Aydın Ortaklar - Söke karayolu üzerinde yer alan az bilindik bir antik kent Magnesia… Ortaklar’a 4 km, Söke’ye ise 16 km mesafede. Önünden geçerken ne hediyelik eşya satan tezgahlar, ne de turist dolu otobüsler görüyorsunuz.
Menderes Magnesiası olarak da bilinen antik kent, Gümüşdağı yani Thorax eteğinde Menderes nehrinin bir kolu olan Gümüşçay kenarında M.Ö 4. Yüzyılın başlarında kurulmuş olan bir yerleşim alanı. MÖ 4. Yüzyılda başlayan yerleşim, MS 12. Yüzyıla kadar devam etmiş.
Zamanında kentin çevresi uzunluğu 1,5 kilometreyi bulan surlarla çevriliymiş. Ancak günümüzde bu surların sadece çok küçük bir kısmı ayakta kalmış.
Magnesia, kendi isteği ile Büyük İskender’le MÖ 334’te birleşene kadar Perslerin yönetimindeymiş. Ardından Hellenistik dönem krallıklarından, önce MÖ 240’ta Seleukos krallığı, sonra MÖ 189’da Bergama krallığının hakimiyetine girmiş. Kentin en görkemli olduğu zamanlar da bu senelere rastlıyormuş. Kent, Priene, Ephesos, Tralleis üçgeni arasında olduğundan ticari ve stratejik açıdan büyük öneme sahipmiş. Hatta bu yıllarda Miletos ile yaptığı savaşı kazanan Magnesia'nın sınırlarıbir hayli genişlemiş. MÖ 133 senesinde Bergama krallığının vesayet yoluyla Roma imparatorluğuna bağlanınca, Magnesia da otomatikman Anadolu’daki Roma kentlerinden biri haline gelmiş. Magnesia’daki nüfusun artışı Roma döneminde gerçekleşmiş ve kent sınırları sur dışına çıkarak Gümüşçay’ın karşı kıyısına kadar genişlemiş. Magnesia, MS 262 senesinde Ephesos ve Priene tarafından yakılıp yıkılınca görkemli dönemi de geride kalmış. Kent, MS 620–630 yıllarında Perslerin akınlarına karşı koymak için Artemis kutsal alanı çevreleyen surun içine çekilmiş. 12. yüzyılda bir Bizans kenti ve piskoposluk merkezi haline gelmiş. 1300’lerde Aydınoğulları Beyliği'nin hâkimiyetine giren kent, yine aynı dönemde nehir taşkınları ile karşılaşmış. Nehir taşkınları neticesinde ortaya çıkan hastalıklar sonrasında da tamamen terkedilmiş.
Bölgedeki kazı çalışmalarına ilk olarak 1840 senesinde Fransız Charles Texier tarafından başlanmış ve 1890 – 1893 seneleri arasında Alman Carl Humann tarafından devam edilmiş. Arkası getirilmeyen kazı çalışmalarına 1984 senesinde tekrar başlanmış. Günümüzde halen devam eden kazı çalışmaları ise Prof. Dr. Orhan Bingöl liderliğinde sürdürülüyor.
Antik kente ilk girdiğimde kendimi Artemis Kutsal alanında buluyorum.
Ancak burada kazı çalışmaları halen devam ettiğinden alanın sağ tarafında henüz ayağa kaldırılmamış yüzlerce sütun bloklar var.
Kutsal alanda Artemis Sunağı, Kurban alanı ve bir de toplantı alanı yer alıyor. Ancak burada yönlendirme ve bilgilendirme tabelaları olmadığından ve kentte kazı çalışmaları halen devam ettiğinden hangisi hangisi oluyor, anlamak bir hayli zor. Düm düz yürüdüğümde karşıda bulunan surlar girişinde ise Propylon yani anıtsal giriş yer alıyor.
Buradaki sütunlar nispeten daha belirgin. Büyük bir kısmı ayağa kaldırılmış. Anıtsal girişin arka tarafında Agora yani çarşı kısmı yer alıyormuş.
Agora’dan geri dönüp sağ taraftaki alana yöneliyorum.
Buradaki yapı Çarşı Bazilikası olarak biliniyor.
Ağaçlar taşlara meydan okurcasına devasa taşları kavrayarak boy vermeye devam etmişler.
Bunun en güzel örneklerini Kamboçya Angkor Wat Tapınaklarında görmüştüm.Buradan artık dönmek üzere yola çıkarken kentin biraz daha tepesinde tiyatro alanı olduğunu öğreniyorum. Buradaki tiyatro, podyumun ortasındaki giriş ve yanlardaki özel koltukları nedeniyle diğer tiyatrolardan farklı bir yapıya sahipmiş. Bu nedenle burayı “izleyici yeri” olarak tanımlamışlar.
Antik kentteki bir diğer önemli yapı ise Stadion. Buranın Türkiye’nin hatta dünyanın en iyi korunmuş stadionu olduğu tahmin ediliyor. Stadion’da yaklaşık 150 tane kabartma ve yazıtlar yer alıyor. Bu nedenle burası bir arşiv niteliği taşıyormuş. Yaklaşık 30.00 kişilik station’daki pist uzunluğu ise 189 metre. MS 3. Yüzyıla kadar kullanıldığı düşünülen stadion’un antik dönemin en önemli yapılarından biri olduğu söylenmektedir.
Son olarak da hamam, apodyterion ve palaestra bölümlerinden oluşan Gymnasion’u görerek Magnesium’dan ayrılıyorum.