanlı ve İtalya egemenliğine girmiş. Adadaki Bizans çağı, adanın Saint Jean şövalyeleri tarafından işgaliyle sonlanınca, ortaçağ Avrupa modeline göre yeniden yapılanmış.
Şövalyelerin egemenliğinin devam ettiği Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise, Osmanlı ordusu tarafından beş ay boyunca kuşatılmış. Şövalyeler adayı çok iyi savunmuşlar. Ancak güçleri tükenince kaleyi, ağabeyi ikinci Beyazıt’a karşı taht mücadelesini kaybederek Rodos’a sığınan Cem Sultan’ın oğlu ve torunları ile birlikte teslim etmişler. Bundan sonra Rodos, sancak beyi rütbeli bir amiralin yönetimine verilerek, adalar denizindeki bir Osmanlı eyaleti kimliğine girmiş.
Ada’ya Kuzey Afrika ve Mısır’dan da yerleşenler olmuş. Trablusgarp savaşı sırasında İtalya tarafından işgal edilmiş. İkinci dünya savaşı sonrası ise Almanlar tarafından Yunanistan’a verilmiş.
Ev sahipliği yaptığı tüm kültürlerin izini taşıyan, bir mozaik olan ada, nadir bulunur güzelliklere sahip…
Rivayete göre, limanın girişindeki, Dor’lar tarafından yapılmış, antik dünyanın yedi harikasından biri olan, otuz iki metre boyunda, bronzdan yapılmış, Colossus heykeli, Güneş Tanrısı Helios’a ait. Gemiler limana girerlerken, heykelin bacaklarının arasından geçerlermiş. Deprem sonucu yıkılınca birkaç asır yana yatmış bir durumda kalmış.
Mızrak ucuna benzeyen, her daim meltem rüzgarına kucak açan, bir yel değirmeni cenneti, modern bir ticaret limanı…
Rodos geyiğinin anayurdu, kelebeklerin cenneti, başta üzüm ve zeytin olmak üzere ekilebilir verimli toprakları ile bir tarım adası…
Ege denizinde yer alan on iki adanın en büyüğü ve yönetim merkezi. Hem tüm Avrupa’daki en iyi korunmuş ve en büyük ortaçağ şehrine sahip olması, hem de yılın büyük bir bölümü güneş görmesi nedeniyle oldukça popüler bir tatil merkezi…
Saint Jean şövalyeleri tarafından inşa edilmiş kalesi ve ortaçağdan kalan mahallesi UNECSCO Dünya Mirası listesinde…
Rodos’ta yaklaşık iki yüz Türk yaşıyor. Bunların büyük çoğunluğu Gümülcine’den gelmiş. Türkiye kıyılarının adaya en yakın noktası Bozburun Yarımadası’ndan ise sadece 18 kilometre uzaklıkta.
Marmaris’ten kalkan feribot ile elli dakika sonra adaya ulaştığımızda, bizi, yaşadığım onca savaşa rağmen, “Yıkılmadım ayaktayım” dercesine karşılayan, ihtişamlı Rodos Kalesi’ne hayran olmamak mümkün değil.
Eşyalarımızı otele bırakıp, kendimizi Arnavut kaldırımlı tarih ve deniz kokan sokaklara atıp, yürümeye başlıyoruz...
Old town (eski kent) günümüze çok iyi durumda ulaşmış. Adanın kalbi durumundaki bu eski ortaçağ kentinin dar ve taş döşeli sokaklarında yürüyüş yaparken kendinizi o çağda yaşıyor gibi hissediyorsunuz.
Evliya Çelebi’nin "Dünyayı dolaştım, böylesini görmedim" dediği, kalın surlarla çevrili eski kente, sur kapılarından giriliyor. Kalenin surları bir miktar aşınmış olsa da hala sapasağlam ayakta. İç içe surlar şeklinde yapılan kalenin hendekleri de saldırılara karşı düşünülmüş. Kale surlarının dibinde bol miktarda tarihi top güllelerini görmek mümkün.
Kalenin içinde, günümüzde iki yüz sokak ve cadde olup, dört bin civarında insan yaşıyor. Tarihte konut olarak kullanılan kale içi binaların alt katlarının tamamı ve üst katlarının bir bölümü turizme açılarak, işyeri haline getirilmiş.
İlk olarak ünlü Sokrates caddesine geliyoruz. Dünyanın her yerinden, farklı tip ve kültürde insana ev sahipliği yapan caddede yürürken, farklı enerjilerin burayı daha da güzelleştirdiğini düşünüyorum. Sağlı sollu hediyelik eşya dükkânların önündeki ürünler adeta renk cümbüşü oluşturuyor. Dantel örtüler, çoraplar, patikler, kartlar, magnetler, zırhlar, masklar, şövalye heykellerinin yanı sıra, bol miktarda nazar boncuğu da var. Caddenin iki yanındaki şövalye evleri ve hanların çoğu konsolosluk binası olarak kullanılıyor. Gözümü kapattığımda kulağıma nal sesleri, aklıma şövalyeler geliyor, hayal alemine dalıyorum.
Gözümü açınca caddenin üst kısmında Sultan Süleyman Camisi’ni görüyorum. Caddede birkaç kez gidip geldikten sonra, kafa kafaya vermiş, üç denizatı heykeliyle süslü çeşmesi olan, Rodos’un en hareketli yerlerinden Hipokrat Meydanı’na varıyoruz. Burada tarih boyunca çeşitli yerlerden ticaret için gelen insanların buluşma noktası, merdivenler var. Her yaştan, her milletten insanın gelip, oturdukları, yemeklerini yedikleri, çok hoş bir yer. Meydandaki kafeler, restoranlar, tavernalar tıklım tıklım dolu. Müzikli olanlarda eğlence gece yarısı başlıyor, uzo eşliğinde sabahlara kadar devam ediyor.
Ana caddeden ilerleyip hafif bir yokuş tırmandıktan sonra, Sultan Süleyman Camisi’nin üst kısmındaki Saat Kulesi’ne varıyoruz. Üç katlı Kule bugün, kafe olarak kullanılıyor. 1851 yılında Fethi Paşa tarafından, vakithane olarak yapılan bina, bir zaman gözetleme kulesi olarak da kullanılmış. Ancak ikinci Dünya Savaşı sırasındaki bombardımandan büyük zarar görmüş. Kulenin tepesine çıkarak, şehrin etkileyici manzarasını seyretmeye doyamıyoruz.
Hemen altındaki pembe renkli, Osmanlı tarzı Sultan Süleyman Camii, Rodos’un en görkemli camisi. Yanında bir de kütüphane var. Burayı yine Fethi Paşa, babası Hafız Ahmet Ağa adına yaptırmış. Kütüphanede Osmanlı zamanından kalma pek çok önemli el yazması eserler var. En nadide parça ise, el yazması Kur’an-ı Kerim. Kütüphane’nin, adaya özgü rengârenk çiçeklerle süslü, huzurlu bir de bahçesi var.
Eski kentin en yüksek bölgesinde bulunan Büyük Üstatlar Sarayı, şövalyelerin konaklama yeri olarak yapılmış ve şövalyelerin egemenlikleri süresince idari merkez olarak kullanılmış. Ancak bu etkileyici saray, bir zamanlar tam karşısında bulunan ve Saint Jean Kilisesi’nin kulesinde saklanan barutun, düşen bir yıldırım sonucu patlaması üzerine oldukça zarar görmüş. Saray, günümüzde müze olarak halka açık olup, Rodos’un antik ve ortaçağ devirlerine ait arkeolojik eserler var. Saray’ın iç kısmını çok ayrıntılı gezme şansımız olmasa da, dış kısmında oldukça fazla zaman geçiriyoruz.
Eski kentteki, pek çok mekânda geleneksel Yunan gecesi eğlenceleri yapılıyor. Geleneksel kostümleri içindeki genç kız ve erkekler, Yunanistan'ın çeşitli bölgelerine özel halk oyunlarını sergiliyorlar. Disko, bar ve canlı müzik mekânlarının sayısı bakımından Rodos'un dünyanın en ünlü şehirleriyle yarıştığı söyleniyor. Aynı zamanda burada bir kaç adet lisanslı kumarhane de var.
Yengeç kıskacı anlamına gelen Mandraki, bizim dilimize mendirek olarak geçmiş. Karanın iki tarafından yengecin kıskaçlarına benzeyen rıhtım arasında kalan, küçük liman anlamında kullanılıyor. Bu liman, antik çağda Güneş Tanrısı Helios’un heykelinin bulunduğu, Rodos’un ana limanı. Günümüzde ise bu heykeli simgeleyen ‘Elefos’ ile ‘Elafina’ isimlerinde iki geyik heykeli bu ünlü limanda duruyor. Yatların uğrak yeri olan limandan yaz boyunca her gün Lindos, Simi ve civar adalara turlar düzenleyen tekneler kalkıyor. Surların denize doğru olan ucunda bulunan ve adını denizcilerin koruyucu azizinden alan, Aziz Nicholas Kilisesi, Vatikan’daki Saint John the Baptist Kilisesi’nin protitipi olup, şu an deniz feneri olarak hizmet veriyor. Bu arada limandan bir tren kalkıyor ve surların etrafında dolaşıp, Monte Smith ve Akropol’e gidiyor.
Limanın hemen yanı başında, İtalyan işgal yıllarında yapılan, idari binalar, İtalyan mimari özelliğini tam anlamıyla yansıtıyor. Yine İtalyanlarca yapılan bir kule de burada.
Ada’nın doğu kısmı irili ufaklı şirin plajlarla dolu. Batı kısmında ise büyük tatil merkezleri var. Mavi bayrak ödüllü plajlarda her türlü su sporu ve başka aktivitelere yapılabiliyor. Buradaki plajlar yemyeşil ağaçlarla çevrili, batı kısımdaki plajlar ise kayalık ve rüzgarlı. Bu nedenle dalış ve sörf için daha uygun.
New town (yeni kent)’un üzerinde tiyatrosu, stadyumu ve Apollon tapınağı ile yükselen Akropol ise buraya ayrı bir güzellik katıyor. Buradan adanın panoraması oldukça etkileyici. Yeni Kent’te bir de Murad Reis Camii ve külliyesi var. Zarif ve çok hoş mimarisi olan minaresini uzun uzun seyredip, caminin külliyesine yöneliyoruz. Bir çok Osmanlı paşasının mezarının bulunduğu külliyede, Murat Reis'in ve dört Kırım Girayı ile bir İran Şah'ının türbesi, son Rodos müftüsünün evi ve bir çeşme var. Hemen karşı sokak köşesinde ise bir Osmanlı çeşmesi hala ayakta.
Marka ürünler satan dükkânlar, lüks mağazalar ve şemsiye dükkânları…
Bir mağaza ki yüzlerce çeşit ve renkte şemsiye bir arada ve yalnızca şemsiye satılıyor. Buradan başka hiçbir yerde bulamayacağımız tarzda şemsiyeler almadan geçemiyoruz.
Ulaşım için burada genellikle motor tercih ediliyor. Oldukça fazla sayıda kiralık motor görmek mümkün.
Rodos Adası'nın on beş kilometre kuzeyindeki, eskiden bir İngiliz Kolonisi olan Faliraki bölgesi pek çok turisti bu bölgeye çekmeyi başarmış. Eskiden sadece bağ bahçe olan bu yer şu anda güzel plajları, cıvıl cıvıl eğlenceli hayatıyla tam bir tatil şehri…
Faliraki'den ada etrafındaki pek çok koya yapılan günlük turlar turistlerin oldukça ilgisini çekiyor. "Antony Quinn Koyu" ve "Ladiko Koyu'" da bu bölgede.
Lindos, adanın doğusunda yer alan bir köy. İki koyun ortasındaki yamaca Dor’lar tarafından kurulmuş kalenin arkasındaki köy, beyaza boyanmış, birbirine çok yakın, teraslı evleri ile sanki bir maket.
Kaleye yürüyerek ulaşmak yanında, eşekler sırtında çıkmak ta mümkün. Eşek sırtında geçecek zorlu bir yolculuk sonrasında, surları hala sapasağlam ayakta kalmış, kaleden Lindos’un etkileyici manzarası yolculuk boyunca çekilen sıkıntıları unutturuyor. Yukarı çıktığınızda şehir merkezinden kaleye doğru yürüyerek ya da eşekler sırtında gelen insanların görüntüsü çok ilginç. Çıkış yolunun şehir merkezinde olan kısmı, sağlı sollu hediyelik eşya satan küçük dükkânlarla, kayalık kısımlar ise el işleri satan kadınlar tarafından kaplanmış durumda. Büyüklü küçüklü her türlü el işi, yöresel kumaşlar, kayaların üzerine serili olarak sergileniyor ve müşteri bekleniyor.
Kalenin içinde tapınak ve yağmur sularının biriktirildiği iki adet sarnıç dikkatimizi çekiyor.
Lindos’da yollar çeşitli motiflerle süslü çakıl taşlarıyla kaplanmış. Merkezde İtalyanlar tarafından yapılan bir kilise de dikkatimizden kaçmıyor.
Rodos… Anlatmakla bitmiyor. Orayı yaşamak, hissetmek, belki de bir daha gitmek gerek…