İnsalık tarihinin gelişimi ile birlikte, doğudan batıya – kuzeyden güneye yüzlerce medeniyete ev sahipliği yapmış Anadolu topraklarının belki de en büyük antik kentinin tesadüf eseri ortaya çıkarılmış olması, trajikomik bir Türkiye gerçeğidir. 1958 yılında Ara Güler’in siyasi bir açılış için gittiği Aydın’ın Karacasu ilçesinde yolunu kaybetmesi ile tesadüfen bulunan Afrodisias antik kenti, bence Türkiye’deki en görkemli antik kenttir. Gece karanlığında yolunu kaybeden Ara Güler, karşısına çıkan bir köye sığınmaya karar verir. Gaz lambası ışığında kahvede oturan köylülerle sohbet ederken, gözünün karanlığa alışması ile etrafındaki anlam veremediği nesneleri daha iyi görmeye başlıyor. Bir de bakıyor ki köylünün domino oynadığı masa, aslında sütun başlığı! Gün doğduğunda ise yüzlerce yıldır saklanan Afrodisias’ı tüm dünyaya tanıtacak fotoğrafları çekmeye başlıyor.
Genç ve idealist bir arkeolog olan Kenan Tevfik Erim yaklaşık 30 yılını vereceği, dünyanın saygın üniversitelerini ve kuruluşlarını seferber edeceği ve bir çok büyük şehirde dernekler kuracağı Afrodisias ile o dönemde tanışır. Mezarı da burada bulunuyor.
Adı güzellik, aşk, doğa ve bolluk tanrıçası Aphrodite’den alan şehir bir çok özelliği ile Unesco Dünya Mirası Geçici Listesi’ndeki yerini almış. MÖ 2. yüzyıl ile MS 6. yüzyıl arasında yaklaşık 800 yıl boyunca bolluk içinde yaşayan bu şehir, etrafında büyük mermer ocaklarının bulunması ile tam bir sanatsal yapıta dönüşmüş. Tapınakları, agorası, antik tiyatroları, sarayları ile büyük bir şehir olan Afrodisias’ı, diğer antik şehirlerden ayıran kuşkusuz en büyük özelliği ise, yaklaşık 30.000 kişilik kapasiteli stadyumu.
Şehri diğer antik kentlerden ayıran bir diğer yapı ise Sebasteion adıyla anılıyor. Soyunun Jül Sezar’dan geldiğini iddia eden kentin en büyük aileleri tarafından yaptırılan bu tapınak, üzerindeki mitolojik ve imparatorlarla ile ilgili kabartmalar dikkat çekiyor.
Hellence Dört Kapı anlamına gelen Tetrapylon, antik efsanelerin kabartmalarıyla dolu bir anıtsal yapı. Herhangi biryere giriş olarak tasarlanmayan bu yapı, kuvvetle muhtemel bir buluşma ve toplanma alanı olarak tasarlanmış. Tetrapylon’un uzman arkeologlar, mimarlar ve ustaların işbirliği ile, %80’i kazılarda bulunan parçalarıyla restore edimesinden kısa bir süre sonra Kenan Tevfik Erim vefat eder ve mezarı bu bölgeye yapılır.
Şehirde Piskoposluk ve Odeon Sarayı’nın yanı sıra büyük bir agora ve İmparator Hadrianus’a adanmış, kentin en büyük kamusal alanı olan Hadrian Hamamları da görülebilir. Saray bünyesinde konferans, tiyatro ve kent meclisinin toplantı salonu olarak kullanılan bir yapı da mevcut.
1960’lı yıllarda tiyatroyu kazmaya karar veren Kenan Tevfik Erim’in önündeki en büyük engel, tiyatronun üzerinde yer alan Geyre köyünün evleriydi. Geyre için yeni bir köy kuruldu ve evler inşa edildi, ardından bu görkemli tiyatro kazılmaya başlandı. Kazı esnasında çıkarılan birçok değerli heykel ve eser, şu anda müzede sergileniyor.
Yazımın başında da belirttiğim gibi adını Aphrodite’den alan Afrodisias’ın, en önemli yapısı Aphrodithe Tapınağı’dır. Mezapotamyalıların istilaları sonrasında yıkılan tapınak, bölgeyi ele geçiren Asurluluarın eklemeleriyle, Mezapotamya kültürünü de tatmış oluyor. Heybetli 14 mavi sütununun hala ayakta olduğu tapınak, kentin kalbinin attığı yerdir.
Gün yüzüne çıkarılan eserlerin ve heykellerin sergilendiği müze salonuna ise vakitsizlikten dolayı giremedim. Beni çok etkileyen bu kentin heykellerini görmek için muhakkak tekrar ziyaret edeceğim. Şans eseri bulunan fakat muazzam bir çalışma ile ortaya çıkarılan ve tüm dünyaya tanıtılan Afrodisias Antik Kenti yol üstünde değil ama uğranılmasını şiddetle tavsiye ettiğim bir yer.