Eski şehrin merkezindeki Roman Theatre 169-177 yıllarında Marcus Aurelius döneminde yapılmış. Toplam 33 sıradan oluşuyor ve 6.000 kişi kapasitesi var. O dönemde orkestranın sahneye giriş yaptıkları odalar şu an Amman Folklor Müzesi olarak kullanılıyor. Sıraların en tepesinden vadiye yerleşmiş Amman’ın görüntüsünü fotoğraflıyoruz. Buradan Citadel’e ve Herkül tapınağına gidiyoruz.Citadel (Jabal al-Qal'a) Amman’ın ortasında bir tepeye kurulmuş. Geçmişi Neolitik döneme kadar gidiyor. Tepedeki tarihi kalıntılar MÖ 1800 senesinden Bronz çağdan kalma. Amman ismi “Rabbath Ammon” yani “Ammonitilerin Büyük Şehri” anlamına geliyor. Ammonitiler buraya MÖ 1200 senesinde gelip yerleşmişler. Bu bölgede ilk kurulan devletler Gilead, Amman, Moab ve Edom’muş.
MÖ 13. yy’da ise bölgeye İsrailoğulları hakim olmuş. Ama MÖ 721’de Asurlular bu topraklara gelerek İsrailoğullarının egemenliğine son vermiş. Ardından Asurluların egemenliğine MÖ 612’de Medler, Medlere ise MÖ 587’de Babiller, MÖ 332’de Babillere Büyük İskender son vermiş. MÖ 64 senesinde Romalılar bölgeyi ele geçirinceye kadar Ptolemaios’ler ve Selevkoslar bölgede yaşamış.
Hz. Ömer döneminde ise Müslümanlar tarafından fethediliyor ve İslamiyet ile tanışıyorlar. 1517 senesinde Yavuz Sultan Selim’in Ürdün topraklarını fethetmesine kadar sırasıyla Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Eyyubiler, Memlüklüler hakimiyet kurmuş. Hatta 12. Yy’da bir süre Haçlıların yönetimine girmiş.
Yani bu topraklardan çok sayıda medeniyet geçmiş. 1517’de Osmanlı egemenliğine girmiş ve 400 sene Osmanlı hakimiyetinde yaşamış. Taa ki 1917 senesindeki İngiliz işgaline kadar. Bu 400 senelik zaman içinde sadece 1831 - 1840 yılları arasında 9 sene boyunca Mısır'da Osmanlı’ya baş kaldıran Mehmet Ali Paşa'nın hakimiyetine geçmiş.
1917’de İngilizlerin Ürdün ve Filistin topraklarını işgal etmesine Şerif Hüseyin yardım etmiş. Çünkü İngilizler Şerif Hüseyin’e Arap yarım adasının krallığını vaat etmişler. İngilizler, Arap yarımadasını vermeseler de 1921'de Şerif Hüseyin’in oğlu Şerif Abdullah’a Ürdün Nehrinin doğu tarafındaki topraklarda yarı bağımsız bir emirlik kurmuşlar. Bu emirlik aynı zamanda da Filistin topraklarının üçte ikisini kapsıyormuş ve emirliğin kontrolü yine İngilizlerdeymiş.
1946 senesinde Londra Antlaşması ile İngilizler Ürdün’ün bağımsızlığını tanıyorlar. Ama krallığı da İngilizlerin bu bölgedeki çıkarlarını koruma görevini üstlenmiş olan Kral Abdullah’a veriyorlar. Ama Kral Abdullah, 5 sene görev yaptıktan sonra 20 Temmuz 1951'de Kudüs’te yine İngilizler tarafından öldürtülmüş. Yerine ise oğlu Talal geçti. Kral Talal’ın akli dengesi yerinde olmadığı için mecburen krallığı 1953’te oğlu Hüseyin’e devretti. Kral Hüseyin ülkede denge politikası uygulamaya çalıştı. Başta parlamenter sisteme dayalı bir krallık rejimi kurmak istedi. Ama kendi yetkilerinden taviz vermek istemediği için ilk seçimlerden sonra bu parlamento sadece sembolik bir kurum olarak kaldı. 1967 Arap - Israil savaşından sonra da kapatıldı. Bu savaşta 6.000 kişi şehit verilmiş. 1964 senesinde Ürdün’ün içinde Filistin Kurtuluş Teşkilatı (FKT) kuruldu. Ancak bu teşkilat İsrail'e karşı operasyonlar yapınca İsrail de Ürdün’ü zora sokacak misillemelerde bulundu. FKT devlet içinde devlet olma riski taşıdığından 1971’de ülkeden çıkartıldı.
Bu kadar hareketli bir bölgede olmasına karşın yine de Ürdün çok fazla olaya bulaşmamış. Mesela 1973-74 Arap – İsrail savaşına katılmamış. 1978’de Mısır – İsrail arasındaki anlaşmayı reddederek Mısır ile diplomatik ilişkilerini ilk kesen Arap ülkesi olmuş. Ama tabii şimdilerde Mısır’la bir problemleri yok. Bu arada Kral Hüseyin’in eşi İngiliz, yani şu anki Kral Abdullah yarı Ürdünlü yarı İngiliz. Bu nedenle ne İngiltere ne de Schengen ülkeleri Ürdün vatandaşlarından vize istemiyor.
Kral Abdullah’ın karısı ise İranlı. Değişik değil mi? Oysa ki 1980’de başlayan Irak-İran savaşında Ürdün İran’a karşı Irak’ın yanında olup, Irak’a silah sağlamıştı. 1989’da ise Irak Kuveyt’i işgal edince Irak’a karşı çıkmış, Amerika Irak’a karşı harekette bulununca Irak’ı desteklemiş.
1989’da IMF ve dünya Bankasının talebi ile Ürdün parasını % 50 oranında devalüe edince büyük bir halk ayaklanması çıkıyor. Bunun üzerine Kral’da halka karşılığında serbest seçim yapılabileceğini söylüyor ve 80 kişilik bir parlamento kuruluyor. Yani halk ayaklanarak, ülkedeki seçim sistemini değiştiriyor.
Kral Hüseyin’in 1999’da ölümünden hemen sonra oğlu Kral Abdullah tahta geçiyor. Eşi Raina 29 yaşındayken Dünya’nın en genç kraliçesi unvanını alıyor. Kral ile aralarında 9 yaş fark var. Onların oğullarının adı da Hüseyin. Zaten o kadar tuhaf ki, sanki memlekette isim kalmamış gibi, bir Abdullah, bir Hüseyin, bir Abdullah, bir Hüseyin şeklinde devam ediyor krallar.
Kral Abdullah tahta çıktıktan sonra kardeşi Hamza’yı veliaht ilan etmiş ama Hamza Amerika’da eğitim gördüğü ve hayatını yaşamak istediği için veliahtı oğlu Abdullah olarak değiştirmiş.
Kral Abdullah da babası gibi Amerika’ya ve Batı dünyasına yakın duruşuna devam ediyormuş. Türkiye ile de ticarete çok açıklar. Özellikle ülkenin %90’ı çöl olduğundan ve bu kalan toprakların sadece %4’ü tarıma elverişli olduğundan suya büyük ölçüde ihtiyaç duyuyorlar.
Bir de burada %1,2 oranında Çerkes var. Osmanlı hakimiyeti döneminde Çerkesleri buraya Osmanlı yerleştirmiş. Hatta Kral Abdullah Demirel ile görüşmek için Türkiye’ye geldiğinde Kralın korumalığını yapan Prens Ali de Çerkes asıllıymış.
Toplam nüfusu 6,5 milyon ama yaşanabilen alan sınırlı olduğundan halk şehirlere toplanmış. Özellikle Amman’ın yaklaşık nüfusu 2 milyon bu da tabi çarpık kentleşmeyi de yanında getirmiş.
Amman’ın en büyük alışveriş merkezi Mecca Mall’a gidiyoruz. Bu alışveriş merkezinde en çok dikkatimi çeken şey çok fazla Türk markasının olmasıydı... Sarar, Zeki, Fabrika...
Amman 7 tane tepenin üzerine kurulmuş. Downtown denilen Roman theatre’ın olduğu bölge şehir merkezi olarak geçiyor ve her şey gerçekten çok eski. Modern tarafında ise lüks oteller alışveriş merkezleri ve gökdelenler var. Ama bu şehri çözmek zor, çok bölük pörçük bir yerleşim var. Bu şehir tek renk... Her yer kum rengi... Amman’a taktığım isim “Kumul Şehir”
"Her Yeri Taş Toprak, Bir de Sıra Sıra Dizilmiş Exchange Ofisler..."
Bunu söyleyen Ulen. Para bozdurmak için girdiğimiz exchange ofiste tanıştık, biraz sohbet ettik tabi. Buraya Jerusalem'den gelmiş, çok güleryüzlü. Bizim İstanbul'dan geldiğimizi öğrenince "Ne işiniz var burada?" demeye başladı. Gerçekten söylediği kadar var, taş topraktan, yoldan başka pek bir şey göremedik Amman'da. Tüm Arap dünyası gibi o da Aşk-ı Memnu tutkunuymuş. Hatta biz girdiğimizde ofisi kapatmak üzereydi, kapatmadan önce son üç saatini Aşk-ı Memnu izleyerek geçirmiş.
Para bozdurma işimizi halledip Ulen'le vedalaştık. Bu arada 1 Ürdün Dinarı, 1 Euro'ya eşit. Paraları da JOD olarak kodlanıyor. Oradan çıktıktan sonra, Ulen'in bize önerdiği kafeye gittik. İsmi Jafra. Eski şehre çok yakın, otelden yürüyerek 7-8 dakika sürüyor. Mekan çok büyük ve yerel eşyalarla döşenmiş ama hiç turist görmeyince acaba yanlış yerde miyiz diye sorguladık. Gerçi bizim gittiğimiz saat da sabaha karşı 2'ydi.
Amman'da ilk gece Downtown bölgesinde bir otelde kaldık ama hijyen problemi nedeniyle bu bölgeyi pek tavsiye etmiyorum. İkinci akşam Mecca Mall'a yakın Rama Otel'e geçtik. Geceliğine 60 Euro ödedik ve oldukça temizdi.
Biraz da yeme içme faslından söz edecek olursak; Ürdün'ün kendine has bir mutfağının olduğunu söyleyemem. Suriye ile Lübnan mutfaklarının bir sentezi ama Lübnan biraz daha baskın. Ama sadece yerel yemeklerle sınırlı değilsiniz, şehirde İtalyan mutfağından Thai mutfağına kadar pek çok alternatif mevcut.