Antik Şehir Roma

Avrupa’nın hareketli ve cıvıl cıvıl şehirlerinden biri olan, çizmenin kuzeyine, İtalya’nın başkentine doğru, İstanbul’dan sonra yedi tepe üzerine kurulmuş diyebileceğimiz bir şehre, Roma’ya çiziyoruz rotamızı.
Tiber ve Aniane Nehirleri arasında bulunan bu antik kent, dünyanın en küçük ülkesi olan Vatikan’ı da bünyesinde barındırmasıyla aslında iki ülkenin de başkenti konumunda. Tarihten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Roma'da eminim sayısız tarihi eser ve sayısız turist ile karşılaşacağız.


Sanatın Işıkla Buluştuğu, İtalyan Lezzetlerinin Sokak Aralarında Dolaştığı Şehir

Akşam 17:00 civarında indiğimiz uçaktan Termini İstasyonu’na gidebilmek için TAM isimli otobüs firmasını tercih ettik. Yaklaşık bir saatte istasyona vardık. Otelimiz Nazionale Caddesi’nde merkezi bir bölgede bulunduğundan dolayı istasyondan otele varışımız da yaya bir şekilde kolayca gerçekleşti.

Otele yerleştikten sonra ilk olarak Forum Roma’ya doğru yol aldık. Merkezde bulunan ve düğün pastasına benzetilen Belediye Binası, tam da anlatıldığı gibi bembeyaz ve kat kat bir pasta kadar süslü. Aynı bölgede bulunan Dikilitaş gibi, Roma sokaklarında sürekli rastlayacağınız, tarihten günümüze kadar özenle saklanmış eserler sizi kendisine hayran bırakabilir. Yürüdüğünüz sokakların bu eski yapıları bozmadan köprülerle veya koruma alanlarıyla muhafaza edilmiş olması muazzam bir sahiplenme. Dönüş yolumuzda Nazionale Caddesi’ni gezdik, Roma’nın meşhur kahvelerinden yudumlayarak yorgunluğumuzu attık. Nazionale Caddesi alışveriş ve hediyelik eşyalar için iyi bir seçenekti.


Colosseo (Kolezyum)

Roma’da yollar karışık olmasına rağmen kaybolmanız veya rotanızdan şaşmanız sizi endişelendirmesin; çünkü her sokak gezip keşfedilecek tarihi bir bölgeye çıkıyor zaten. Biz ikinci gün Venedik Meydanı’na geçiş yaptık. Venedik Meydanı’nda İmperiale Caddesi’nden dümdüz yukarı çıkarak Kolezyum’a yöneldik.

Uzun bir sıra bekledikten sonra devasa arenayı dip köşe gezip keşfetme fırsatımız oldu. Ben Kolezyum’daki orta alanı düz bir sahne şeklinde hayal ediyordum. Günümüze kaldığı şekliyle dövüşlerin gerçekleştirildiği sahne alanı gitmiş ve o sahnenin altındaki geçiş, yani labirent şeklinde yollar ve odalar kalmış. Yukarıdan baktığınızda direk bu geçiş bölgelerini görmek ve o kocaman düz sahneyi görememek beni şaşırtmıştı açıkçası. Elbette günümüze kadar bu devasa amfitiyatronun bu kadarının bile korunmuş olması harika…


Colosseo (Kolezyum)

Kolezyum'u gezme planınız varsa girişte kombine bilet almanızı tavsiye ederim. Bu sayede bizim gibi gezinizin devamında Kolezyum’un yakınındaki Palatino Tepesi’ni de ziyaret edebilirsiniz. Dev amfitiyatronun devamı niteliğindeki Palatino Tepesi, Roma kentinin tarihî kalıntılar açısından en zengin bölgesi. Burası eski imparatorların evlerinin bulunduğu ve birçok tapınağın yer aldığı bir alanmış. Antik kentin bir kısmının yer aldığı Palatino Tepesi Roma'nın yedi tepesinden en merkezi olanı… İmparatorluk forası, mezarlar, tapınaklar, hamamlar, antik taşların, kapı girişlerinin yani kemerlerin bulunduğu bu bölgede Romalılardan kalma daha sayamadığım birçok tarihi eser yer alıyor.


Palatino Tepesi

Palatino Köprüsü’nden nehrin karşı tarafına geçtik ve Lungeretta (Via de la Lungeretta) Caddesi’nde sokak aralarında dolanarak keşfettiğimiz Rugantino (Antica Österia) isimli restoranda yemek için İtalyan usulü makarna ile yine İtalyan beyaz şaraplarından birini tercih ettik. İşte size Roma’daki lezzet duraklarından biri. Yerel ve sempatik mekanlar her zaman benim favorim olmuştur, yolunuz bu tarafa düşerse tavsiye ederim.


Rugantino

Lezzetli bir yemek ve sohbet sonrasında Roma’nın dar ve karmaşık sokakları bizi Trastevere Bölgesi’nde bulunan Trastevere Santa Maria Kilisesi’ne çıkardı. Nehrin bu tarafında gezip görmeye değer bir yer yok, tüm tarihi eserler eski şehir bölgesinde gibi düşünürseniz hata olur, Trastevere Kilisesi bu bölgede görülmeye değer güzel bir yapıydı.


Ponte Sisto

Bu kısmı tamamladıktan sonra Ponte Sisto isimli köprüden karşı tarafa Campo De Fiori’ye geçtik. Köprüden geçtikten sonra iç bölgeye kuzeye doğru ilerledik ve Roma’nın en çok beğendiğim alanlarından biri olan Piazzo Navona Meydanı karşıladı bizi.

Meydanın başına gelir gelmez gördüğünüz manzara: Sanat. Meydan başlı başına resim yapan sokak sanatçılarından, ressamlardan, tuvallerden ve ortamı serinleten büyük bir çeşmeden oluşuyor. Buradaki bohem hava kesinlikle gelmeye, görmeye, tatmaya ve yaşamaya değer.


Piazzo Navona Meydanı

Elbette keşfetmek istediğim lezzet noktalarından birinin insanın içine hayat enerjisi katan bu meydanda olmasına şaşmamalı. Küçük bir dükkan ama meşhur bir dondurmacı aslında: Scalini Tre. Roma’nın günaha davet eden dondurmasını, Tartuffa toplarını yapıyor. Yanında krema ve içinde sürpriz kirazı ile çikolata kaplı yoğun bir lezzet…

Akşamüzeri havanın hafif kararmasıyla birlikte başlayan müzik eşliğinde, turistik alanlarda yemeği çok tercih etmememe rağmen ortamın verdiği huzur sebebiyle meydandaki lokantalardan birinde kendimize birer pizza ısmarladık.

İtalyan pizzaları, bizim alışık olduğumuz türde bol malzemeli olmaktan ziyade daha sade. İnce ve lezzetli buğdaydan yapılmış hamuruyla, alışkanlıklarınızı değiştirmek için size gözdağı veriyor adeta. Biz domates soslu olanlardan tercih ettik.

Sanat meydanı adını verdiğim bu huzur ve özgürlük kokan alandan çıkıp doğuya doğru ilerleyince yolun devamı: Pantheon. Dışarıdan baktığınızda kubbeli küçük bir yapı gibi görünen Pantheon, çapı ve yüksekliği 43.3m olan kubbesiyle Avrupa’nın en geniş taştan kubbesi aslında. Burada bulunan alınlık, yapının daha küçük bir ölçekte olduğunu düşündürürken, içeri girildiğinde karşılaşılan genişlik ziyaretçilerde çarpıcı bir etki bırakmaktadır. İçeride kraliyet mezarlarını, devasa kubbeyi, sütunlu girişi, duvarları ve özellikle Oculus adı verilen, hem içeriye ışığın girmesini sağlayan hem de kubbenin ağırlığını taşımaya yardım eden, etrafındaki çemberle yapısal bir denge oluşturan, 8.3m çapındaki kubbe gözünü detaylı incelemenizi öneririm.


Pantheon - Oculus

Gezimizin devamında Piazza Colonna Bölgesi’nde Marcus Aurelius Sütunu’na rastladık. Rölyef silindirlerin alt kısmında Germen kabilelere, üstte de Sarmatialılar’a karşı kazanılan zaferlerin anlatıldığı kabartmalardan oluşan sütunun üzerinde bulunan imparator ve karısının heykelleri Papa V. Sixtus tarafından zamanında indirilmiş ve yerine Aziz Paulus’un heykeli konulmuş.


Fontana di Trevi

Ve sonunda, gelenlerin tekrar gelebilmek için uğur parası attığı  Fontana di Trevi’ye, namı diğer Aşk Çeşmesi’ne gelmiş bulunduk. Kafamda daha küçük bir yapı olarak hayal ettiğim çeşme, oldukça geniş bir alana yayılmış bir yapıydı. Çeşme, bir sarayın arkasına kurulmuş. Çeşmenin hikayesine göre bir bakire tarafından mucizevi bir şekilde keşfedilen bu su kaynağı sayesinde Roma kentine su gelebilmiş.


PubItalia

Günü, Nazionale Caddesi üzerinde PubItalia isimli tatlı bir mekanda tamamladık. İtalyan içkisi olan Limonçello’nun bir de kavunlusunu denemenizi öneririm.
Roma seyahatimizin son gününü genel bir şehir turu yaparak ve dinlenerek geçirmeyi tercih ettik ve Repubblica Meydanı’ndan HopOn HopOff otobüs turlarına katıldık.


İspanyol Merdivenleri

İlk durağımız Roma’nın en sevilen Rokoko tarzı İspanyol Merdivenleri oldu. Zarif bir eğimle meydana dökülen merdivenler, meydanda sokak çalgıcılarıyla size eşlik ediyor. Öğrendiğimize göre merdivenlerin İtalyanca adı olan Scalinata della Trinita dei Monti merdivenlerin tepesinde yer alan kiliseden gelmekteymiş.

Tur otobüsümüzle genel bir Roma turu yaparak günü sonlandırdık.
Keyifli Roma turumuz, keyifle geçen bu üç gün sonrasında son buldu ve Termini istasyonundan yarım saatte bir kalkan havaalanı otobüsleri ile bu güzel antik kente veda ettik.

Roma’ya Eylül-Ekim aylarında gelmenizi ve bulabildiğiniz tüm lezzet noktalarını tatmanızı öneririm, ayrıca yakışıklı İtalyan erkekleriyle fotoğraf çektirmeyi unutmayın derim, iyi gezmeler ;)

Sonraki yazımızda görüşmek üzere, Sevgiyle.