İki yıl önce beni İspanyolca öğrenme merakı sardı. Öğrendikçe bu dile ve bu dilin konuşulduğu İspanya ile Latin Amerika ülkelerinin (Brezilya hariç, onlar Portekizce konuşuyorlar) kültürüne de ilgim arttı. İspanya’ya gitmek için fırsat kollamaya başladım. Daha önce birkaç kez farklı Avrupa şehirlerine gitmiş olan benim için İspanya seyahati önündeki engel, vakit-nakit idi. Bu seyahati 8 yaşındaki kızım ve eşimle birlikte yapmayı planladığımdan ve vakit işini bir şekilde ayarlamak konusunda sıkıntı yaşamayacağımdan, tek problem olarak 3 kişilik bu İspanya seyahatinin finansmanı kalmıştı. Bu yılın başından itibaren yavaş yavaş oradaki barınma fiyatlarını ve uçak giderlerini araştırmaya başlamıştım. Ancak ben farkında olmasam da bir problem daha vardı; (problem denilebilirse :)) İspanya’da nereye ya da nerelere gidecektik?
Barselona Hayvanat Bahçesi
Barselona’ya gitmeye karar kılıyor sonra oradaki barınma masraflarının çok yüksek olmasından dolayı Güney İspanya’yı, Granada civarını araştırıyordum. Bütün bu araştırmalar neticesinde Katalonya’nın başkenti olan Barselona’nın İspanya’da bambaşka bir kültürü içinde barındırdığını ve dahi mimar Gaudi’nin bu şehre imzasını atığını öğrenince, İspanya’ya yapılacak olan ilk seyahatimizin sadece bu şehri içermesi gerektiğine karar verdim. Mart ayına geldiğimizde THY’den ve Spanair’den izne ayrılacağımız Ağustos ayı için uçak fiyatlarını takip etmeye devam ediyordum. Aynı zamanda booking.com sitesinden otel ve apartamento (turistler için tam donanımlı kiralık daire) fiyatlarını izliyordum. Bingo!!! Spanair’de çok güzel bir fiyat yakaladım. Mart ayının ortalarında Ağustosun 10’u ile 21’i tarihleri için Barcelona’ya gidiş-dönüş uçak biletlerini aldım ve internetten kredi kartı ile üç taksitle ödedim. Toplam fiyat 1200 TL idi. Ağustos ayının Barcelona için çok yüksek sezon olduğunu düşünürsek bu fiyat çok iyi bir fiyattı (biraz daha aşağı fiyata olabilirmiş!).
Barselona Kalesi
Aslında İspanya’ya uçmak için en ideal vakit Paskalya Tatili’ne denk gelen Mart ayı civarıdır. Bu tarihte İspanya’da uzun bir tatil vardır ve birçok İspanyol vatandaşı turist olarak İstanbul’a gelir. Onları Türkiye’ye getiren uçaklar da İspanya’ya boş dönmek zorunda kalırlar. Her ne kadar bunu çok iyi bilen Türk turizm acenteleri bu biletleri bedava fiyatına kapatıp indirimli Paskalya turları düzenleseler de, sizin de bu ucuz biletlerden alma şansınız her zaman vardır. Bizim gibi çalışan ebeveynlerin (çocuğunuz da o tarihte okula gidiyor olduğundan) bu ucuz tatil imkânından yararlanması çok güçtür.
Katalunya Meydanı
Neyse, nihayetinde; uçak biletlerini alıp parasını da ödedikten sonra; kararsızlıklarla ve ekonomik kaygılarla planladığım Barselona seyahati için kapıyı aralamış oldum. Çünkü aldığım uçak biletlerinin hiçbir şekilde iadesi ya da tarih değişikliği opsiyonu yoktu. Ya gidecektik ya da gidecektik : )
Barcelona’da hangi bölgede kalsak, apartamento mu tutsak, otelde mi kalsak derken, nihayetinde mayıs ayında 11 gece için 1200 Euro’ya booking.com’dan, aslında apart otel olan ancak odalarını apartamento şeklinde veren bir otelden rezervasyonumuzu yaptırdım. Yani 3 kişi için 11 geceye karşılık toplam 3000 TL civarı (Euro sürekli değiştiğinden “civarı” diyorum). Booking sitesinde böyle bir rezervasyon yaptırdığınızda e-mail adresinize bir onay mesajı alıyorsunuz. Kredi kartı numarasını vererek rezervasyon yaptırıyorsunuz ancak o anda hesabınızdan kuruş para tahsil edilmiyor. Ödemeyi otele gittiğinizde kredi kartınızdan ya da isterseniz nakit olarak ödeyebiliyorsunuz. Burada dikkat edilmesi gereken husus; yaptığınız rezervasyonun iptal opsiyonlu olması. Örneğin benim yaptırdığım rezervasyonda; otele varmadan 3 gün önceye kadar ücretsiz iptal opsiyonu vardı. Kalacağımız yere hiç gitmemiş olsaydık ve bunu bildirmemiş olsaydık dahi, sadece bir geceye karşılık gelen 112 Euro civarı bir para tahsil edilecekti. İnternetten yaptıracağınız rezervasyonlarda son güne kadar iptal opsiyonu olan birçok seçenek de var. Booking’ten böyle bir rezervasyon yaptırıp gideceğiniz güne kadar sınırsız iptal yapıp sınırsız yeni rezervasyon yaptırabilirsiniz. Yeter ki iyi bir fiyatla iyi bir yer yakalayın.
Böylelikle, Mayıs ayına geldiğimizde; uçak biletlerinin üçüncü taksiti de kredi kartından kesilmiş ve tamamı ödenmiş oldu. Kalacağımız yer için oraya gidince ödeme yapacağıma göre, Ağustos ayına kadar Barcelona seyahati için cebimden başka para çıkmayacaktı. Haziran ve Temmuz aylarında gönül rahatlığıyla işimize giderek Barcelona seyahatinin tarihinin gelmesini bekledik. Diyeceksiniz ki İspanya’ya gidiyorsun, daha vize işlemleri var, asıl mesele vize almak… Ben de diyeceğim ki hayırrrrrr, bizim yeşil pasaportlarımız var ve İspanya’da birçok Avrupa ülkesi gibi 90 güne kadar yeşil pasaporta vize istemiyor. Öyle olunca da Avrupa’ya gitmek gördüğünüz gibi İstanbul’dan Ankara’ya gitmek kadar kolay oluyor.
Ağustos ayına girince Barcelona’ya gitme hazırlıklarına başladık. Toplam 60 TL ödeyerek kızım, eşim ve kendim için 11 günlük seyahat sağlık sigortası yaptırdım. Normal pasaportla Avrupa’ya gidenlerden vize işlemlerinde en az 30000 Euro teminatlı seyahat sağlık sigortası isteniyor. Buraya kadar problem yok. Ancak yeşil pasaportlarda ve gri pasaportlarda vize istenmediğinden birçok kişi seyahatlerinde bu küçük parayı ödememek için seyahat sağlık sigortası yaptırmayıp büyük riske giriyorlar. Bence bu riske girmeye değmez. Onun için siz siz olun kişi başı 10-20 TL para vermemek için seyahat sağlık sigortası yaptırmadan yurtdışına çıkmayın. Bu arada eşim de ben de devlet memuru olduğumuzdan, Temmuz ayında yurtdışı izin kâğıtlarımızı aldığımızı belirtmeliyim.
Port Vella
Spanair’in Türkiye’den gidişte online check-in yaptırma imkanı olmadığından Check-in işlemlerini uçağımızın kalkacağı Sabiha Gökçen Havaalanı’nda yaptırmak üzere 2 saat öncesinden SAW’da (Sabiha Gökçen Havaalanı uluslar arası kodu) olduk. Problemsiz bir şekilde uçağımıza binerek Barcelona’ya doğru uçuşa geçtik. Spanair’den bilet aldıktan sonra internetten bu firmayla ilgili bazı olumsuz yazılar okuduğumu söylemeliyim. Bu yazılar daha çok rötarlar ve bavulların uçaklarda itinasız taşınması veya kaybolması ile ilgiliydi. Doğrusunu söylemeliyim ki uçağımız Sabiha Gökçen’den tam zamanında havalandı. Bavullarımızın başına da bir şey gelmedi. Barcelona’dan dönüşte de bahsedildiği gibi bir sıkıntı yaşamadık. Spanair İspanya’ya uçuşlarda tercih edilebilir bir havayolu gibi görünüyor. En önemli avantajı THY ile arasında bilet fiyatlarında yarı yarıya fark olması. Yalnız şunu da söylemeliyim ki Spanair uçaklarında ücretsiz yemek servisi yok. Her şey parayla ve tahmin edildiği üzere oldukça pahalı… Ancak 3 saat 15 dakika süren bir uçak yolculuğunda yanınıza alacağınız meyve ya da birkaç atıştırmalık bir şeyle açlığınızı bastırabilmeniz mümkün.
Sorunsuz geçen bir yolculuktan sonra Barcelona Havaalanı’na indik. Sorunsuz ve süratli bir şekilde pasaport kontrolünden geçip, bavullarımızı da aldıktan sonra bir taksiye atlayıp bizi kalacağımız yere götürmesini istedik. Barcelona’da bütün taksilerde navigasyon cihazı var. Kalacağınız otelin ismini söylediğinizde sizi sorunsuz bir şekilde oraya götürüyorlar. 15 dakikalık bir taksi yolculuğundan sonra (Barcelona Havaalanı’ndan 20 km kadar) kalacağımız yer olan Aparthotel Napols’ün önüne geldik. Bu yolculuk için taksiciye bavullarda dâhil 30 Euro ödedim.
Boqueria pazarı
Barcelona Havaalanı’nda T1 ve T2 adında 2 tane terminal var. Bu iki terminal birbirine 20 dakika kadar yürüme mesafesinde. Bizim uçağımız T1 terminaline indi. Gerek T1 terminalinden gerekse T2 terminalinden Katalunya Meydanı’na yolcu taşıyan ve üzerinde “aeropuerto” yazan büyük mavi renkli otobüsler var. Bunlar kişi başı 3 Euro civarı sizi Katalunya Meydanı’na götürüyor. Bizim kalacağımız yer Katalunya Meydanı’ndan iki metro durağı ötede olduğundan ve oradan tekrar metroya ya da otobüse binmemiz gerektiğinden (yanımızda üç büyük bavul olduğu düşünülürse) biz taksi ile otele gittik.
Havaalanından Barcelona’ya bir başka ulaşım alternatifi ise şu: Barcelona Metrosu havaalanına kadar gelmiyor. T2 terminalinden kalkan trenlere binip; Sants ya da França istasyonlarında inebilirsiniz. Bu istasyonlar Barcelona metrosuna bağlanıyor. Ama bunun için T1 terminalinden yürüyerek ya da ücretsiz otobüslere binerek T2 terminaline geçmelisiniz. Barcelona’ya eğer ailenizle gittiyseniz, bunlarla hiç uğraşmaksızın, gayet makul bir fiyata taksi ile kalacağınız yere gitmenizi tavsiye ederim.
Taksi şoförümüz bavullarımızı bagajdan çıkartıp parmağıyla kalacağımız oteli gösterip, “adios” dedikten sonra yanımızdan ayrıldı. Ben daha önce google earth’ten bu caddeyi yürüyerek dolaştığımdan etraf oldukça tanıdık geldi. Saat İspanya saati ile 20.00 civarı otelin kapısından içeriye girdik. Daha sonra isminin Nikola olduğunu öğrendiğim İtalyan genç resepsiyon görevlisi kapıdan içeri girer girmez Senor Gumus diye seslendi. İşte bu tam da booking.com’dan rezervasyon yaptırmanın güzelliğiydi. O saatte orada olacağımızı not olarak rezervasyon not kısmına yazdığımdan Nikola bizim gelmemizi bekliyordu. İstanbul Sabiha Gökçen’den başlayan ve kalacağımız yere kadar olan yolculuğumuz yağ gibi gitmiş ve hiç sorunsuz ulaşmamız gereken yere ulaşmıştık. Benim elimde olan, daha önce yazıcıdan çıkardığım İngilizce konfirmasyon kağıdının aynısı resepsiyon görevlisinde vardı. 1200 Euro’yu orada kredi kartıyla hiçbir sorunla karşılaşmaksızın ödedim.
La Pedrera
Nikola ile biraz İspanyolca konuşarak anlaştım. Bir tanesi dairenin kapısının diğeri ise dairedeki kasanın olan iki kartı bize vererek ve kalacağımız daireyi tarif ederek gayet kibar bir şekilde bizi dairemize uğurladı. Dairemiz tam da internette gördüğümüz gibiydi. İki yatak odası, bir salon, banyo ve donanımlı bir mutfak… Mutfağımızda; mikrodalga fırın, normal fırın, ocak, buzdolabı, kahve makinesi, yemek pişirmek ve yemek için kap kacak vardı. Mutfaktan çıkılan kocaman uzunca bir balkon vardı. Salonda; bir yemek masası ve sandalyeler, koltuk takımı, tv ünitesi, küçük bir LCD televizyon ve dolaplar vardı. Yatak odaları da gayet iyi görünüyordu. Her yer tertemizdi. İnternetten yaptığımız bu seçimde gerçekten hayal kırıklığına uğramadık.
Hemen ilk olarak pasaportlarımızı kasaya koyup kilitledim. Barcelona’ya gelmezden önce Türkiye’nin Barcelona Konsolosluğu acil yardım telefonunu aramış ve Barcelona’ya geleceğimizi ve orada nelere dikkat etmemiz gerektiğini sormuştum. Oradaki görevli çok kalabalık yerlerde hırsızlığın çok olduğunu bu yüzden dışarıya çıkarken pasaportlarımızı kesinlikle kaldığımız yerde bırakmamız gerektiğini söylemiş ve yanımızda pasaportların fotokopisini taşımamızı tembihlemişti. Ben de Türkiye’de pasaportlarımızın fotokopisini çektirmiş ve yanımda getirmiştim. Kaldığınız yer de bir kasanız olması fikri çok iyi bir fikir. Gerçi otellerin birçoğunda bu tür daire içi kasalar için ilave ücret talep ediyorlar (günlüğü 5-10 Euro gibi) ama neyse ki bizden böyle bir ücret talep etmeksizin kasa kartını verdiler.
Barcelona’da 1. gün: (Arc de Triumf, Barcelona Hayvanat Bahçesi, Le Acuarium, Barcelonata)
Hava açık ve güneşli, sıcaklık: 29 C
Dairemizin bulunduğu Carrer de Napols Caddesi’nden deniz istikametine yürüyerek Nord Otobüs İstasyonu’na geldik. Oradan sağa kıvrılıp Arc de Triumf meydanına ulaştık. Bu meydanın girişinde devasa bir kemer var. Kırmızı renkli tuğlalardan mı yapılmış bilmem, kırmızı renkli, yüksek bir kemer. Aslında bu bir anıt kemer… Üzerinde melek heykelleri var ve sağ ve sol baştakiler borazan çalıyorlar. Bu anıt kemerin ne maksatla yapıldığını daha sonra araştıracağım. Bu anıt kemerin altından geçerek Arc de Triumf meydanında yürüyüşümüze başladık. Saat 11.00’e doğru geldiğinden mi bilmem; yürüyen insanların birçoğu bizimle aynı istikamette yürüyorlardı. Birkaç yüz metre uzunluğundaki bu şatafatlı meydanın hemen bitiminde Parc de la ciudad başlıyor. Parc de ciudad’ın haşmetli kapısından içeri girdik. İstikametimiz Barcelona Hayvanat Bahçesi olduğu için parkın içinde sağa sola sapmadan hayvanat bahçesinin iki girişinden biri olan, Ciutadella Parkı tarafındaki girişine ulaştık. Hayvanat bahçesine giriş: 1 yetişkin 16.50, çocuk: 9.90 Euro. Toplam 42.90 Euro ödeyerek içeriye girdik. Her zaman söylerim Türkiye’de hayvanat bahçesi yok diye. Barcelona Hayvanat Bahçesi’ni görünce bir kez daha söylüyorum. Gerçekten Türkiye’de bir hayvanat bahçesi yok.
Barselona Hayvanat Bahçesi
Burası devasa ağaçlar içerisinde ve hayvanların kendi yaşam alanlarının taklidine önem verilerek dizayn edilmiş pırıl pırıl bir hayvanat bahçesi. Biletleri alırken, camekânda saat 11.30’da yunusların gösterisi olduğunu okumuştum. Baktım saat 11.20 hayvanat bahçesini turlamaya başlamadan yunusların gösteri yaptığı alana gittik. Orada yaklaşık yarım saat süren enfes bir gösteri izledik. Tabii bu gösteri de aldığımız giriş biletine dâhil. Hayvanat bahçesinde yarım saat gezdik. Baktım kiralık elektrikli arabalar var. 4 kişilik elektrikli arabaların bir saati 25 Euro. Bir saat de elektrikli arabayla dolaştık. Saat 14.00’te oradan ayrıldık. 15 dakikalık bir yürüyüşün ardından Barcelonata’ya ulaştık. Orada bir restorana girip: deniz mahsullü paella, macarone de tuna souse yedik. Günün menüsü 14.50 idi. Biz iki menü aldık. 29 Euro ödedik. Tatlı olarak da meşhur la crema de Catalana yedik. Bildiğimiz vanilyalı pudingti. Biz de yapılandan tek farkı üzerinde sert bir katman olması (şeker karamelize edilmiş).
Oradan ayrılıp Port Vella’ya yöneldik. Enfes yatların yanından geçerek Le Aquarium denen akvaryuma ulaştık. Burada inanılmaz bir kuyruk vardı bilet gişesinde. Baktık ki sıra çok hızlı ilerliyor, girdik bilet kuyruğuna. Gerçekten on dakika içerisinde sıra bize geldi ve biletlerimizi aldık. Yetişkin 17.50 Euro ve 12 yaşına kadar çocuk 12.50 Euro. 50 Euro ücret ödeyerek akvaryuma girdik. Dairesel büyük akvaryumun etrafında dönen bir yürüyen bant yapmışlar. Onun etrafında 360 derece dönerken envaı çeşit balık (bunların içerisinde kocaman köpek balıkları da var) üstümüzden ve önümüzden geçti. Oradan çıkıp Maremagnum’a gittik. Orada McDonalds’ta bir şeyler yedikten sonra tahta köprünün üzerinden Colomb anıtının bulunduğu meydana çıktık. Köprünün üstü özellikle geliş istikametinde inanılmaz kalabalıktı. Las Ramblas’ta Boqueria pazarına kadar yürüdük. Sağlı sollu onlarca sokak sanatçıları ile ve bu sokakta her iki yönde yürüyen insanlarla Las Ramblas adeta bir karınca yuvasını andırıyordu. Ama bence çok eğlenceli bir mekândı. Daha ileriye yürümeden hemen Boqeria pazarının çaprazındaki metro merdivenlerinden Catalunya istikametine girmek üzere aşağıya indik. Bir durak sonra Catalunya’da inip, L1 (Fonda-kırmızı hat) güzergâhına yürüyerek Arc de Triumf’a gitmek üzere tekrar metroya bindik. 2 durak sonra Arc de Triumf’da indik. 10 dakika yürüdük ve işte otelimizin önündeyiz. Saat 20.30 idi.
Las Ramblas
Barcelona’da 2. gün (Montjuik: Barcelona Kalesi, MNAC)
Saat 10.30 civarı kaldığımız otelden ayrıldık. Yürüyerek Arc de Trumf’a vardık. 39 numaralı otobüse binerek St. Sebastian’a doğru yola çıktık. Torre de St. Sebastian’ın önünde otobüsten indik (St. sebastian teleferik kulesi). Montjuik’e giden bu teleferik sadece gidiş kişi başı 10 Euro. Gidiş-dönüş (ida y vuelta) 15 Euro. 12 yaşına kadar çocuk ise ücretsiz. Ben sadece iki adet gidiş bileti aldım (kızım için ücret ödemedim) Buraya toplam 20 Euro ödedim. Bileti aldıktan hemen sonra bir asansöre binerek kulenin en üstüne çıkartıldık. Kulenin en üstünde mükemmel bir manzara var. Bu kuleye sadece bakmak için de 5 Euro karşılığı çıkılabiliyor. Kulenin tepesinde yaklaşık 50-60 kişi kuyrukta bekliyordu. Her bir teleferik maksimum 20 kişi aldığından. Binebilmek için 20 dakika kadar bekledik. Buradan teleferikle Montjuic’e seyahat oldukça keyifli ve manzara muhteşem. Tabii biraz da ürkütücü (benim gibi yükseklik korkunuz varsa). Montjuic’e vardık ve teleferikten indik. Oradan 1-2 kilometrelik bir yürüyüşle kaleye çıkan teleferik durağına vardık. Bu teleferik daha modern ve bekleme gerektirmeyen bir teleferik. 6 kişilik vagonlar peşi sıra durağa geliyor ve yukardan gelenler inip hemen bekleyenler kabinlere biniyor. Hiç durmuyor. Kabine hareket halindeyken biniyorsunuz. Burada bir yetişkin gidiş dönüş 9.30 Euro. On iki yaşına kadar çocuk gidiş-dönüş (ida y vuelta) 6.30 Euro. Toplamda 25 Euro ödedim. Bu teleferik seyahati de çok keyifli. Kaleden Barcelona manzarası muhteşem. Bol bol fotoğraf çektik. Teleferikle tekrar geri döndük.
Barselona Kalesi
Teleferik durağından sol tarafa doğru yürüyerek Joan Miro sergisinin olduğu binanın önünden geçip MNAC’a (Catalunya Ulusal Müzesi) geldik. Burada Ortaçağ ve günümüz sanat eserleri sergileniyor. Oldukça büyük ve zaman ayırılması gereken bir müze. Buraya giriş için familiar bileti aldım. 5.95 + 5.95 + 0 = 11.90 Euro ödedim. MNAC’tan merdivenleri kullanarak büyülü çeşmeye indik. Buradan yukarıya doğru bakıldığında muhteşem simetrik bir görüntü var. Görüntünün en arkasında MNAC binası var tabii ki… Büyülü Çeşme’den aşağıya doğru devam ettiğimizde FILA kongre merkezinin yanından geçerek Placa de Espana‘ya ulaştık. Buradan L1 Fondo istikametine metroya binip 6 istasyon sonra Arc de Trumf'da indik. 10 dakika sonra saat 18.00 civarı dairemizdeydik.
Barcelona’da 3. gün Cumartesi (Las Ramblas, Boqueria pazarı, Catalunya Meydanı, Gracia Caddesi)
Saat 10.00 civarı evden çıktık. Kaldığımız yere birkaç blok ötedeki Sagra da Familia’ya doğru yürüyüşe geçtik. 15 dakikalık yürüyüşün ardından Sagra da Familia’nın önündeydik. Bugün Papa gelecekmiş. Sagra da Familia’nın önü ana baba günü. Görevli bir kız yanımıza gelip Papa’nın geleceğini söyledikten sonra kilisenin az sonra ziyaretçilere kapanacağını ve sıranın bize yetişmeyeceğini söyledi. Dışarıdan birkaç fotoğraf çektikten sonra nasıl olsa eve yakın öyle ya da böyle burayı gezeriz diyerekten Sagra da Familia’dan ayrıldık. Hemen dibindeki la Sagrera metro işaretinden aşağıya inip Renfe trenine bindik. Renfe’nin L3 (yeşil hat metrosu ile kesiştiği Sants istasyonunda inip oradan L3’e aktarma yapıp Liceu istasyonu’nda (las Ramblas’ın ortası) metrodan indik. İstasyon’dan yeryüzüne çıktığımızda La Boqueria tam karşımızdaydı. Meşhur La Boqueria Pazarı’ndan içeri girdik.
Aman Allahım bu ne renk cümbüşü! Bu yaşıma geldim ama ben böyle bir pazar görmedim. Envaı çeşit meyveler, envaı çeşit meyve suları… Kivi, portakal, avokado, mango, kavun, çilek ve daha bir çok çeşit meyve suyu. Plastik bardaklarda 1,5 Euro karşılığı satılıyor. Üstlerine buz konmuş. Barcelona’nın öğlen sıcağında insanın içini serinletecek cinsten. Tezgâhların önünde plastik tabaklara konmuş ve üstü folyo ile sarılmış meyve ordörvleri… Bir dilimlenmiş çilek tabağını 1 Euro’ya alıp pazarda yürürken midemize indirdik. Bir başka karışık meyve tabağını 2 Euro'ya aldım. İçinde karpuz, kavun, mango, Frenk üzümü, çilek ve ismini o an sorduğum ama şu an yazarken hatırlayamadığım bir iki meyve daha… Çeşit çeşit biberler, çeşit çeşit baharatlar… Katalanların Mariscos dedikleri çeşit çeşit kabuklu deniz hayvanı raflarda taptaze olarak yerlerini almışlar. Yine pazarın içerisinde ayaküstü tapas yiyebileceğiniz mekânlar. Biz bir pizza tezgâhından bir dilim pizza yedik. Bu pazarın gezimine doyum olmayacak. Ama buradan ayrılıyoruz. Catalonya’ya doğru yürüdük.
Katalunya Meydanı
Las Ramblas’ta 10 dakikalık yürüyüşün ardından meşhur Catalunya Meydanı'ndayız. Çok büyük bir meydan, etrafta her milletten insan var. Ben başka birkaç Avrupa şehrine daha gittim ama Barcelona gibi bu kadar çok milleti (dünyanın her yerinden insan yağmış) bir arada görebileceğim bir başka şehir daha var mı bilmiyorum. Burada kızım, eşim ve ben bir saatten fazla oturduk. Çantamızda getirdiğimiz sandviçlerden atıştırdık. Bu arada Catalunya Meydanı’nın daimi ikametçileri güvercinlere de yediğimiz sandviçten ekmek parçacıkları attık. Önümüz bir anda onlarca güvercin doldu. Cıvıl cıvıl bu meydanda da ayrılma vaktimiz geldi. Hemen karşıda Corte Ingles mağazası, devasa bir alışveriş cenneti… Onu turlayıp oradan 1-2 şey aldıktan sonra, Alışveriş merkezinin hemen karşısında başlayan meşhur Gracia Bulvarı’na (Passeig de Gracia) geçtik. Cadde boyunca dünyaca meşhur markaların mağazaları vardı (Meşhur İspanyol Zara mağazası da tabii ki). Az sonra solda Gaudi’nin Casa Battlo apartmanı yer alıyor. McDonalds’a girip bir şeyler yiyoruz. Barcelona’da McDonalds ortalama menü fiyatı 6.50 Euro. McDonalds’a 20 Euro ödüyorum. Şimdi de sağda meşhur Casa Mila (ya da buradaki adıyla La Pedrera) Gaudi’nin bir başka harikası. Diagonal istasyonuna kadar yürüdük. Oradan L3 ile Catalunya’ya geldik. Aktarma ile L1 metrosuna binip yine Arc de Triumf’dayız. Saat 19.00 civarı evimizdeyiz.
Barcelona’da 4. gün Pazar (Parc Güell Seyahati)
Bugün günlerden Pazar ve Barcelona’da hemen her yer kapalı. Yapılacak en iyi şey ya denize gitmek ya da bir parka… Denize hafta içi gitmeyi planlıyoruz. Ne de olsa Pazar günü plaj çok kalabalık olur. Parka gideceksek en iyi seçim Parc Güell. Evet, Gaudi’nin meşhur parkı… Saat 10.00 civarı evden çıkıyoruz. Dün gerçekleştiremediğimiz Sagra da Familia gezisini yapıp oradan Parc Güell’e gitme niyetindeyiz. Hem de kahvaltı sonrası sabah yürüyüşü olur diye Sagra da Familia’ya yürüyoruz. Bu saatte önü yine ana baba günü. Bu sefer de demezler mi bugün sadece rezervasyonlu turları alıyoruz. Ama yarın yani Pazartesi günü tüm turistlere açık olacakmış. Ne yapalım yine ayrılıyoruz Sagra da Familia’nın önünden… Yine Renfe trenine biniyoruz ve bu sefer Diagonal istasyonunda inip L3’e aktarma yapıyoruz. Parc Güell’e gidiyoruz. Sadece 2 durak sonra Lesseps istasyonunda iniyoruz metrodan. Merdivenlerden yukarıya çıktığımızda hemen az ilerde Travaersera de Dalt Caddesi sağda küçük bir büfe var. Adam bir kâğıda elle büyükçe PARC GÜELL yazmış ve okla istikameti göstermiş. Bu kâğıdı da büfenin camekânına yapıştırmış. Anlaşılan günde 1 milyon kişinin “Parc Güell ne tarafta abey” diye sormasından gına gelmiş adama.
Parc Güell
Traversera de Dalt Caddesi’nde 10 dakika kadar yürüdükten sonra solda Carrer de Larrart Caddesi var. Bu caddeye giriyorsunuz. Az sonra yürüyen merdivenler var. Yürüyen merdivenlerin başlangıcında hemen solda küçücük bir kilise var ve ziyarete açık. Üç parti yürüyen merdivenden sonra parkın ana giriş kapısına geliyorsunuz. Bu parka giriş ücretsiz, burası da çok kalabalık. Burada da dünyanın her yerinden gelmiş turistler. Gaudi’nin bu meşhur parkını dolaşıyoruz. Gölge bir yerde oturup yanımızda getirdiğimiz kruvasanlarımızı yiyoruz. Hayatımda bu kadar lezzetli kruvasan yemediğimi itiraf etmeliyim. Sabahleyin kaldığımız dairenin hemen karşısındaki pastaneden almıştım. Birçok fotoğraf çekip buradan da ayrılıyoruz. Geldiğimiz yoldan geri gidip metroya biniyoruz. Bu sefer Liceu istasyonunda iniyoruz.
Pazar günü olduğundan Boqueria Pazarı kapalı. Las Ramblas yine kalabalık ama dünkü yani cumartesi günkü kalabalığıyla kıyaslanmaz. Anlaşılan sokak sanatçıları da Pazar günleri tatil yapıyorlar burada. Tek tük sokak sanatçısı dışında sokak sanatçısı göremiyoruz. Saat 14.00’e geliyor. Liceu metro istasyonuna oldukça yakın olan La Seu da denilen Barcelona Katedraline gidiyoruz. Liceu istasyonundan Las Ramblas üzerinde deniz istikametinde biraz yürüdükten sonra solda Carrer de Ferran Caddesi var. Caddeden içeriye giriyoruz. Caddenin bitiminde Placa de Sant Jaume adında küçük bir meydan. Bu meydanın sol tarafında Palau de la generalitat binası sağ yanında, yani Palau de la Generalitat’ın tam karşısında Ajuntament (belediye binası). Palau de la Generalitat’ın hemen sağından darca bir sokaktan arkaya yönelip 50 metre kadar yürüdüğünüzde işte meşhur Barcelona katedrali. Pazar günü saat 14.00-17.00 arasında açık bu katedral. Ana giriş kapısına varıyoruz. Kapı kapalı. Saatin 14.00 olmasına 5 dakika var. Katedrale girmek için bekleyen birçok insan var ama bu insanların bizim millet gibi aceleci bir hali yok. Aşağıda merdivenlerde oturmuş muhabbet ediyorlar. Kapının önünde sırada bekleyen on kadar turist var. Biz de onların arkasında sıraya geçiyoruz. Saat tam 14.00’te açılıyor kapı. Beş dakika içinde biletimizi alıp katedralden içeriye giriyoruz. Kişi başı 6 Euro. Çocuklardan ücret almıyorlar. Toplamda 12 Euro ödüyorum. Bir saat kadar katedralde vakit geçirdikten sonra buradan da ayrılıyoruz. Bu gün biraz daha erken bitireceğiz Barcelona seyahatimizi. Ne de olsa Pazar ve birçok yer kapalı. Bizim ayaklarımız da ağrımaya başladı zaten. Saat 17.00 civarı evimizdeyiz.
Barcelona’da 5. gün Pazartesi (St. Sebastian Plajı)
Barcelona’ya geldiğimizin beşinci günü ve Akdeniz kıyısında bulunan bu şehirde daha hiç plaja gitmemişiz. Bugün Plaja gidiyoruz. Saat 10.00 civarı evimizden çıkıyoruz. Arc de Triumf’a kadar yürüyoruz. Oradan 39 numaralı otobüse binip Torre de St. Sebastian (St. Sebastian Teleferik Kulesi) durağında iniyoruz. Önümüzde akıp giden yolun karşı tarafı pırıl pırıl Akdeniz. Yolun karşısına geçip St. Sebastian plajındaki şezlonglarda yerimizi alıyoruz. Bu plajın sol tarafı Barcelonata plajı. Başınızı sağ tarafa çevirdiğinizde en ilerde yelkene benzeyen meşhur W oteli göze çarpıyor. Şezlonglar ve şemsiyeler bölge bölge gayet nizami bir şekilde konmuş. Birçok turistin kumun üzerine bir havlu atıp güneşlendiğini ve şezlongları kullanmadıklarını görünce şezlongların ve şemsiyelerin ücretli olduğunu anlıyorum. 3 şezlong ve bir büyük şemsiye için görevliye 20 Euro ödüyorum.
St. Sebastian teleferik
Plajda insanlar gayet rahat. Plaj çıplaklar plajı olmamasına rağmen üstsüzler dışında, anadan üryan tek tük erkek ve kadınlar da var. Denizde çok fazla kimse yok. Genelde herkes güneşleniyor. İşte özgürlük; herkes kendi halinde... Barcelona’ya geldiğimin beşinci günü ve insanların dünyanın her yerinden akın akın bu şehre niye geldiklerini daha iyi anlıyorum. Tarihi, Gaudi’si, kabuklu deniz ürünleri, plajları bir yana insanları bu şehre çeken en önemli şeylerden birinin; bu şehrin kendisini ziyarete gelen insanlara verdiği özgürlük ve rahatlık hissi olduğunu anlıyorum.
Buraya gelmeden önce internette Barcelona plajları ile ilgili bir arkadaşın yorumunu okumuştum. Orada denizin kirli olduğunu ve insanların suya girmediklerini yazdığını hatırlıyorum. Oysa deniz gayet temiz. Hatta buradaki bazı plajlara mavi bayrak verilmeye başlandığı bile söyleniyor. İnsanların suya fazla girmeme meselesine gelince; onun nedeni insanların genelde burada; kitap okumayı, güneşlenmeyi, muhabbet etmeyi tercih etmeleri.
St. SebastianPlajı
Plajda Uzakdoğulu kadınlar dolaşıyor. Ellerinde çeşitli kremler var ve yanınızdan geçerken “mesaje, mesaje” diye size sesleniyorlar. Anlayacağınız üzere bu kadınlar 5 Euro verdiğinizde hemen oracıkta size güzel bir masaj yapıyorlar. Kadınlı erkekli pek çok turistin bu kadınlara 5 Euro verip kendilerine masaj yaptırdığını görüyoruz. Bir de elinde bir poşet ve o poşetin içinde cola, fanta, su bulunan Afrika vatandaşları var ki, Onlar da plajda sürekli dolaşıp; ama gayet kibar bir şekilde ve kimseyi rahatsız etmeksizin; “cola, fanta; agua” diye kısık sesle bağırıyorlar. Şahsen Türkiye’de görmeye alışık olduğumuz bu tür bir satış şeklini Barcelona’da hele ki bir plajda görmek beni şaşırtıyor.
Bütün günü plajda geçiriyoruz. Bu bizim için iyi bir dinlence oluyor. Akşam evimizin hemen yakınındaki Mercado’dan dondurulmuş kalamar, dondurulmuş mezgit ve içeceklerimizi alıp evimizde güzel bir akşam yemeği yiyoruz.
Barcelona’da 6. gün Salı (Tibidabo)
Sabah 10.00 civarı evden çıktık. Bugün Tibidabo’ya gidiyoruz. Bundan en çok memnun olan kızımız olacak. Çünkü burası Barcelona’ya tepeden bakan ve gidenlere muhteşem panoramik bir Barcelona ve Akdeniz manzarası sunan bir lunapark. Metro ile Katalonya Meydanı’na gidiyoruz. Las Ramblas’ın hemen bittiği yerin karşısından üzerinde büyük harflerle “Tibidabo” yazılı bir otobüs var. Bu otobüste T1 biletimiz geçmiyor. Bileti 2 Euro civarı otobüsün içinden alıyorsunuz. Bu otobüs buradan yarım saatte bir kalkıyor. Yirmi beş dakikalık keyifli bir yolculuktan sonra (otobüs nefis bir Barcelona manzarasını aşağısında bırakarak Tibidabo’yu tırmanıyor) Tibidabo’dayız. Burası harika. Burada Barcelona’ya tepeden sanki küçümseyerek bakan bir kilise var. Oldukça haşmetli bir görüntüsü var. Ağaçların altında birkaç yüz metrelik keyifli bir yürüyüşün ardından Lunapark’ın içinde buluyorsunuz kendinizi. Buradaki gişeden 60 Euro ödeyerek aile bileti aldım. Üçümüzün bileğine de bizim her şey dâhil tarzı otellerimizde taktığımız tarzda bir kâğıt bileklik taktılar. Bu şekilde lunaparktaki bütün eğlence unsurlarını o gün içinde istediğiniz kadar kullanabiliyorsunuz. Aslında kişi başı 25 Euro’dan 75 Euro tutuyor. Ama Tibidabo’ya gelirken bindiğiniz otobüsten size verilen ödeme fişini gişeye verdiğinizde toplam tutardan oraya geliş için otobüse ödediğiniz ücreti düşüyor. Ayrıca Dönerken kullanacağınız otobüs biletlerini de size veriyorlar. Yani dönüşte bu biletleri otobüse veriyor ve ayrıca para ödemiyorsunuz.
Tibidabo’da saatlerce vakit geçirdik. Buradan Barcelona manzarası harika. Açık havalarda Majorca Adası’nın dahi görülebildiği söylendi. Buraya gidecek olanlara korku oteline muhakkak girmelerini tavsiye ederim. Otelin içinde gerçek karakterler var. Muhteşem bir korku ortamı yaratmışlar. Gerisini anlatmayacağım. Sürpriz…
Barcelona’da 7. Gün Çarşamba (Corte Ingles’te alışveriş)
Barcelona’da giyim alışverişi için çok seçenek var. İspanyolların meşhur Zara isimli mağazalarına her büyük caddede ve alışveriş merkezinde rastlıyorsunuz. Bizim orada bulunduğumuz vakitler oldukça indirim vardı. Zara’dan uygun fiyata giysiler alabildik.
Tax Free sınırı 90 Euro. Tek bir dükkândan 90 Euro tutarında alışveriş yaptığınızda (Tax Free üyeliği varsa) bir Tax Free formu isteyip % 10 civarı paranızı havaalanındaki gişeden tahsil edebiliyorsunuz.
Barselona'da alışveriş
Catalunya Meydanı’nda iki adet Corte Ingles var. Bunlardan bir tanesi Las Ramblas’ın hemen bitiminde sağda ve Küçük Corte Ingles diye isimlendiriliyor. Buradan erkek ve kadın giyim ürünlerine, spor giyim ürünlerine ulaşabilirsiniz. Bu mağazanın karşı sağ çaprazında Büyük Corte Ingles var. Bu mağazanın 3 yerden girişi var ve ana girişi meşhur Passeig de Gracia Caddesi’nin karşısında kalıyor. Büyük Corte Ingles 10 küsur katlı devasa bir alışveriş merkezi. Her katta farklı ürün grubunun yer aldığı bu mağazada bir bütün gününüzü geçirip alışverişin keyfine varabilirsiniz. Giriş katında Barcelona’ya özgü her türlü hediyelik eşyanın satıldığı bir bölüm de var. Ayrıca aynı bölüm içerisinde Barcelona futbol kulübünün forma, top, şapka ve diğer bütün hediyelik eşyalarını uygun fiyata alabilirsiniz. Corte Ingles’te merkezi bir ödeme kasası yok. Her ürün grubunun ödemesini kendi kasasına yapıyorsunuz. Turistler için bazı günler % 10 indirim kuponları veriliyor. Bu kuponu pasaportunuzun kendisi veya fotokopisi ile giriş katındaki danışmadan birkaç dakika içerisinde alıp ödemelerinizi ondan sonra yaptığınızda % 10 ucuza alıyorsunuz. Bir de havaalanından % 10 vergi geri ödemenizi aldığınızda, El Corte Ingles’ten aldığınız ürünleri % 20 daha ucuza almış oluyorsunuz.
El Corte Ingles’te alışveriş yaptınız. Alışveriş fişlerinizi toplayın. 90 Euro’nun üstünde mi? Evetse o durumda yapmanız gereken; 1 gün sonra pasaportunuzla ve fişlerinizle birlikte El Corte Ingles’e gelip giriş katının iki kat altına inip Tax Free bürosundan numara alıp (gözünüz korkmasın en fazla 15 dakika sonra sıra gelir) Tax Free formunuzu almak. Bu formu kullanarak; son gün havaalanından ülkenize dönerken check-in işlemlerinizi yapmadan önce bavullarınızla birlikte Barcelona (BCN) Havaalanı’nın bir alt katına inip oradaki gişelerden vergi iadenizi almak için kullanacaksınız. Ama havaalanında Tax Free gişesine gitmeden önce, Tax Free formunuzu havaalanının giriş katındaki polis bürosunda damgalatmalısınız.
Barcelona’da 8. Gün Perşembe (Glorias Alışveriş Merkezi’nde alışveriş)
Glorias Alışveriş Merkezi, Catalunya Meydanı’na dört metro istasyonu uzaklıkta yer alıyor. Bizim kaldığımız yere iki metro istasyonu uzaklıktaydı. Bir günümüzü burayı dolaşmaya, alışveriş yapmaya ayırdık. Burada birkaç tane çanta mağazası var ve uygun fiyatlı çok güzel çantalar bulabilirsiniz.
Glorias Alışveriş Merkezi
Glorias’ın giriş katında kocaman bir Carrefour var. Buranın en üst katında ise çok uygun fiyata alışveriş yapabileceğiniz büyük bir “Ne ararsan var abi” mağazası var. Tişörtler, ayakkabılar, terlikler… Özellikle terlik fiyatlarının çok uygun olduğunu söylemeliyim. Ha bir de mayolara dikkat, Barcelona’dan Türkiye’den çok daha uygun fiyata kalite mayolar alabilirsiniz. Glorias Alışveriş Merkezi’nde çocuğunuz için bir de orijinal Disney Mağazası var.
Barcelona’da 9. Gün Cuma
Bugün Barri Gotic’i dolaşıyoruz. Sırtınızı denize döndüğünüzde, Las Ramblas’ın sağ tarafı eski Barri Gotic mahallesi… Dar sokaklarda dolaşıyoruz. Bu dar sokakların her biri küçük küçük meydancıklara açılıyor. O meydancıklarda küçük sokak kafeleri yer alıyor. Tam bir şeyler yiyorsunuz ki elinde gitarla iki genç geliyor. Sokak kafede oturanlara doğru seslenip onlara küçük bir konser vereceklerini söylüyorlar. Konserlerini verip gitarlarını tekrar kılıflarına koyduktan sonra başlarından şapkalarını çıkarıp kafede oturanlardan para topluyorlar. Böylece öğlen yemeklerinin parasını çıkartıyorlar.
Barri Gotic
Ülkenize dönmeden önce Barcelona’dan hediyelik eşya almayı düşünüyorsanız; Barri Gotic bu iş için uygun. Barri Gotic’te küçük küçük hediyelik eşya dükkânları var. Bunun yanında birkaç tane büyükçe, her türden hediyelik bulabileceğiniz dükkân da var. Barcelona futbol takımının ürünlerini satan küçük dükkânlar var burada. Bu dükkânları genelde Hintliler işletiyor. Barcelona formalarının sahtelerini satıyorlar. Dükkâna ilk girdiğinizde 20 Euro fiyat çekiyorlar. Siz fiyatı yüksek bulup dükkân kapısına ya da çıkışa doğru yaklaştıkça Hintli satıcının daha düşük olan yeni fiyat teklifleri geliyor.
Barcelona’da 10. ve 11. Gün
Bu iki gün bizim serbest olarak, plan yapmaksızın dolaştığımız günler oldu.
Barcelona ile ilgili yanlış bilinenler ve doğruları
- Barcelona’ya gelmeden önce bu şehrin Ağustos ayında çekilmez bir sıcağı olduğu ve bu tarihin Barcelona’ya gelmek için iyi bir tarih olmadığı ile ilgili bazı yazılar okumuş ve internetten yazıştığım Güney İspanya’dan bir arkadaştan da buna benzer yorumlar dinlemiştim. Öte yandan internetten şehrin son on yıllık Ağustos ayı sıcaklık ortalamalarına baktığımda ortalama sıcaklığın 28 derece civarı olduğunu görmüş ve hiç de o kadar sıcak olmadığı ile ilgili kanaat sahibi olmuştum. Barcelona’ya gelince gördüm ki Barcelona Akdeniz kıyısında bir şehir olmakla birlikte, bizim Antalya gibi çok sıcak ve olağanüstü nemli bir şehir değil. Çünkü Barcelona daha kuzeyde kalıyor. Bu yüzden Ağustos ayında bile havası oldukça konforluydu. Biz oradayken sıcaklık 29 derecenin üzerine çıkmadı. Öğlen 12.00-13.00 civarı bile Barcelona sokaklarında çok sıkıntı çekmeksizin dolaşabildik. Barcelona’nın muhteşem şehir planından dolayı ve caddeler boyunca ağaçlardan dolayı çok fazla güneşle yüz yüze gelmediğimizi de eklemeliyim.
- Bu şehre gitmeden önce internetten okuduğum bazı yorumlarda Katalanların çok soğuk, kendini beğenmiş, suratsız insanlar olduğu ile ilgili birkaç yorum okumuştum. Barcelona’ya daha önce gitmiş, sadece birkaç kişiye ait bu görüşlerin hiç de doğru olmadığını gördüm. Katalanlar gerçekten çok güler yüzlü ve çok sempatik insanlar. Şahsen ben ve ailem Katalanları çok sevdik. Seyahatimiz boyunca çok yardımcı oldular.
- Yine oraya gitmeden önce Katalanların çok milliyetçi oldukları ve bilmelerine rağmen sizinle İspanyolca konuşmadıkları hakkında bazı şeyler duymuş ve okumuştum. Barcelona seyahatimde böyle bir şeyle hiç karşılaşmadım. İspanyolca konuştuğum her Katalan bana İspanyolca konuşarak gayet kibar bir şekilde yardımcı oldu.
- İnternette bir kişinin yorumunda; Barcelona’nın plajlarında insanların sadece güneşlendikleri ve deniz kirli olduğu için suya girmedikleri ile ilgili cümleler yer alıyordu. Oraya gittiğimde Şehrin içinde yer alan ve yan yana olan Barcelonata ve St. Sebastian plajlarında denizin gayet temiz olduğunu ve insanların suya girdiklerini gördüm. Kumsal çok güzel… Denizin kıyısı taşlı ve çabuk derinleşiyor. Ben o arkadaşın yanlış yorumunu şuna bağlıyorum. İnsanlar çok fazla suya girmiyorlar çünkü plaja gelmelerindeki maksat güneşlenmek. St. Sebastian Plajı’nda normal veya sadece üstsüz güneşlenen kadınlar dışında tamamen çıplak erkek ya da kadınlara da rastlıyorsunuz. Burası çıplaklar plajı olmamasına rağmen herkes istediği gibi takılıyor. Zaten insanlar o kadar rahatlar ki kimse kimsenin nasıl güneşlendiğini umursamıyor.
Barcelona ile ilgili doğru bilinenler:
- Dünya’nın dört bir yanından turist alıyor ve bu turistleri Barcelona’nın her sokağında, caddesinde ve meydanında görebiliyorsunuz (İstanbul gibi sadece Sultan Ahmet ve Taksim gibi çok popüler yerlerde değil).
- Barcelona’da restoranlar gerçekten pahalı. Gerçekten bazı restoranlarda yemek yiyebilmek için sıra bekliyorsunuz.
- Akşam yemeği saat 22.00 civarı yeniyor.
- Katalanca konuşuyorlar.
- Sangria adlı içkileri gerçekten güzel.
- La Boqueria Pazarı gerçekten muhteşem (Ben hayatımda böyle bir pazar görmedim).
- Barcelonalıların birçoğu Ağustos ayı boyunca dükkânlarını kapatıp tatile gidiyorlar. Kapalı bu dükkânların kapısında hangi tarihte açılacağı yazıyor. Ama bu durum turistleri pek etkilemiyor. Çünkü büyük alışveriş merkezleri, restoranların büyük bölümü ve tarihi ve turistik yerlerdeki dükkânlar açık.
Port Vella
BARCELONA’DA BAYILDIKLARIM:
- Marketlerde poşetlenmiş olarak satılan meyveli, tahıllı ekmeklerine bayıldım.
- Bir tür tatlı şampanya olan “CAVA”ya bayıldım.
- Şaraptan yapılan SANGRIA isimli likörlerine bayıldım (Birçok Sangria markası var. Don Simon en iyileri).
- Şehrin mükemmel alt yapısına bayıldım.
- Katalan insanının hayatı algılayışına ve mutlu haline bayıldım.
- Boqeria Pazarı’na bayıldım.
- Las Ramblas’taki sokak sanatçılarına bayıldım.
- El Corte Ingles’te ve Glorias Alışveriş Merkezi’nde alışveriş yapmaya bayıldım.
- Parc de Ciutadella’nın çimlerinde yatmaya bayıldım.
- La Sagra da Familia’nın ihtişamlı görünümüne bayıldım.
- Tibidabo’dan Barcelona manzarasına bayıldım.
- St. Sebastian Teleferik Kulesi’nden Montjuik’e teleferikle gitmeye bayıldım.
- Kabuklu deniz ürünlerine bayıldım.
- Cava isimli tatlı şampanyaya bayıldım.
- Sangria isimli şarapla yapılan liköre bayıldım.
- Her yerde bisiklete binilebiliyor olmalarına bayıldım.
BARCELONA’DA BAYILMADIKLARIM:
- St. Sebastian Plajı’ndaki Afrika kökenli meşrubat satıcıları
- Parc de Ciutadella’daki idrar kokusu (Barcelonalılar köpeklerini her akşam Parc de Ciutadella’ya getiriyorlar. Çok fazla sayıda köpek burada dışkıladığından ve çok yakında Barcelona Hayvanat Bahçesi olduğundan akşamları keskin bir idrar kokusu oluyor).
- Paella
- Dönüşte bizi havaalanına götüren taksicinin çok süratli araba kullanması
- Gazpacho çorbası
Parc de Ciutedella
ÖN YARGILARIMIZ VE GERÇEKLER
Bilirsiniz bizim toplumumuzda genel bir kanaat vardır: “Yahu bu Avrupalılar çok yüksek maaşlar alıyorlar ve adamlar her sene bizim ülkemize tatile gidiyorlar. Oysaki biz onların yaptığını yapamıyoruz”. Ben birkaç kez yurtdışına gittiğimden ve takip ettiğim kadarıyla şunu biliyorum. Bu onların gelir durumundan çok, kültür yapıları ve hayatı algılayışlarıyla ilgili bir durum. Bir kere bizim karı koca memur olduğumuzu ve yaptığımız bu tür, yılda bir seferlik yurtdışı seyahatlerini; en azından bizim gibi karı koca çalışan birçok insanın yapabileceğini söylemeliyim. Peki, birçok insan bunu niçin yapmıyor ya da yapamıyor? Birinci nedeni, öncelik sırası… Avrupalılar hali hazırda salonlarında koltuk takımı varken hadi bunu değiştireyim ve aldığım koltuk takımına 1 yıl boyunca taksit ödeyeyim demiyorlar. Gösteriş merakları yok. Günde sadece yarım saat kullanacakları bir arabaya bizim insanımız gibi dünyanın parasını ödeyip, evden dışarıya çıkmaksızın yıllarca onun taksitini ödemiyorlar; arabaları küçük ve ekonomik. Kesinlikle bizden daha zor geçiniyorlar. Ama bütün harcamaları planlı olduğundan her ay tatil için 100-200 Euro para ayırıp yılda bir kere özellikle bizim gibi parası 2,5 kat değersiz ülkelerde rahatlıkla tatil yapabiliyorlar. Düşünün ki bizim ülkemizdeki sabit gelirli birçok insan da bunu yapabilir.
Bir diğer neden dil problemi. Biliyoruz ki şu İngilizce dili bizim eğitim sistemimizdeki en büyük fiyaskolardan biridir. İlköğretimden itibaren okullarda İngilizce dersleri verilir ama kimse İngilizce öğrenemez. Öte yandan Türkiye’den çok geri kalmış olduğunu düşündüğümüz birçok ülke vatandaşının şakır şakır İngilizce konuştuklarını görürüz (Pakistan’daki bir dilenci, Afrikalı bir mülteci, Iraklı bir öğrenci…). İşte bu durum bizim dünyaya ve özellikle Avrupa’ya bireysel olarak entegre olamamamızdaki en büyük engellerden biridir. Dil yeterliliği olmayan pek çok vatandaşımız Avrupa’nın bir şehrine tatile gitme fikrine korkarak bakarlar. O yüzden bu tür girişimleri genellikle karı koca İngilizce öğretmenlerinin yaptığına şahit oluruz.
Bu tür seyahatlerde dairede kalmanın büyük avantajları var. Otelde dairenin konforunu bulamazsınız. Bu tür seyahatlerde ilk defa gidilen bir ülkeyi gezmek, görmek esas amaç olduğu gibi; o ülkenin yeme içme alışkanlıklarını ve kültürünü tanımak da önemlidir. Dairede kaldığınızda marketlerden alışveriş yaparak o ülkenin farklı lezzetlerini mutfakta tatma imkânınız her zaman vardır. Oysa otelde böyle bir mutfağınız olmayacağından bunu yapamazsınız. Gittiğiniz ülkede otelde kaldığınızda dışarıda yemek yemeyi maddi açıdan kendinize dert etmeseniz bile; her gün ne yiyeceğim kaygısını taşıyabilirsiniz. Hele ki gittiğiniz yerdeki mutfak kültürü sizin damak tadınıza uymazsa sürekli McDonalds ya da Burger King tarzı yerlerde yemek yemek zorunda kalabilirsiniz. Oysa kaldığınız yerde tam donanımlı bir mutfağınız varsa; marketten istediğiniz şeyleri uygun fiyata alıp buzdolabınıza doldurup istediğiniz yemekleri yapabilirsiniz. Ben evde hazırlanmış güzel bir yemek masasında ailemle yemek yemeyi her zaman restoranda yemek yemeye tercih etmişimdir. Kaldığınız yerde donanımlı bir mutfağınızın olması, sizin seyahatinizdeki en büyük kalemlerden biri olan yemek masraflarınızı da en aza indirir. Bütün Avrupa otellerinde ve restoranlarında yemek fiyatlarının yüksek olduğu düşünülürse bizim gibi orta gelir grubu ailelerin bu tür seyahatlerinde bunun ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır.
Barcelona gün boyu kabuklu deniz mahsulleri tüketen bir şehir, marketlerde dondurulmuş her nevi balık ve kabuklu deniz mahsulü çok ucuz. Biz akşam yemeklerimizde bol bol bu ürünleri yedik. Diğer tüm Avrupa şehirleri gibi hazır gıda çeşidi çok fazla… Mutfağımızda yemek hazırlamak için saatlerce uğraşmıyoruz. Dondurulmuş patates kızartması, kalamar, balık kızartması, güzel bir salata ve içecek olarak Barcelona’nın meşhur Cava’sı… İşte harikulade bir İspanyol sofrası!
Evet, kaldığımız dairede 11 gece geçirdik. Daire çok merkezi bir yerdeydi. Binanın hemen karşısında bir fırın, onun yanında bir manav, çaprazında ve hizasında olmak üzere iki tane de süper market vardı. Mercado isimli hipermarket, kaldığımız binanın iki bina yanındaydı. Mercado’dan mutfağımızda kullanmak üzere temel gereksinimleri ilk günü aldık (yağ, tuz, şeker…). Mercado’dan farklı farklı peynirler alarak her sabah kahvaltısında farklı İspanyol ve Hollanda peynirlerini tattık. İspanya’nın marmelat ve reçelleri çok güzeldi. Dondurulmuş dilim patates fiyatları çok uygun olduğu için kızartmak için taze patates yerine dondurulmuş patates aldık. Bütün gün akşama kadar şehri dolaştıktan sonra her akşam yemeğimizi dairemizde yedik. Günlük gezintimizden dönerken markete uğrayıp oldukça çok çeşit satan marketimizden farklı farklı ürünler alıp kendimize şarap eşliğinde güzel bir masa hazırlayıp İspanyol lezzetlerinin keyfine vardık.
Berselona'da fiesta
BARCELONA’DA ULAŞIM
T-Familia isimli biletler var. Bu biletlerin üzerinde 70-30 yazıyor. Yani 30 gün içerisinde kullanılması gereken 70 adet bilet demek istiyor. Biz ilk gün bir bilet makinesinden kredi kartı ile T-Familia bileti aldık. Toplamda 48 Euro ödedik. Üçümüz de bu bileti kullandık. Her geçiş için kart okuyucuya okutuyorsunuz. Bu bilet ile T1 alanı içerisinde kalan (T1 alanı oldukça geniş bir bölgeyi kapsıyor) bütün metro, otobüs ve tramvaylara binebiliyorsunuz.
Barcelona’da ulaşım çok rahat, otobüsler tertemiz ve klimalı, metrolar da temiz ve klimalı. Metro gece 12.00’ye kadar son derece güvenli. O saatten sonrasını, kullanmadığımız için bilmiyorum.