Ege Denizi’nde yer alan On İki Adalar’ın en büyüğü Rodos’a çevirdik bu hafta rotamızı.
Fethiye Yat Limanı’ndan feribot ile yola çıktık. Feribot biletlerini Tilos Travel şirketinin online sitesinden aldık. Uçak yolculuğu gibi, limana bir saat kadar erken gelip check-in yaptırmamız ve pasaport kontrolünden geçmemiz gerekti. Feribotumuza yerleştikten sonra yaklaşık 2 saat süren yolculuk sonrası Rodos Limanı'na vardık.
Limana varışımızla birlikte öncelikle otelimizi bulmak için tabanvay yola koyulduk. Otelimiz 10GR Hotel and Wine Bar, Rodos Kalesi'nin içerisinde tam çarşının ortasında küçük ve otantik yapıda bir konaklama yeriydi. Tam olarak, kalenin her bir oyuk bölümünü, otel odasına çevirmişler gibiydi. Taş duvarlardan oluşan küçücük fakat güzel sempatik bir alandı.
Kaldığımız süre boyunca gözlemimiz, kaliteli bir hizmet sundukları yönünde oldu. Güler yüzlü ve yardımcı personeli, temizlik konusundaki hassasiyetleri ve her sabah muazzam kahvaltı seçenekleriyle bizi mutlu eden 10GR Hotel and Wine Bar, kesinlikle keyifle önerebileceğimiz bir konaklama yeri…
Rodos’taki ilk gecemizde etrafı keşfetmek için bulunduğumuz bölgedeki çarşıda dolaştık. Burası Ege ve Akdeniz yazlık yerlerindeki turistik çarşılar gibiydi. Genel havası, Türkiye ile çok benzerdi. Çarşı içerisinde gezerken Cooks Grill’de lezzetli birer Gyros yedik. Gyros, doyurucu dev bir domuz döneriydi. Yanında da birer tane Rodos birası harika oldu.
Devamında Romeo Tavernasına gittik. Her gece canlı müziğin olduğu salaş ve samimi bir mekan burası. Tabakların kırıldığı ve Yunan müziğinin boy gösterdiği nadir mekanlardandı. Nadir diyorum çünkü Rodos’ta yunan müziği ve o müzikli tavernalara pek az rastlayabildik.
Ertesi sabah ilk iş motor kiralamak oldu. Limanda feribottan indiğimiz noktanın ilerisinde karşımıza hemen Elephant Rent A Car çıkmıştı. Motoru kiraladığımız 3 gün boyunca gördük ki, Rodos yollarında en verimli ve keyifli ulaşım aracı motormuş ve iyi ki kiralamışız. Yakın ve uzak her yere keyifle yolculuk yapabildik. Kiraladığımız firma da güvenilir ve uygundu, alıp bırakmak açısından merkezi bir konumdaydı.
Motorla birlikte sahil boyunca bolca tur atıp etrafı ve kumsalları keşfe çıktık. İlk gittiğimiz sahil Windy Beach oldu, denizin mavisi tam olarak turkuaz olmasına rağmen adı üstünde çok rüzgarlı ve dalgalı olan bu sahil zaten Rodos’un denize açık batı tarafında yer alıyordu ve burası tüm gün sürekli rüzgarlı olan bir bölgeydi. Oradan ayrılıp Elli Beach’e geldik.
Diğer günlerde de sık sık geldiğimiz Elli Beach bize göre en güzel sahildi. Gezimiz boyunca gördük ki, güzel diye yazılan birçok sahil bize göre güzel değildi. Suya girme sığlığı açısından hiç derinleşmeyen sahillere “çok güzel” diye yorumlar yapılmıştı. Bu sebeple Elli Beach’i güzel diye tanımlamamızdaki ayrıntıyı açmak istiyorum; sahil tertemiz, su berrak ve dibi görünüyor, genellikle rüzgârsız ve duru-dalgasız bir deniz, suya girdiğinizde normal bir mesafede derinleşiyor. Hem kıyıda hem de denizde yüzerek keyifle vakit geçirebiliyorsunuz. Tam kum değil ama taş da değil, sahili güzel rahatsız etmiyor. Geniş bir kumsal alanı olduğu için yer problemi bulunmuyor. Sahil halk plajı gibi dilerseniz şezlong kiralayabilir, dilerseniz kendi şemsiyeniz ve havlunuzla kumsalın önünde denize yakın bölümüne oturabilirsiniz. Yakınındaki marketlerden yiyecek içecek alabilir veya sahilin girişindeki cafede oturabilirsiniz. Anlatılan tüm sahillerin bize göre ilk sırada yer alanı Elli Beach oldu.
Akşam yemeği için önceden rezervasyon almayan ve önünde sıra beklemeniz gereken, öte yandan herkesin ısrarla önerdiği ve herkesin mutlaka gidilmesi gereken restoran olarak tanımladığı TAMAM Restoran’a gittik. Akşam saat 19:00 öncesi gitmemiz sayesinde şansımıza kapıda az bir kuyruk bekledik. Şık ve samimi bir yer olarak tanımlayabiliriz burayı. Mekan sahibi Andreas her masayla ilgileniyordu. Aldığımız tüm yemekler lezzetli ve değişikti. Almış olduğumuz Kılıç Balığı tabağı lezzetliydi fakat bize biraz ağır geldi. Kalamar tabağı çok değişikti, giderseniz denemenizi öneririm. Klasik Yunan salatası ve Tzatziki dedikleri Yunan cacığı da pek güzeldi. İçki tercihlerimiz Ouzo ve şarap oldu.
Yemekten sonra kalenin içinde surların arasında, ara sokaklarda yürüdük. Kaldığımız yer merkezi olduğu için merkezde gezdiğimiz yerler ve kaledeki yürüyüşümüz sonrası otele dönüşümüz çok kolay oldu.
Ertesi gün motorla güneye doğru bir saatlik mesafedeki bir yolculuğa çıktık. Hedefimiz Lindos’a gitmekti. Yol üzerinde önce Kallithea Beach’te durduk. Tesis girişi ücretli (5 Euro mertebesinde bir ücreti bulunuyor). Girişinde termal bir tesis varmış fakat şu an burayı sadece gezebiliyorsunuz, kullanımda değil. Sahile gittiğinizde ise oldukça küçük bir sahil karşılıyor sizi. Tepeden akan soğuk su keyif veriyor sadece. Burayı sevdiğimizi ve tekrar gelmek isteyeceğimizi söyleyemeyeceğim. Küçücük bir koy ve kendi alanınızı kurabileceğiniz bir yer yok, şemsiye ve şezlong almak zorundasınız fakat geç geldiyseniz onu bulmak da imkansız çünkü her yer dolmuş oluyor. Üstelik oturma düzeni sebebiyle şezlonga yerleştiğiniz yerden eşyalarınızı güvenle kontrol etme görme imkanınız olmayabilir.
Bize biraz konforsuz geldi, eşyalarımızı bir kenara iliştirip suya girdik sonrasında yanındaki kafelerde oturduk ve yola devam etmek üzere buradan ayrıldık.
Yolun devamında Tsambaki Beach vardı fakat su sığı olarak tanımlandığı ve çocuklu ailelere göre denildiği için buraya uğramadık. Direk Lindos’a yöneldik.
Lindos iki mükemmel sahile ev sahipliği yapıyor. Lindos’a vardığınızda karşınıza ilk olarak Lindos Beach çıkıyor. Geniş temiz bir sahile sahip olan ve yumuşacık kumu bulunan bu kumsalda su sığı, derinleşmesi için ileriye doğru yürümeniz gerekiyor. Biz burada bir mola verdik ve devamında bir yan koya, St. Paul’s Bay’e gittik. Aynı güzellikte olan bu koyun suyu da tertemiz ve yüzmek keyifliydi. Fakat Kallithea gibi, şezlong bulmanız gereken, bulamadığınız durumda kendi yerinizi kuramayacağınız kadar küçük bir koydu. Böyle sahiller güzel olsa da konforlu gelmiyor bize pek, bu nedenle buraya yeniden geliriz diye düşünmedik veya gelecek olursak sabahın erken saatinde gelip şezlong kapmak gerekir diye düşündük.
Sahilleri keşfettikten sonra akşam güneş batmadan önce motorla uzun yolculuğumuza koyulmak üzere yola çıktık. Lindos tarafına gelmeyi düşünenler için, Lindos köyünde bir gece konaklamak buranın tadını daha rahat çıkartmanızı sağlayacaktır.
Kendi bulunduğumuz merkeze döndüğümüz akşam, kaldığımız bölgeye yakın Nimmos adında yerel bir tavernada içki ve meze menüsünden bir şeyler söyledik. Yunan mezelerinden değişik olarak Saganaki denilen peynir kızartmasını denedik.
Ertesi gün gezilecek yerler listemizde yer alan Butterfly Valley’e (Kelebekler Vadisi) doğru motorumuzla yol aldık. İki parçadan oluşan vadi, uzun yokuşlu bir yürüme yoluna sahip, bu sebeple yanınıza su ve atıştırmalık almanızı öneririm. Ayrıca rahat kıyafetler spor ayakkabısı giymenizde de fayda var.
Biz iki bölümü de gezip en yukarıya kadar tırmandık, zorlu da olsa keyifli bir deneyimdi. Vadide tek bir çeşit kelebek var. Ağaç kovuklarında, dere yatağı kenarlarında dinlenen kelebekleri görebilirsiniz. Kelebeklerin üreme mevsimine göre Kelebekler Vadisini ziyaret için belirli aylar uygun, biz ağustos ayında gitmiştik ve neyse ki uygun bir tarihe denk gelebilmiştik. Çünkü bu aydan sonra görebilecek kelebek sürüleri olmayacak ve koza mevsimine girecekmiş kelebekler. Kısacası ziyaret mevsimi yaz aylarında uygun.
Vadideki turumuzu tamamladıktan sonra Rodos’ta yerel yerler keşfetmek için yakınlardaki herhangi bir yere gitmeye karar verdik ve yol bizi bir köye çıkarttı. Burası Psinthos Köyü idi ve meydanda yer alan mekanlardan birine oturduk. Ne yazık ki yediğimiz kalamar bizi pek mutlu etmedi. Denizden uzak adanın tam ortasında bir nokta olunca kalamar tercihi çok da doğru olmadı sanırım. Fakat Kelebekler Vadisine geldikten sonra bu bölgeye gelip yerel mekanlarda oturmanızı ve birer Yunan Birası içmenizi önerebiliriz.
Akşam olduğunda barların ve hareketli akışın olduğu sokaklarda yürümek üzere yola çıktı. Hareketli ve canlı bir alanda yer alan To Kentrikon Cafe’deki yoğunluk dikkatimizi çekince buraya oturmaya ve bir şeyler atıştırmaya karar verdik.
Quzo servisleri çok sempatik geldi bize, aynı zamanda kendi ürettikleri şaraplarından da tattık. Minyatür bardak ve servis şekli dikkat çekiciydi. Burada yer alan mezelerden rastgele bir seçim yaptık. Keyifli ve samimi bir mekan olduğu için gelmenizi öneririz.
Seyahatimizin devamında otel değiştirdiğimiz için size ikinci güzel otelimizden de bahsetmek isteriz. Koukos isimli bu ikinci otel, yine bulunduğumuz aynı merkezin yakınında otantik eski görünümlü hoş bir yerdi. Personel güler yüzlü ve kaldığımız oda oldukça genişti. Özellikle antika tarzında yerleştirilip döşenmişti. Aynı zamanda otel, yine aynı isimde bir restorana sahip ve bu restoran kısmı da birçok gezgin tarafından önerilen mekanlar arasında ön sıralarda yer alıyor. Kısacası kalmak veya güzel bir akşam yemeği yemek için Koukos’u gönül rahatlığıyla önerebiliriz size.
Kahvaltı menüsü de oldukça zengin olan Koukos Otel’de haftamızın kalan yarısını tamamladık.
Planlarımız arasında bir gün tekne turuna katılmak vardı. Sahil boyunca gezdiğinizde tekne, yat, yelkenli, kalabalık gruplu veya özel gruplu, büyük, küçük her çeşit turun bulunduğu bir sürü satış noktasıyla karşılaşabilirsiniz. Bizim tercihimiz günübirlik yelkenli turu oldu. Hem özel olarak sevdiğimiz bir konsept olduğu için yelkenliyi tercih etmiş olduk, hem de toplam 5 çiftten oluşan kendine özgü bir grup topladıklarından dolayı kalabalık olmayacak şekilde gittiğimiz durumda daha rahat ederiz diye düşündük.
Seçtiğimiz tur Rhodes Sailing Tours idi. Hem seçtiğimiz turdan hem de konseptten son derece memnun kaldık. Bu aktiviteyi düşünenlere kalabalık büyük tekneler/gemiler yerine özellikle 5-10 kişilik yelkenli tercih etmelerini öneririm.
Turla birlikte, motorla gitmediğimiz koylara gittiğimiz için hem karadan hem de denizden neredeyse tüm koyları gezmiş olduk. Yelkenli ile gittiğimiz koylar, Kallithea Beach, Antony Quinn Bay ve Bluelagoon oldu.
Aralarında suyun berraklığı, rengi ve güzelliği açısından beni en çok etkileyen Antony Quinn bay oldu. BlueLagoon ise adı üzerinde derin bir uçuruma sahip bir koy! Tekneden inip koyun girişine yüzdüğünüzde belirli bir nokta var, suyun altı uçurum gibi… Harika bir manzara oluşturuyor. Zaten Blue Lagoon ismini de buradan almış.
Tekne turu gününden sonraki günü, en sevdiğimiz plaj olan Elli Beach’te geçirdik. Akdeniz’in en güzel geniş ferah ve temiz plajının tadını sonuna kadar çıkarmaktı niyetimiz.
Akşam üstü de Elia (Olive) isimli lokal restoranda değişik mezeler ve yine Yunan rakısı olan Quzo ile günü noktaladık.
Rodos’taki son günümüzde ikinci otelimizin bulunduğu bölgede yürüyüşe çıkıp kale tarafını keşfettik. Sokaklarda yürümek ve fotoğraf çekmek için keyifli bir atmosfere sahip burası.
Son akşam kapanış yemeğimizi kaldığımız yer olan Koukos Restoran’da yedik. Lezzetli birer makarna ve lezzetli şaraplarıyla, bulunduğu sokağın enerjisiyle keyifli bir gece oldu.
Koca bir hafta Rodos’ta nasıl geçer diye düşünürken tüm lezzetli noktaları ve güzel sahilleri, yapılabilecek tüm aktiviteleri keşfetmiş olarak bulduk kendimizi. Gerçekten keyifli ve yolculuk yapması rahat bir bölge oldu bizim için.
Yeni gezilerde görüşmek üzere:)